Hazreti Ömer efendimiz, başta adaleti olmak üzere ahlâkî hususiyetleriyle bizlere örnek teşkil eden büyük bir şahsiyettir. Hamiyet-i dîniyesi yüksek olan ve tespit ettiği aksaklıklar karşısında sert tavrıyla bilinen büyük halîfe, Allah (Celle Celâluhû)ya yönelik korku olarak ifade ettiğimiz “haşyetullâh” karşısında son derece hassas bir sahâbîdir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetine bağlılığın önemini, gerek rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfler, gerekse tatbikatıyla bizlere en güzel şekilde öğretmiştir.
Bir gün Hazreti Ömer, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hücresine varıp müsaade istedi. Hücreye girdiğinde Peygamber Efendimiz (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem) hasır üzerinde yatıyordu. Başının altında da içinde hurma lifi bulunan bir yastık vardı. Hazreti Ömer bu hâli görünce ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz (Sallâllahu Aleyhi ve Sellem): “Seni ağlatan nedir ya Ömer!” diye sorunca, Hazreti Ömer: “Acemistanın hükümdarı Kisra, Rum imparatoru Kayser zevk ü sefada yaşıyorlar. Sen, Allah (Celle Celâluhû)nun habîbi ise bu hâldesin, bundan sebep ağlıyorum.” diye cevap derdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Dünya onların, âhiret bizim olsun, râzı olmaz mısın Ya Ömer?” buyurdu.[1]
Râşid Halîfe’nin Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e İttibâsı
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetinden kıl kadar dahi ayrılmayan Hazreti Ömer, kendisini ağlatan bu hâlle hâllendi ve hayatı boyunca, ihtiyaç dışında dünya nimetlerinden uzak durmayı tercih etti. Hilâfeti devrinde de bu anlayıştan taviz vermedi. Nitekim Kudüs fethedildiğinde onun bu mukaddes şehre tevazulu bir şekilde girişi dillere destan olmuştur.
Hazreti Ömer Kudüs’e doğru hareket etmiş ve Câbiye’ye vardığında, aşere-i mübeşşereden olan büyük mücâhid Ebû Ubeyde ibini Cerrâh (Radıyallâhu Anh) komutasındaki İslâm ordusu mukaddes şehri teslim almıştı. Kudüs’ü daha önce yöneten heyetle görüşülecek ve İslâm devletinin şartlarının kabulüne yönelik bir antlaşma yapılacaktı. Hristiyanlardan oluşan heyet ve çevredeki ahali, Hazreti Ömer’in sıradan bir deve üzerinde mütevazı giyiminden çok etkilendi. Zira bu kadar kudretli ve kahramanlığı dillere destan bir devlet başkanının sergilediği bu tevazu, hiç de alışılmış bir şey değildi.
Heyeti Hayrete Düşüren Tevâzu
İslâmî ilimlerin birçok alanında önemli kaynak eserler telif etmiş olan Hâfız İbn Kesîr (Rahimehullâh)ın kaydettiğine göre; heyetin lideri, Hazreti Ömer’e: “Sen, Arapların hükümdarısın. Bu beldelerde deveye binmek senin için uygun olmaz. İstersen başka bir bineğe bin. Beygire binmen, senin açından Bizanslıların gözünde daha gösterişli olur.” şeklinde bir öneride bulundu. Hazreti Ömer ona: “Biz, Allah’ın İslâmiyet’le yücelttiği bir milletiz. Allah (Celle Celâluhû)dan başka bir mabuda tapmayız!” diyerek cevap verdi. Önüne serilen kadifeyi de, binmesi için getirilen beygiri de reddetti.[2]
Hazreti Ömer antlaşmayı müteakip Kudüs’e de aynı şekilde girdi. Önce namazını kıldı ve Mevlâ Te‘âlâ’ya bu zaferden ötürü şükretti. Sonrasında mü’minlere imam olup namaz kıldırdı.
Onun tevazuuna dair sayısız örnek kaydedilmiştir. Tayin ettiği vali ve kadıların da tevazulu olmasını ister, bu konudaki hassasiyetini onlara daima telkin ederdi. Mevlâ Te‘âlâ bizleri; ahlâk, fikir ve amelde onların yolundan ayırmasın!
Dipnotlar
[1] Buhârî, Tefsir:387. Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, No:12417.
[2] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 9, s. 664-666.