خُدايَه مَخْصُوصْ اُولْدِى حَمْدُومِنَّتْ نِقَابْ آچْدِى بِزَه قِيلْدِى عِنَايَتْ
بُو دَرْدَه بُولْدِى عَارِفْلَرْ كَرَامَتْ مَحَبَّتْ جَذْبَه سِيلَه قِيلْدِى دَعْوَتْ
بُو طَارْلِقْدَانْ کجُوبْ حَقَّه کِيدَه لِيمْ عَزِيزِمْ سَیْرِ عَنِ اللهْ كَلْ اِيدَه لِمْ
Hudâ’ya oldu mahsûs hamd-ü minnet,
Nikâb açdı bize kıldı inâyet,
Bu derde buldu ârifler kerâmet,
Mehabbet cezbesiyle kıldı dâvet,
Bu darlıktan geçip Hakk’a gidelim,
Azîzim Seyr-i Anillâh’a gel îdelim.[1]
Her türlü övgünün Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsus olduğunu ifade etmek için kullanılan «اَلْحَمْدُلِلّٰه» ifadesinin kısaltılmış hâline “Hamdele” denilir. İstiâze ve besmeleden sonra bir işe ve bilhassa konuşmaya hamdele ile başlamak, sünnettir. Buna binaen mü’minler; yeme, içme, uykuya yatma, uykudan kalkma gibi günlük işlerinin başında ve sonunda hamdeleye yer verirler.
Aynı durum, yazılar için de geçerlidir. Mü’min müellifler gerek kitaplarına, gerek makalelerine gerekse de her türlü yazılarına, istiâze ve besmeleden sonra hamdele ile başlarlar. Bu şekilde başlamayan bir yazı, kıymetsiz görülür ve kayda değer bulunmaz.
Girişte nakletmiş olduğumuz beyitlerde, Büyük Şeyh Efendi Mevlânâ Mustafa İsmet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’nin de Risâle-i Kudsiyye nâm eserine hamd ile başladığını görüyoruz.
Mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri de sohbetlerinde, bir işe hamdeleyle başlamanın ehemmiyetine sıklıkla vurgu yapmış ve Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû)nun beyitleri üzerinden bu konuyla ilgili şu îzâhlarda bulunmuştur…
Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin Sohbetlerinde Hamdele’nin Ehemmiyeti
»خُدَايَه مَخْصُصْ اُولْدِى حَمْدُومِنَّتْ«
Bu mısra «اَلْحَمْدُلِلّٰه» manasını içine alıyor. Yani: “Bütün hamdler, minnetler Allah’a mahsustur” demektir.
Hamd: İhtiyarî yapılan bir iyiliğe karşı tazim yoluyla, gönül hoşluğuyla, güzel sıfatlarla medh-ü senâ etmek (övmek) demektir.
Daha açık bir ifadeyle, «اَلْحَمْدُلِلّٰه» diyen bir insan, Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğüne delâlet eden bütün isim ve sıfatları sayarak onu yüceltmiş olur. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki:
«كُلُّ أَمْرٍ ذِي باَلٍ لاَ يُبْدَأُ فِيهِ بِلْحَمْدِ فَهُوَ أَقْطَعُ»
“Allâh’ın hamdi ile başlanmayan her hatırlı ve kıymetli işin sonu kesiktir (bereketsizdir).”[2]
Bir başka hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur:
«كُلُّ أَمْرٍ ذِي باَلٍ لاَ يُبْدَأُ بِبِسْمِ اللهِ فَهُوَ اَبْتَرُ»
“Besmele ile başlanılmayan her ağırlık sahibi işin, hayrı kesiktir.”[3]
Hepimiz Yaptıklarımızdan Sorulacağız
Hamdele de böyledir. İnsana sorulacak; yazdığın kitabın evveline Benim ismimi niye koymadın? Yiyeceklerimi beğendin, yedin; sularımı beğendin içtin; giyeceklerimi beğendin, giydin. Bütün bunları yaparken niçin besmele çekmedin? Benim ismimi beğenmedin mi? Benim yarattığım kâinatı ve canlıları beğendin de beni mi beğenmedin? Daha neler, neler denilecek…[4]
(…)
Bugünkü mekteplerde okunan kitapları yazan zavallılar nimet kıymeti bilmeyenler nasıl yazıyorlar, onların kitaplarında ne Besmele, ne hamdele, ne salvele, ne nimete şükür ne de Hamd-ü senâ var. Yirminci asra gelmekle ne oldu?!
Evvelki insanlardan daha mı kuvvetli kudretli olduk, Allâh-u Te‘âlâ’nın yardımına ihtiyaç kalınmamış hâle mi gelindi? Soframızda kimin ekmeklerini yiyoruz, o ekmekler nereden meydana geldi? O ekmeği fırıncı yaratmadı. O ekmeğin yapıldığı buğdayları biz yaratmadık, unları değirmenci yaratmadı, tohumları taneleri ziraatçı yaratmadı.[5]
(…)
O bulutlarla havayı kaplatan, o bulutlardan billur gibi yağmurları yağdıran ve toprağı nemlendiren, tohumları yeşerten, buğdaylarla başakları yaratan, tanelerini en güzel bir şekilde tanzim eden, dizen Allâh-u Te‘âlâ’dır.
Peki, O’nun yarattığı buğdaya, arpaya, suya muhtaçsın. O billur gibi yağan yağmurlara, biten otlarına muhtaçsın, o otlarla büyüyen hayvanlara, yünlenen koyunlara muhtaçsın.
Evvelki kullardan daha fazla kudretin yok. Onlar manen bizden daha kuvvetli. Onlar hamdelesiz, salvelesiz, besmelesiz başlamıyor da onlara ne zarar oluyor, soruyorum size?
Dünya sevgisi insanın içini ve dışını kapladığı için bu büyük yanlışı anlamıyor. Biz hocalar bile anlamıyoruz. Besmelenin, hamdelenin, salvelenin ne suçu vardı da kitaplara yazmıyorlar!
İşte böyle yapmakla Allâh-u Te‘âlâ’dan ayırıyorlar milleti. Gözümüzü açalım, Allâh-u Te‘âlâ’dan ayrılmayalım. Kusurumuzdan dolayı Allâh-u Te‘âlâ’dan yardım ve af isteyelim.
“Hoca Efendi, bizim çocuklar namaz kılmıyor, oruç tutmuyor.” diyorlar. Nasıl kılsınlar, doğru ana-baba görmediler ki, nereden öğrensinler, karanlıkta kaldılar. Ana-babalar kabahati çocuğa bulur, çocuklar ana-babaya bulur, kaynayıp gidiyor bu işler.
Hakîkî İstikbâl Mezardan Sonra Başlar!
Allâh-u Te‘âlâ’nın izniyle, rızası üzere çok medreseler açılmalı ve bu milletin imdadına koşulmalı. İstikbal kazanacaklarmış! İstikbal ne biliyor musunuz? İstikbal mezardan sonra başlar, dünyanın istikbali için çobanlık edersin, dilencilik edersin, merdiven silersin, yine de bir çare bulursun. Orada (âhirette) bunları yapamazsın. İşte asıl o istikbale çare düşünmek lazım!..
Dipnotlar
[1] Risâle-i Kudsiyye, Beyt-3
[2] Ebû Dâvûd, Edeb:18; İbnü Mâce, Nikâh:19
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2010, c.1, s.45
[3] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 1999, c.4, s.64
[4] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 1999, c.4, s.64
[5] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Risâle-i Kudsiyye Şerhi ve Îzâhı, Ahıska Yayınevi, İstanbul, 2014, c.1, s.22