Âlemlerin Rabbi olan Allah Te‘âlâ’ya nihâyetsiz hamd-ü senâlar olsun! En samimi muhabbetlerimizle Hazreti Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e salât ve selâm olsun! Yüce dinimiz İslâm’ı en güzel şekilde insanlara elden ele, dilden dile, gönülden gönüle ulaştıran Ashâb-ı Kirâm’a (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecmaîn) ve tüm Ehl-i Sünnet âlimlerine ve velîlerine selam olsun! Müslümanların ilk kıblesi ve mübarek sayılan 3 mescitten biri olan, Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu Kudüs şehrine hizmeti geçen tüm ehli imâna da selam olsun!
Şâhid Bir Şehir Olan Kudüs
Kudüs, peygamberler şehridir ve birçok peygamber bu bölgede yaşamıştır. Bölgenin tarihi aynı zamanda peygamberler tarihidir. Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerin bir kısmı o bölgede bulunmuş, anlatılan kıssaların bir kısmı da yine o topraklarda vâki olmuştur. Kudüs şehrinde Mescid-i Aksa’nın bulunması ve oranın Müslümanların ilk kıblesi olması ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Miraç hâdisesinde Mescid-i Aksa’ya gitmesi Kudüs’ü önemli kılıyordu. Bu yönleriyle Kudüs, şâhid bir şehirdir. Kudüs bölgesi bugün Filistin sınırları içerisindedir. Dolayısıyla bizim için mühim olan yer, Kur’ân-ı Kerîm’de etrafının mübârek kılındığı belirtilen topraklar, yani harem-i şerîftir.
Kudüs’ün İlk Fethi
Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın devamının, bekasının ve yayılmasının bir yolu da fetihtir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile başlayan ve hızla ilerleyen İslam orduları hemen hemen tüm Arap Yarımadası’na yayılmış, Hulefa-i Raşidin’in döneminde hızlı bir ivme kazanmıştır. Bu yolla Kudüs’ü ilk defa fethedecek olan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) İslam ordularını Hristiyanların hakimiyetindeki Filistin’e doğru yola koydu. Hazret-i Ömer ve ordusunun ilerleyişi sürerken bölgedeki İslam komutanlarından Ebû Ubeyde bin Cerrâh (Radıyallâhu Anh) onları diplomatik görüşmelere davet etmiş ve kabul edebilecekleri barış teklifini bildirmiştir. Bu teklifi kabul etmeleri halinde kendileri ile savaşmayacaklarını vurgulamıştır. Reddedilmesi durumunda onların hayatı sevdiği kadar ölümü arzulayan bir ordu ile üzerlerine geleceğini bildirmiştir. Patrik etrafındakilerle bir toplantı yapmış ve bizzat Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh)ın kendilerine gelmesi durumunda barış anlaşması yapabileceklerini bildirmiştir. Ebû Ubeyde bin Cerrâh (Radıyallâhu Anh)ın durumu Hazret-i Ömer Efendimiz’e haber etmiştir. Haber ulaştığında Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) Câbiye mevkiindeydi. Câbiye’de bulunduğu sırada Kudüs’ten gelen bir heyeti kabul edip burada onlarla anlaşma yapan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) ilerleyişini sürdürüp Kudüs’ün teslim alınmasından sonra şehre girmiştir. Sonrasında namazını kılıp, Mevlâ Te‘âlâ’ya bu zaferden ötürü şükretti. Sonrasında mü’minlere imam olup namaz kıldırdı. Fethedilen hiçbir yerde halkı Müslüman olmaya zorlamadı, can mal ve inanç hürriyetlerini koruma altına aldı. Gerek Müslümanlar ve gerekse gayrimüslimlerle ilgili verdiği karar ve uygulamaları dolayısıyla adaletine güvenilen ve sığınılan bir halife oldu.
Hazret-i Ömer’in Tevâzusu
Hayatının her alanında sevgililer sevgilisi Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i örnek alan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) antlaşmayı müteakip Kudüs’e girerken haçlı heyetinin ve insanların beklentisi ihtişamlı bir giriş yapılacağı yönündeydi. Ancak Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) sıradan bir deve üzerinde gayet mütevazi kıyafetlerle şehre giriş yapmıştı. Bu hali haçlı yöneticilerini ve halkı oldukça etkilemişti. Zira adaleti, kahramanlığı ve cesareti dillere destan bir devlet liderinin böyle bir giriş yapması görülmemiş bir şeydi. Onun tevazuuna dair sayısız örnek kaydedilmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetini her zaman tam yaşayan Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) yaşantısı ile de fiili tebliğini şehid olana kadar yapmıştır.
Kudüs Dâvâsı Mü’minlerin Dâvâsıdır
Bölge Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) ile başlayan emniyeti ve kurtuluşu, mü’minlerin yurdu olma özelliğiyle büyük bir dâvâya dönüşmüştür. Bu dâvâ nerede olursak olalım bizi doğrudan ilgilendiren bir dâvâdır. Şu anda bölgede olağanüstü bir zulüm var. Zalimliği devlet anlayışı olarak benimseyip mazlum Müslümanlara iliklerine kadar zulmeden İsrail’e sessiz kalan dünya bu zulme ortaktır. Yıllardır orada yaşanan zulmün çözümü konusunda yapabileceklerimizi bize şu hadîs-i şerîfle anlatan Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in “Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğzetsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” [1]hadîs-i şerîfi ile gücü ve imkânları nispetinde herkesin yapabileceği birtakım şeyler olduğu vurgulanmıştır.
Dipnotlar
[1] Tirmizî, Fiten:11; Ebû Dâvûd, Salât, 242; İbn Mace, Fiten, 20.