Hasbi Abdülkerim hocamızı vefâtının sene-i devriyesinde hizmetleri ve hassasiyetleriyle hatırlıyor, hayırla ve minnetle yâd ediyoruz. Hâl tercemesine ve Mahmud Efendi Hazretlerimizin, kendisine göndermiş olduğu mektublara ulaşmak için tıklayınız…
1938 miladi senesinde, Trabzon, Of’a bağlı Maki (günümüzde Hayrata bağlı Pınarca) köyünde dünyayı teşrif buyurmuşlar… Babası Ahmet Efendi, validesi Fatma Hanım… On kardeş olup dördü küçük yaşta vefat etmiştir.
İlme Adanmış Bir Evlat…
«…Rabbim! Gerçekten ben karnımda bulunanı (bütün görevlerden) âzâd ed(ip Beyt-i Makdis hizmetine vakfedil)miş biri olarak Senin için adadım! Öyleyse (bu adağımı) benden kabul eyle! Şüphesiz ki Semî’ de, Alîm de, Sensin ancak Sen!..»[1] diyen O mübarek hanım gibi Ahmet Efendi de: “Benim on çocuğum oldu. Bunlardan birini Allah (Celle Celâluhû) yolunda yetiştirip âlim edemez isem Allah (Celle Celâluhû) bana sorar.” diyerek Hasbi hocayı Allah yolunda ilme adar.
Dokuz yaşına geldiğinde yörenin meşhur âlimi, Efendi Hazretlerimizin hem eniştesi hem de hocası, Sahn-ı Semân medreselerinden icâzetli Hacı Dursun Efendi’ye teslim eder. Teslim ederken de: “Hocam! Ben bu evladımı Allah Te‘âlâ’ya arz ettim. Bu hoca olsun! Eti senin, kemiği benim.” der. Hacı Dursun Efendi’nin medresesi, yürüme yoluyla bir buçuk saatlik mesafededir.
İnsan Yetiştiren Anne, Baba ve Hoca…
Hasbi hoca, medresede okurken bir gün, haklı gördüğü çocuğu savunmak suretiyle bir kavga vakıasına karışır. Karşı taraftaki çocuklar medrese çıkışı başkalarını da çağırıp Hasbi hocayı döveceklerini söylerler. Çocukların bu tavrı Hasbi hocayı endişeye sevk eder ve medreseden kaçmaya karar verir. Medreseden kaçar ama: “Anam, babam ne der?” düşüncesi ile eve gitmekten çekindiği için, çocuk aklıyla, samanlığa saklanır. Annesi Fatma Hanım ineklere yem vermek için samanlığa gelince Hasbi hocayı fark eder ve: “Evladım senin ne işin var burada?” deyince, Hasbi hoca, ağlamaktan perişan olmuş bir vaziyette, olan biteni anlatır.
Fatma Hanım’ın, Dursun Efendi gibi büyük bir âlime itimadı tamdır ve çocukların isteklerini iyi bilen, şımartıcı duygusallıklardan da kaçınan irfan sahibi bir annedir. Bu itibarla, oğlunun meseleyi hocasına arz etmesi gerektiği düşünerek: “Biz seni medresede biliyoruz. Sen kaçıp dama girdin ha!” diye kızar.
Fatma Hanım, Hasbi Hocayı eve alıp yatsıyı kıldırır. Hasbi Hoca her ne kadar: “Babama haber etme.” dese de ortada saklanabilecek bir durum yoktur. Ahmet Efendi durumu haber alınca: “Bu çocuk okumamak için bunları bahane ediyor. Ben onu tarlada çalıştırayım da görsün dünya meşakkatini.” diyerek, Hasbi hocayı üç gün tarlada yokuş yukarı çalıştırır.
Hasbi Hocanın iflâhı kesilir, dizleri şişer. Bu durumu gören annesi Fatma Hanım çok üzülür. Hasbi Hoca da: “Ana! Babama söyle ben bu gece karar aldım ne olursa olsun mutlaka okuyacağım.” deyince, Ahmet Efendiye durumu bildirir. Ahmet Efendi de: “Eee hanım! Madem sen öyle diyorsun öyle olsun.” der.
