Hızır Ali Muradoğlu Hocamızı şehâdetinin 21. sene-i devriyesinde; zühdü ve takvâsı, sünnete ittibâ konusunda hassasiyeti, örnek şahsiyeti ve İslâm dâvâsına sadakatiyle hatırlıyor, hayırla ve minnetle yâd ediyoruz. Hayatı ve fikirleri hakkında malûmata ve sohbetlerine buradan ulaşabilirsiniz…
28 Şubat zulmünün sürdüğü zamanlarda, Müslüman Anadolu halkının üzerine çöken o karabasanlı günlerde İsmailağa Camii içerisinde şehîd edildi Hızır Efendi.
17 Mayıs 1998 tarihinde, damadı olduğu Müceddid Şeyh Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri’nin sohbetinin ardından her zaman yaptığı gibi hizmet gayesiyle cemaatin suallerine ve dertlerine cevap ararken şehîd edildi.
Sevenlerinin ve ihvân kardeşlerinin dışında, şehâdeti İslâmî kesimi pek de alâkadar etmeyen Hızır Efendi’nin katilleri hâlâ bulun(a)madı.
Kısa Hâl Tercemesi
Hızır Efendi 1942 yılında Rize’de Yakup Efendi ile Hamdiye Hanımın çocuğu olarak dünyaya geldi. Dördü erkek olan altı kardeşten biridir. Babası Yakup Efendi balıkçılıkla uğraşan cömert ve namaz ehli bir zâttı. Hızır Efendi, çocukluğunda mahalle camii imamından ders almaya başladı. İlme hevesliydi. İlk ve orta öğrenimini memleketinde tamamladı.
Talebelik hayatı sürekli öğrenim ve gelişimle geçen Hızır Efendi, bir gün Nuri Erkan Hoca Efendi’ye gelerek kendisinden Arapça dersi almak istediğini söyler. Nuri Hoca Efendi de kendisine: “Sen bana okul derslerinde yardımcı olursan ben de sana Arapça okuturum” diye cevap verir. Bu sayede Nuri Erkan Hoca Efendi vasıtasıyla müstakbel kayınpederi ve şeyhi Mahmud Efendi Hazretleriyle tanışır ve bir müddet sonra da kendisine intisâb eder.
Bir gün İsmailağa Cami-i Şerîfinde rahlenin başında ders mütalâa ederken, Şeyhi Mahmud Efendi Hazretleri gelip kendisine, “Hızır hoca kızımı sana veriyorum” diyerek oradan ayrılır. Böylece Hızır Efendi, şeyhinin damadı olma şerefine de nâil olur. Bu evlilikten biri erkek, diğeri kız olmak üzere iki evlâdı dünyaya gelir. 1991 yılında Fatih Çarşambada, Çukurbostan Camii’nde imamlık vazifesine başlar.
Hızır Efendi, şeyhinin bulunmadığı veya hasta olduğu vakitlerde onun yerine sohbet ederek cemaati irşâd ederdi. Bir müddet sonra hanımı hastalanınca, ailesinin hizmetine koşmak zorunda kaldı. Hasta eşinin hizmetine giderken, “Nereye gidiyorsun hocam?” diye soranlara hiçbir olumsuzluk belirtisi hissettirmeden: “Efendimin parçasının yanına gidiyorum” diye cevap verirdi. Bu hizmetinin karşılığı olarak kendisine büyük nimetler bahşedilmiş ve bu nimetler, daha kabre konulunca kendisine ihsân edilmeye başlanmıştır.
Hızır Efendi’yi şehâdetinden sonra bir dostu mana âleminde görür ve kendisine sorar: “Seni nasıl karşıladılar?”
Hızır Efendi cevap verir: “Hasta olan hanımıma hizmet ettiğim için kabre konulduğum zaman beni, Allah (Celle Celâluhû) bizzat karşıladı.”
İhvândan bazılarının Mahmud Efendi Hazretlerinden sonra kendisini şeyhliğe namzet görmelerinden çok rahatsızlık duyar ve her vakit şeyhinden önce ve onun elleriyle kabre konulma arzusunu dile getirirdi. Hatta son yaptığı hacda, “(İslâm’ı) tavizsiz yaşayan zâtın (Mahmud Efendi Hazretleri’nin) sohbetinden sonra ruhumu al yâ Rab!” diye duâ etmiştir. Hızır Efendi’nin şehâdeti, duâsında belirttiği gibi, bir Pazar günü Mahmud Efendi Hazretleri’nin sohbetinden sonra olmuştur.
Cevapsız Sualler…
İsmailağa Camii içerisinde gerçekleştirilen bu cinayetin amacı neydi ve suikastı tertipleyenler kimlerdi? Arka plânda neler düşünülmüştü de, Hızır Efendi’nin şehîd edilmesine karar verilmişti? Bu soruların cevapları hâlâ bulun(a)madı! Suikast bir delinin üzerine yıkılarak dosya kapatıldı. Oysaki suikastla ilgili cevap bekleyen birçok soru vardı…
31 Ocak 2002 tarihinde Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi, “cezai ehliyeti olmadığı” gerekçesiyle, tutuklu bulunan sanığı serbest bıraktı. Hızır Efendi’nin cinayetindeki sır perdesi hâlâ aralanamamış, üzerinden bu kadar sene geçmesine rağmen cevap bekleyen sorular hâlâ cevaplandırılmamıştır. Bu sorular hakkaniyetle cevaplandırılmalıdır ki, gelecek nesillere İslâm düşmanlarından temizlenmiş bir memleket bırakabilmek mümkün olsun!