İslâm dünyası olarak 25 Ekim 2014 Cumartesi günü yeni bir hicrî yıla daha girmenin sevincini yaşıyoruz.
Bu vesileyle bütün islâm âleminin yeni hicri yılını tebrik ediyor; hicrî 1436 senesinin vatanımız, milletimiz, islâm dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını yüce rabbimizden niyaz ediyoruz.
Hicret ne demektir?
Sözlükte “terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” anlamına gelen hecr (hicrân) masdarından isim olan hicret “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen veya kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in ve Mekkeli müslümanların Medine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç eden müslümanlara muhâcir, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e ve muhâcirlere yardım eden Medineli müslümanlara da ensâr unvanı verilmiştir.
Bir hadiste, “Muhacir Allah’ın yasakladığı kötülük ve günahları terkeden kimsedir” denilmekte,[1] başka bir hadiste de hicretin “kötü şeyleri terketmek” anlamına geldiği belirtilmektedir[2]. Hicretin ahlâk ve zühd ile ilgisine işaret eden âyet ve hadisleri dikkate alan mutasavvıflar bu kavramı hem “haramları terkedip kötülüklerden uzaklaşmak”, hem de “nefsi terbiye etmek maksadıyla yolculuğa çıkmak” veya “kalben ve zihnen halkı terketmek” anlamında kullanmış, seyrü sülûk dedikleri mânevî yolculuğu da bir çeşit hicret saymışlardır.[3]
Mekke müşrikleri Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e karşı İslâmiyet’i tebliğe başladığı andan itibaren olumsuz bir tavır takındılar. Bu tavır sadece İslâm’ı reddetmekten ibaret kalmadı; Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) alaya alındı, ona inananlara baskı uygulandı ve bu baskılar İslâmiyet’in Mekke’de yayılmaya başlaması üzerine eziyet ve işkenceye dönüştü. Hatta Ammâr b. Yâsir(Radıyallâhu Anh)’in babası Yâsir(Radıyallâhu Anh) ve annesi Sümeyye(Radıyallâhu Anhâ) işkenceyle öldürüldü.
Müslümanlara ve Hz. Muhammed(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i koruyan Hâşimoğulları’na karşı uygulanan üç yıllık boykotun ardından Ebû Tâlib’in ölümü müşriklere fırsat verdi ve bizzat Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dahi birçok hakarete ve sataşmaya hedef oldu. Böyle bir ortamda İslâm’ı tebliğ edemeyeceğini anlayan Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Tâif’e giderek yeni bir çevrede davasını anlatmayı denediyse de çok sert bir tepkiyle karşılaştı ve Mekke’ye dönmek mecburiyetinde kaldı.
İkinci Akabe Biatı’nda Medineli müslümanlar Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i ve dolayısıyla Mekkeli müslümanları şehirlerine davet ederek geldiği takdirde canlarını, mallarını, kendi çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi onu koruyacaklarına, rahat günlerde de sıkıntılı anlarda da ona tâbi olacaklarına and içerek biatta bulundular. Müslümanların büyük çoğunluğunun Medine’ye yerleşmesi ve İslâmiyet’in orada güçlenmeye başlaması Mekke müşriklerini korkuttu; Hz. Muhammed(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in de bir gün oraya giderek ashabıyla birlikte kendilerine karşı bir tehlike oluşturacağından endişe ediyorlardı. Buna karşı bir tedbir almak üzere Dârünnedve’de toplandılar.
Dârünnedve’de uzun müzakerelerden sonra Ebû Cehil’in teklifiyle Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’i öldürme kararı alındı. Bu kararı sadece bir kişi değil, Kureyş kabilelerinin her birini temsilen görevlendirilecek silâhşörlerden oluşan bir grup yerine getirecek, böylece Hâşimoğulları’nın kan davasına kalkışması önlenecekti. Görevlendirilen kişiler suikast hazırlıklarına başlarken Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de Cebrâil(Aleyhisselâm) vasıtasıyla durumdan haberdar oldu, hicret etmek üzere harekete geçerek hemen Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in evine gitti, onunla birlikte bir plan hazırladı. Resûl-i Ekrem’i öldürmekle görevlendirilen Mekkeliler onu evinde bulamayınca hemen aramaya koyulmuşlardı. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh)’in evinde yapılan arama ve soruşturmalar da netice vermeyince bütün çevreyi taramaya başladılar ve etrafa haberciler göndererek onların başına ödül koyduklarını ilân ettiler. Bu aramalar sırasında içlerinden bir grup saklandıkları mağaranın yanına kadar gelmişti. Hz. Ebû Bekir(Radıyallâhu Anh) duyduğu seslerden endişe ederek, “Ey Allah’ın resulü! Eğilip baksalar bizi görecekler” diyor, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise Kur’an’da da işaret edildiği üzere, “Üzülme, elbette Allah bizimledir” cevabıyla onu teskin ediyordu.[4] Medine’ye salimen ulaşabilmek için işlek ve mûtat yollar yerine farklı bir güzergâh tercih edilmiş ve bazan sarp dağ geçitlerinden, bazan çöllerin arasından geçilmiştir. Buna rağmen zaman zaman takibe uğradılar, sorguya çekildiler ve tehlikeli anlar yaşadılar.