Fatma Hanım hamurdan bir merhem yaparak Hasbi Hocanın dizlerini sarar. Dizleri iyileşince de Ahmet Efendi onu alıp: “Ben şimdi Hacı Dursun Efendi’nin yüzüne nasıl bakacağım. Ona ne mazerette bulunacağım?” diye düşüne düşüne medreseye götürmek için yola koyulur. Annesi Fatma Hanım arkalarından onları izler. Yokuşun tepesine çıktıklarını görünce Hasbi Hocanın ayaklarının iyileştiğine kanaat getirir ve içi ferahlar.
Fatma Hanım bir ara Hasbi Hoca’ya: “Oğlum medresede nasıl yatıyorsun? Sana yorgan vereyim mi?” diye sormuş. Tabii o zamanlar yokluk içinde okuyorlar. Hasbi Hoca: “Arkamdan bir yerden su geliyordu, eski bir şeyler buldum, onları oraya koydum üstünde yatıyorum anne.” demiş. Bunun üzerine Fatma Hanım: “Yünden bir şeyler yapayım da hem onu götüreyim hem de hoca efendiyi ziyaret edip hayır duasını alayım.” diye düşünmüş.
Neticede Fatma Hanım yanına yağ, peynir gibi şeyler de alarak medreseye gitmiş. Hacı Dursun Efendi memnuniyetlerini arz ederek hayır duada bulunup: “Ben bu çocuktan çok memnundum. Sabah namazına herkesten evvel kalkardı. Bunun kaçacağını tahmin etmedim. Ama olan biteni duyunca da kızmadım Hasbi’ye.” diyerek Hasbi Hocanın gönlünü almış ve ona karşı olan sıcaklığını hissettirmiş.
Biz gelmedik kavga için
Bizim işimiz sevgi için
Dost evi gönüllerdir
Gönüller yapmaya geldik
(Yûnus Emre)
Emaneti Ehline Teslim Etmek…
«Şüphesiz ki Allâh emânetleri ehline ulaştırmanızı, insanlar arasında (herhangi bir konuda karar ve) hüküm verdiğinizde de adâletle hükmetmenizi size emretmektedir…»[2]
On iki, on üç yaşlarına geldiğinde Hacı Dursun Efendi: “Sen benden bittin artık.” der. O sırada da İstanbul’a gidilmesi gerekmektedir. Hacı Dursun Efendi: “Ağabeylerine söyle seni İstanbul’da Mahmud Hoca’ya teslim etsinler.” diyerek Hasbi hocayı İstanbul’a gönderir. Ağabeyleri de onu Efendi Hazretlerimize teslim ederler. Böylece Hasbi hoca, Hacı Dursun Efendi’den sonra Efendi Hazretlerimiz gibi bir Allah dostunun da rahle-i tedrisine girmiş bulunur.
Nurun Âlâ Nur…
«…Allâh(-u Te‘âlâ, verenlerin her birine değil de,) dilediği kimseler için (çektiği zahmet ve taşıdığı ihlâs nispetinde mükâfatı) katlama yapar…»[3]
O zamanlar, Efendi Hazretlerimizin, Efendi Babamız Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû) ile yeni tanıştığı ve sık sık ziyaretine gittiği zamanlarmış. Ziyaretlerde Hasbi Hoca, ağabeyi, dayısı ve eniştesinin de bulunduğu olurmuş. Bir keresinde Ali Haydar Efendi, Efendi Hazretlerimize: “O arkandaki çocuk kimdir?” diye sormuş. Efendi Hazretlerimiz de meclisteki büyükleri işaret ederek: “Bu çocuk onların akrabasıdır. Onu da yanlarında getiriyorlar.” buyurmuş. Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû), Hasbi Hoca’ya: “Adın nedir evladım?” diye sormuş. O da: “Hasbi” diye cevap vermiş. Efendi Hazretlerimiz de Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin kulakları ağır işittiğinden olsa gerek, kâğıda İslâm harfleri ile yazarak göstermiş. Ali Haydar Efendi (Kuddise Sırruhû) ismin manasına da işaret ederek: “Tamam, yeter.” buyurmuşlar.
Böylece Hasbi Hoca, Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû) gibi büyük bir zât ile de bizatihi tanışarak bir Allah dostunun daha hususi alâkasına mazhâr olmuştur.
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi:35’den.
[2] Nisâ Sûresi:58’den.
[3] Bakara Sûresi:261’den.