Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ciğerparelerinden mübârek torunu Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) Efendimizi vefâtının sene-i devriyesi olan 7 Nisan tarihi vesilesiyle hayırla ve minnetle yâd ediyor, kısa bir hâl tercemesini sunmak istiyoruz.
Ehl-i Beyt hepimizin gözbebeğidir. Manevî fazîletlerinin yanı sıra, İslâmî ilimlerin her alanında ulu âlimlerin büyük bir kısmı ehl-i beyte mensuptur ve tarih boyunca büyük velîler ve kutublar da yine ehl-i beyt içinden çıkmıştır. Âhir zamanda zuhûr edecek olan Hazreti Mehdi (Aleyhi’r-Rıdvân) da Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ihbârından anlaşılacağı üzere ehl-i beytten olacaktır.
Neseb mühimdir ve bir kimsenin manevî ilerleyişinde önemli bir etkendir; fakat bu ilerleme ancak o kişinin ahlâkını ve hayatını nesebinde bulunan büyüklerin ahlâk ve hayat anlayışına uygun hâle getirmesiyle mümkün olabilir. Aksi takdirde neseb, mücerred bir üstünlük sebebi değildir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in soyu, hayatta kalan ve nesebi devam eden bir oğlu olmadığından, kızı Hazreti Fâtıma (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh) ile izdivâcından olan çocukları Hazreti Hasan ve Hüseyin (Radıyallâhu Anhumâ) efendilerimizle devam etmiş; Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ın soyuna mensup olanlara Şerîf denirken, (Radıyallâhu Anh)ın soyuna mensup olanlara ise Seyyid denilmiştir. Seyyid ve Şerifler, daha önce arz etmiş olduğumuz duruma binaen yalnızca ceddiyle övünen kimseler olarak kalmamış, bu aileye lâyık olmaya çalışıp bu yolda muvaffâk kılınarak ümmetin en fazîletli şahsiyetleri arasına girmişlerdir.
Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) Efendimiz’in Kısa Hâl Tercemesi
Künyesi ve nesebiyle beraber ifade etmek gerekirse tam adı: ‘Ebû Muhammed el-Hasen b. Alî b. Ebî Tâlib el-Kureşî el-Hâşimî’dir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ilk torunu; Hazreti Fâtıma ve Hazreti Ali (Radıyallâhu Anhümâ)nın büyük oğludur. Hicretin 3. senesi Şa‘bân ayında ya da Ramazân-ı Şerîf’in 15’inde doğmuş olabileceği rivâyet edilmiştir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) o doğduğunda sağ kulağına ezân, sol kulağına kâmet okuyup ismini bizzat vermiş ve Hazreti Fâtıma (Radıyallâhu Anhâ) validemize, saçlarının kesilerek ağırlığı miktarınca tasaddukta bulunmasını salık vermiştir. Mü’minlerin günümüzde de devam ettirdikleri bu sünnet bizlere sübut açısından, Hazreti Hasan ve sahâbeden olma şerefine nâil olmuş diğer büyüklerimiz (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în) üzerinden ulaşmıştır.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e benzerliği dikkat çeken Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) efendimiz; müctebâ, takî, zekî, sıbt, halîm-selîm gibi lakaplarıyla anılmış; cömert, sakin, vakarlı ve fitneden kaçmaya özen gösteren biri olarak bilinmiştir.
Hazreti Ebûbekir ve Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın hilâfetleri döneminin ardından Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh) döneminde fetih hareketleri ve seferlerde yer almıştır. Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh), isyancılar tarafından muhasara edildiği günlerde Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın vazifelendirmesiyle destek için yanında bulunmuş ve su taşıma görevini üstlenmiştir. Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)ı isyancılardan koruma konusunda Hazreti Hasan ve Hüseyin (Radıyallâhu Anhümâ) efendilerimiz yoğun bir çaba sarf etmişseler de, bunda muvaffâk olamamışlar ve hâdise şehâdetle neticelenmiştir.
Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)ın şehâdetinin ardından vuku bulan Cemel vak’ası ve Sıffin muharebesinde babasının yanında yer alan Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh), babasının şehâdetinin ardından halktan Kûfe’de biat aldı. Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)a hayatındayken kendisinden sonra Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ı veliaht tayin etmesi talep edildiğinde: “Bunu ne emreder ne de nehyederim” şeklinde cevap vermişti. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)ın da benzer bir tavrını oğlunun veliahtlığını gündeme getirenler karşısında sergilediğini hatırladığımızda, hilâfetin babadan sonra oğula intikalinin İslâmiyet’e aykırı bir durum olmadığını da anlamaktayız. Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın bu tavrı ayrıca; Şia’nın, Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ın kendisinin ardından Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ın imâmetini ilan ettiğine yönelik iddialarının da asılsız olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Şia’nın imâmet teorisinin imam olarak kabul ettikleri şahsiyetler tarafından da makbul karşılanmadığı ortaya çıkmaktadır.
Hilâfeti ve Savaşları Bitirip Müslümanların Barışını Tesis Etmesi
Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) hayatı boyunca savaştan değil daima barıştan yana oldu. Onun bu tavrını hilâfeti döneminde de sergilemesi, Hevâric’in ve kendisini istismar etme amacında olan taraftarlarının tepkisini çekti. Gördüğü tepkiler üzerine Hemdân kabilesine sığınmak zorunda kaldı. Savaşın kaçınılmaz olduğu bir vetirede yine barıştan yana tavır koyarak belirlediği birtakım şartları Abdullah bin Âmir aracılığıyla Hazreti Muâviye (Radıyallâhu Anh)a gönderdi. Şartların, Hazreti Muâviye (Radıyallâhu Anh) tarafından kabulünün ardından barışın Cemâziyelevvel ayında gerçekleştiği hicrî 41.sene; ‘âmü’l-cemâa’ (birlik senesi) ilan edildi.
Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh)ın, taraftarı geçinenlerin pek de hoşuna gitmeyen bu barışçıl tavrı Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in seneler evvel bir hutbede: “Bu benim evladım Hasan, seyyiddir. Allah (Celle Celâluhû) onunla iki büyük cemaati birbiriyle sulh ettirecektir” ifadeleriyle müjdelemiş olduğu bir durumdur. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hâdise gibi ihbârî niteliğini taşıyan hâdiseler pek çoktur ve bunlar birbiri ardına öyle etkileyici bir şekilde gerçekleşmiştir ki, tarihin bir kısmı adeta onun haberlerinden ibaret bir hâle gelmiştir. Vahyin muhatabı bir Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in geçmişten, vakıadan ve gelecekten birtakım haberler vermiş olması, nübüvvet inancında herhangi bir savrulma yaşamayan kimseler için anlaşılması zor olan bir iş değildir.
Yaklaşık olarak dört ay üç gün hilâfette kalan Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Hulefâ-i Râşidîn dönemini belirten hadîs-i şerîf’i de dikkate alınarak Râşid hâlifelerin beşincisi sayılmış ve onun hilâfetinin son bulması; râşid hâlifeler devrinin de tamamlanması sayılmıştır.
Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) efendimizin hicretin 49. senesinde yemeğine katılan bir zehrin tesiri sebebiyle şehâdet şerbetini içtiği rivâyet edilmiştir. Şehâdetiyle ilgili olarak, ona taraftar olduğunu iddia edenler tarafından pek çok şey uydurulmuşsa da, bu iddialar doğrulanabilir olmaktan uzak kalmıştır. Hazreti Hasan (Radıyallâhu Anh) efendimiz, Medîne-i Münevvere’deki mukaddes kabristan Cennetü’l-Baki‘de medfûn bulunmaktadır. Allah Te‘âlâ şefaatlerine nâil eylesin. Âmîn.