Ashabına kavuşan Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Medine’ye bir saatlik mesafede bulunan Kubâ mevkiinde Evs kabilesinin bir kolu olan Amr b. Avfoğulları’ndan Külsûm b. Hidm’in evine inerek bir süre dinlendi. Bu süre zarfında Kubâ’da hemen bir mescid yaptıran Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir cuma günü buradan ayrıldı ve Medine’ye yöneldi. Rânûnâ vadisine gelince Sâlim b. Avf kabilesine uğrayarak ilk cuma namazını kıldırdı; namazdan sonra da şehre ulaştı. Büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılanan Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), kendisini evlerine davet eden kimseleri kırmamak için güzel bir usul buldu ve devesi Kasvâ’nın serbest bırakılmasını isteyerek onun çöktüğü yere en yakın eve ineceğini söyledi. Devenin, daha sonra Mescid-i Nebevî’nin yapıldığı boş bir arsaya çökmesi üzerine de en yakındaki evin sahibi Ebû Eyyûb el-Ensârî(Radıyallâhu Anh)’nin misafiri oldu. Burada yedi ay kadar kaldıktan sonra mescidin bitişiğinde inşa edilen odalarına taşındı.
Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Mekke’den Medine’ye hicretiyle İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Hadise sadece bir mekân değişikliği boyutunda kalmamış, İslâm’ın daveti, teşrî faaliyeti ve siyaseti açısından bir dönüm noktası olmuştur. Hicretten sonra muhacirlerle ensar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışmanın oluştuğu görülmektedir. Bunun sağlanmasında, İslâm’ın esasları ve mensuplarına telkin ettiği kardeşlik anlayışı kadar Hz. Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in uygulamaya koyduğu “muâhât” ameliyesinin de etkisi büyük olmuştur. Bu ameliye hicretten hemen sonra gerçekleştirilmiş ve Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), ensarla muhacirleri bir araya getirerek her muhacir için ensardan bir kardeş tayin etmişti. Siyasî, iktisadî, içtimaî, dinî ve askerî pek çok fayda sağlayan muâhât, İslâm toplumunun yapılanmasındaki rolü bakımından hicrete anlam kazandırmış ve muhacirlerin Medine’deki hayatlarını kolaylaştırmıştır.
Bu derece önem verilmesine bağlı olarak hicretin daha Peygamber(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) döneminde bir takvim ve tarih başlangıcı sayıldığı görülmektedir. Ashabın, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in hayatını Mekke ve Medine dönemi diye ikiye ayırması ve bu dönemlere ait yılları birbirini tamamlayacak şekilde değil ayrı ayrı zikretmesi[5] bu hususun ilk işaretidir. Ayrıca İbn-i Şihâb ez-Zührî’den, Resûl-i Ekrem(Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Medine’ye gelince bir takvim hazırlanmasını istediği, bunun üzerine hicretin gerçekleştiği rebîülevvel ayının tarih başlangıcı olarak belirlendiği rivayet edilirse de bu rivayet fazla kabul görmemiştir[6]. Hicretin resmen takvim başlangıcı sayılması Hz. Ömer(Radıyallâhu Anh) zamanında 17 (638) yılında gerçekleşmiştir.[7]
SENE SONU, SENE BAŞI DUALARI
SENE SONU DUÂSI 30 zilhicce 1435/24 Ekim Cuma 2014
Rivayet olunduğuna göre; “Her kim zilhiccenin sonunda üç kere:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَصَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلَّمَ اَللّٰهُمَّ مَا عَمِلْتُهُ فِي هٰذِهِ السَّنَةِ مِمَّا نَهَيْتَنِي عَنْهُ وَلَمْ تَرْضَهُ وَنَسِيتُهُ وَلَمْ تَنْسَهُ وَحَلُمْتَ عَلَىَّ بَعْدَ قُدْرَتِكَ عَلٰى عُقُوبَتِي وَدَعَوْتَنِي إِلَى التَّوْبَةِ مِنْهُ بَعْدَ جَرآءَتِي عَلٰى مَعْصِيَتِكَ اَللّٰهُمَّ فَإِنِّي أَسْتَغْفِرُكَ مِنْهُ فَاغْفِرْلِي وَمَا عَمِلْتُ فِيهِ مِنْ عَمَلٍ تَرْضَاهُ وَوَعَدْتَنِي عَلَيْهِ الثَّوَابَ فَأَسْأَلُكَ اَللّٰهُمَّ يَا كَرِيمُ يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ أَنْ تَقْبَلَهُ مِنِّي وَلَا تَقْطَعَ رَجَائِ مِنْكَ يَاكَرِيمُ وَصَلَّى اللّٰهُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى أٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلَّمَ.
“Ey Allâh! Senin razı olmayıp beni nehyettiğin şeylerden bu sene her ne yaptıysam, ben onları unuttum, Sen ise unutmadın. Bana ceza vermeye kadirken mühlet verdin ve ben Sana karşı gelme cüreti göstermişken beni tevbeye davet ettin.
