Hazret-i Ömer Câbiye denilen yerde şu hutbeyi îrâd etmiştir:
Ey insanlar! Sizlere bâkî ve kendisinden başka her şeyin fena olduğu Allah’ın takvasını tavsiye ediyorum. O Allah ki kendisine itaat ettikleri için velilerini (dostlarını) ikrama mazhar eder ve onlara şeref verir. Düşmanlarını da kendisine yaptıkları isyandan dolayı yoldan çıkartıp dalâlete düşürür. Hidayet ve hak zannettiği bir dalâleti işleyen ya da sapıklık zannettiği bir hakkı terk eden kimse özürlü sayılamaz.
Bir ülkenin yöneticisinin en mühim vazifesi, idaresi altında bulunanların Allah’ın emir ve nehiylerine riayet edip etmediklerini kontrol etmektir. Bu Allah Teâlâ’nın kendilerini hidayet ettiği dinlerinin vazifelerindendir. Bizim görevimiz Allah’ın emretmiş olduğu şeyleri size emretmek ve sizi O’nun nehyettiği şeylerden nehyetmektir. Uzak-yakın herkese Allah’ın emrettiği şekilde muamele etmek, her hususta adaleti gözetmek ve hak hususunda hiç kimseden çekinmemektir.
Gördüğüm kadarıyla içinizde bazı kimseler vardır ki hiçbirini hakkıyla yerine getirmedikleri halde “Biz namaz kılanlarla birlikte namaz kılar, mücahitlerle birlikte cihat ederiz. Hicret de ederiz” diye dilleriyle temenni de bulunuyorlar. Biliniz ki iman kuru bir laf ve süsten ibaret değildir. Namaz için Allah Teâlâ’nın şart koştuğu bazı vakitler vardır. Namaz ancak bu vakitlerde kılınır. Sabah namazının vakti gecenin bittiği ve oruç tutmak isteyen kimsenin yemek yemesinin haram olduğu andan itibaren başlar. Bu namaza Kur’ân’dan büyük bir pay ayırınız. Öğle namazının vakti güneşin, göğün tam orta noktasından batıya doğru kaydığı anda başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli olduğu anda da son bulur. Bu da sıcak günlerde, yürümek isteyen kimselerin yola çıktıkları zamana denk gelmektedir. Kışınsa güneşin, göğün ortasından kaymasıyla başlar ve insanın güneşe yöneldiğinde onun sağ kaşları doğrultusunda oluncaya kadar devam eder. Bunlar da abdest, rükû ve secdelerin Allah Teâlâ’nın istediği gibi yerine getirilmesi şartına bağlıdır. Tâ ki hiç kimse namazında üşengeçlik ve tembellik yapmasın. İkindi namazının vakti güneşin pırıl pırıl parladığı ve henüz sararmaya yüz tutmadığı anda başlayan ve güneşin batışından hemen öncesine kadar süren vakittir. Bu da ağır yüklü bir devenin iki fersahlık bir yolu alacağı kadar bir zamana tekabül eder. Akşam namazı vakti güneşin batışıyla, oruçlunun iftar ettiği anda başlar. Yatsı namazının vakti ise gecenin kararmasıyla ve ufuklarda bulunan kızıllığın kayboluşuyla başlar ve gecenin üçte birine kadar devam eder. Kim yatsı namazını kılmadan yatarsa Allah Teâlâ ona uyku uyutmasın! İşte namaz vakitleri bu söylediğim gibidir. Allah Teâlâ, kitabında “Şüphesiz ki namaz mü’minlerin üzerine vakit(leri bel)li bir farzdır” (Nisâ Sûresi, 4/103) buyurmaktadır.
