Hızır Ali Muratoğlu Hocamızı şehâdetinin 20. sene devriyesinde örnek ahlâkı, ilmi, tevazuu, takvası ve hizmetleriyle hatırlıyor, hayırla, şükranla ve minnetle yâd ediyoruz.
1942 milâdî senesinde, Yakup Bey ve Hamdiye Hanım’ın izdivaçlarının latif bir semeresi olarak, Rize’de dünyayı teşrif buyurmuşlardır.
İsminin Konuluşu…
O seneler kısmetsizliğin ve maişet sıkıntısının el ile tutulabilir hâle geldiği mazlum senelerdir. Bir Ramazan arifesi, Yakup Bey ve Hamdiye Hanım’ın mahzun hanelerinde de bu sıkıntı baş göstermiş ve had safhaya ulaşmıştır.
Rize eşrafından hayırsever, zengin bir zat, bu sıkıntılı aileye, Ramazan-ı Şerifin ilk gecesi, hatırı sayılır bir yardımda bulunur. Mahzun hane,
(وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ …)
“Beklememekte olduğu bir taraftan da onu rızıklandırır!..”[1] âyet-i kerîmesinin tecellisi ile şükranı mucip bir sürura bürünür.
Böylece Hamdiye Hanım, birkaç gün sonra dünyaya gelen ve daha doğmadan haneye bereket getiren yavrusuna, mezkûr hadisenin tesirinde kalarak ‘Hızır’ ismini koyar.
Daha Küçük Yaşta İzhar Ettiği Faziletler…
Hızır Efendi’nin muhterem babaları balıkçılık ile uğraşan, şahsiyetli, cömert ve dindar bir zat idi. Yaz mevsiminde evlatlarını Kur’ân tedrisine gönderirdi. Cami İmamı, Hızır Efendi’de farklı bir hâl olduğunu söyler ve kendisine hususi alaka gösterirdi.
Arkadaşları arasında da dine düşkünlüğü ile temayüz ettiği için ‘Molla’ diye hitap edilir olmuştur.
(…ذَلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ…)
“…İşte bu, Allâh’ın fazl(u ihsan)ıdır ki onu dilediği kimse ye verir…”[2]
Daha küçük yaşlarda, kıymetli validesinin kendisini yıkamak için hazırladığı suyu görünce,
(إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ…)
“…Muhakkak ki bunda tefekkür ehli için nice ayetler/ibretler vardır.”[3] âyet-i kerîmesinin sırrına mazhar olmuşçasına, “Anneciğim! Cehennem de böyle sıcak mı olacak?’’ diyerek günahsız bir yavru olmasına rağmen ahiretin şuurunda olduğunu izhar etmesi ve derunî bir tefekkür ufkundan haber vermesi, ibretlik bir hadisedir.
Küçük yaşta olmasına rağmen, dikkati calip bir temizlik ve tertip edebine sahip ve büyüklerine
(وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ…)
“…Allâh çokça temizlenen o kişileri sever.”[4] hitab-ı celili hususunda bir üsve-i hasene mesabesinde olduğu nakledilmektedir.
Tahsili…
İlk ve orta tahsilini Rize’de tamamlar. Liseyi de başarı ile bitirdikten sonra, ailesi onu ‘tıbbiye okuyup tabip olsun’ diye İstanbul’a gönderir. Bindiği otobüsün arıza yapması sebebiyle, tıp fakültesinin imtihanına yetişemez. Tıp fakültesine kayıt yaptıramayınca da edebiyat fakültesinin Arapça-Farsça bölümüne yazılır. Sonraki yıllarda bir dost sohbeti ona, üniversiteyi ihmal ettirecektir.
Hızır Efendi, ‘’Üniversitede en çok hoşuma giden, koridorda cübbemi yere serip şalvar ve sarığımla namaza durduğumda, insanların bana gülüp geçmeleri idi’’ diyerek,
(…وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ…)
“…Onlar kınayıcı kimselerin sataşmalarından korkmazlar…”[5] âyet-i kerîmesi ile nasıl amel edileceğini bizlere öğretiyordu. İleride bu manayı şu ifadelerle şiire dökecektir:
“De, korkma, ‘Müslümanım’! Göğsün imanla dolsun!
İrtica ‘İslam’ ise, başımın tacı olsun!”
İlerleyen yıllarda edebiyat fakültesini bitirerek mezun olur.
Dipnotlar
[1] Talâk Sûresi:3
[2] Mâide Sûresi:54’den. Aynı vurgunun yer aldığı diğer âyet-i kerîmeler için bkz. Hadîd Sûresi:21; Cuma Sûresi:4
[3] Ra‘d Sûresi:3’den. Aynı vurgunun yer aldığı diğer âyet-i kerîmeler için bkz. Rûm Sûresi:21; Zümer Sûresi:42; Câsiye Sûresi:13
[4] Tevbe Sûresi:108’den.
[5] Mâide Sûresi:54