Ey Allâh! Ben bütün bunlardan dolayı Senden mağfiret diliyorum. Beni bağışla!
Ey kerem sâhibi! Ey celâl ve ikrâm sâhibi! Senin râzı olup bana sevap vaadettiğin hangi amelleri bu sene işlediysem, Senden dilerim ki, onları kabul edesin ve Senden ümidimi kesmeyesin!
Ey kerem sâhibi, kabul eyle! Efendimiz Muhammed’e ve âl-i ashâbına salât-ü selâm eyle!” derse, şeytan:
“Biz, bir sene yorulup bu günâhları işletmek için zahmet çektik, o bir anda hepsini sildirdi!” deyip yüzüne toprak saçarak kaçar.” (Allâme Safûrî, Nüzhetü’l-mecâlis:1/156; Mâü’l-ayneyn, Na‘tü’l-bidâyât, sh:165)
SENE BAŞI DUÂSI 1 Muharrem 1436/25 Ekim Cumartesi 2014
Rivayet edildiğine göre: “Her kim muharrem ayının evvelinde üç kere:
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَالصَّلَاةُ وَالسَّلَامُ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ. اَللّٰهُمَّ أَنْتَ الْأَبَدِىُّ الْقَدِيمُ، اَلْحَىُّ الْكَرِيمُ، اَلْحَنَّانُ الْمَنَّانُ، وَهٰذِهِ سَنَةٌ جَدِيدَةٌ! أَسْأَلُكَ فِيهَا الْعِصْمَةَ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ وَاَوْلِيَائِهِ وَالْعَوْنَ عَلٰى هٰذِهِ النَّفْسِ الْأَمَّارَةِ بِالسُّوءِ وَالْإِشْتِغَالَ بِمَا يُقَرِّبُنِي إِلَيْكَ يَا كَرِيمُ! يَا ذَا الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ. وَصَلَّى اللَّهُ وَسَلَّمَ عَلٰى سَيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى أٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَأَهْلِ بَيْتِهِ أَجْمَعِينَ.
‘Bütün hamdler, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a aittir! Salât-ü selâm, Efendimiz Muhammed’in ve âl-i ashâbının tamamının üzerine olsun!
Ey Allâh! Sen Ebedî’sin, Kadîm’sin (başlangıcın ve sonun yoktur)! Hayy’sın, Kerîm’sin (hakikî hayat sahibi de, kerem sahibi de ancak Sensin)! Hannân’sın, Mennân’sın (son derece acıyan ve çokça lütuflarda bulunan Rabbimizsin)!
İşte bu yeni senedir! Ben bu sene Senden dilerim ki beni kovulmuş şeytandan ve onun dostlarından koruyasın, kötülüğü çokça emreden bu nefse karşı bana yardım edesin ve beni Sana yaklaştıran amellerle meşgul edesin.
Ey kerem sâhibi! Ey celâl ve ikrâm sahibi! Ey acıyanların en merhametlisi! Rahmetinle kabul eyle!’
Allâh-u Te‘âlâ, Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, âl-i ashâbının ve Ehl-i Beyt’inin tamamına salât ve selâm eylesin!’ derse, şeytan:
‘Biz bu kişiden ümidi kestik!’ der ve Allâh (Celle Celâlühû) ona, kendisini sene boyunca koruyacak iki melek görevlendirir.” (Allâme Safûrî, Nüzhetü’l-mecâlis:1/156; Mâü’l-ayneyn, Na‘tü’l-bidâyât, sh:165)
Şihâbüddîn es-Sühreverdî (Kuddise Sirruhû)dan nakledildiğine göre; bu duâyı (sene başı duasını) âşûrâ günü üç kere okuyan o sene ölmekten emin olur. Zira eceli takdir edilen kişiye o gün bu duâyı bu şekilde okumak nasip olmaz!
SENE SONU VE SENE BAŞI ORUÇLARI
İbni Hacer’in Hafsa vâlidemizden rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte:
عَنْ حَفْصَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ اَنَّهُ قَالَ: مَنْ صَامَ آخِرَ يَوْمٍ مِنْ ذِى الْحِجَّةِ وَاَوَّلَ يَوْمٍ مِنَ الْمُحَرَّمِ جَعَلَهُ اللَّهُ لَهُ كَفَّارَةَ خَمْسِينَ سَنَةً.
“Zilhiccenin son günüyle Muharremin ilk gününü oruçlu geçiren kişiye Allâh-u Te‘âlâ elli senelik keffâret yazar.” buyrulmuştur. (Mâü’l-ayneyn, Na‘tü’l-bidâyât, sh:167)
Dipnotlar
[1] Buhârî, “Îmân”, 4; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 4, “Vitir”, 11
[2] Müsned, IV, 114
[3] Reşîdüddîn-i Meybüdî, I, 58
[4] et-Tevbe 9/40
[5] (Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 28, 45, “Meġāzî”, 85; Müslim, “Feżâil”, 113, 118, 121, 123)
[6] (İbn Hacer, VII, 268)
[7] Ahmet Önkal, DİA. Cilt: 17, 458, 459, 460, 461, 462 nolu sayfalardan özetlenmiştir.