Bazı kişiler hicret etmedikleri halde “Hicret ettik!” diyorlar. Çünkü asıl hicret günahlardan uzaklaşmaktır. Bazıları ise “Biz cihat ediyoruz” diyorlar. Halbuki cihat Allah yolunda ve onun düşmanlarıyla savaşmanın yanında haramlardan da kaçınmaktır. Birçok kimse savaşır ve harp taktiklerini de iyi bilir; ancak bununla Allah katında bir ecir ve O’nun rızasını istemez. Böylelerinin ölümü herhangi bir kişinin ölümünden farksızdır. İnsan ne için savaşıyorsa karşılığı da ona göre olur. Bir kişi vardır, fıtraten cesurdur ve kahramanlık için çarpışır, bildiklerini ve bilmediklerini kurtarır. Bir kişi de vardır ki korkak tabiatlıdır ve annesini babasını düşmana teslim eder. Köpek bile sahibinin arkasında havlar.
Ey Müslümanlar! Oruçlu kimsenin yemesi, içmesi ve cinsi münasebette bulunması nasıl haramsa Müslümanlara eziyet etmesi de aynı şekilde haramdır. Oruçlu Müslüman elinden geldiğince kardeşlerine eziyet etmekten kaçınmalıdır; işte tam oruç budur. Bir de Müslüman Allah Teâlâ’nın, Peygamberi vasıtasıyla farz kıldığı zekâtı gönül hoşluğuyla ve isteyerek vermelidir. Aksi takdirde beklediği sevabı elde edemez. Söylediklerimi iyi belleyiniz.
Asıl soyulan insan elinden dini alınan kişidir. Mutlu kimse başkalarının halinden ibret alandır. Bahtsızlarsa annelerinin karnında iken bahtsız olanlardır. En kötü şey de dine sonradan sokuşturulan şeydir. Bir sünneti takiple ağır ağır yol almak bir bidati takiben koşmaktan çok daha hayırlıdır. Şurası bir gerçektir ki her insanda sultanına karşı, içinden gelen bir çekingenlik ve soğukluk vardır. Sizinle aramızda bir buğuz ve kin bulunmasından, keyfî ve istediği gibi hareket eden nefisten ve dünyayı âhirete tercih etmekten Allah Teâlâ’ya sığınırım. Ben sizlerin dalâlete düşüp insanlara zulmedenlere meyletmenizden korkuyorum. Sakın servet sahiplerine de meyledelim demeyin!
Kur’ân’dan asla ayrılmayın; çünkü o nur ve şifa kaynağıdır. Onun haricindekilerse şekâvet ve sapıklıktır. İşlerinizden Allah’ın beni vekil kıldığı şeyleri yerine getirmekte kusur etmedim. Size her zaman nasihatta bulundum. Rızıklarımızın temini için çalıştım. Sizlerden ordular teşkil ettim ve her türlü ihtiyaçlarınızı giderdim. Gittiğiniz her yerde size geniş konak yerleri buldum. Bu yüzden de Allah katında hiçbir bahane ve hüccetiniz yoktur. Aksine Allah Teâlâ’nın sizin aleyhinize hücceti vardır. Sözlerimi bitirirken hem kendim hem de sizler için Allah’tan bağışlanma diliyorum!”[1]
Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh), Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)ı yerine bırakarak Şam’a gitmek üzere bir atla Medine’den yola çıktı. Câbiye’ye ulaştığında mola verdi. Burada beliğ ve uzun bir hutbe irat etti. Bunda kısaca şunları söyledi:
“Ey insanlar! İç âleminizi ıslah ediniz ki dış âleminiz de ıslah olsun. Ahiretiniz için çalışıp amel ediniz ki dünya işlerinizde muhtaç olmayasınız. Kendisini Adem’in zürriyetinden saymayan kimse içinancak ölüm vardır. Allah Teâlâ da o kimse ile alakasını keser. Kim cennete giden yolu istiyorsa cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kişinin yanındadır. Bir araya gelen iki kişinin yanında bulunması ise uzak bir ihtimaldir. Sakın herhangi biriniz bir kadınla yalnız başına bir yerde bulunmasın. Çünkü böyle bir durumda üçüncüleri şeytan olur. Kim iyiliklerinden sevinç kötülüklerinden de üzüntü ve pişmanlık duyarsa o mü’mindir”.[2]
Dipnotlar
[1] Kenzü’l-Ummâl, 8/210.
[2] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 7/56.