(هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُولُو الْأَلْبَاب…)
“…Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?..” [1] âyet-i kerîmesini idrakte örnek bir şahsiyet olan Hızır Efendi, hocaları yüceltmekten yüksünmezdi.
Bir gün Mahmud Eren Hoca Efendi, kendisini, talebelere mektûbât okuması için medreseye davet eder. Hızır Efendi: ‘’Ben hocalara mektûbât okuyamam!’’ diyerek mütevazı bir eda ile talebi geri çevirir. Hızır Efendi’ye daha fazla ısrar edemeyen, ancak talebelerinde tarikatı ve Efendi Hazretlerimizi anlama hususunda böyle bir ‘bahr-i umman’dan bînasip kalmasına gönlü razı olmayan Mahmud Eren Hoca Efendi, bu teklifini Efendi Hazretlerimize arz eder. Efendi Hazretlerimiz de müspet cevap verince; ertesi gün Hızır Efendi, eline Mektûbâtını alıp apar topar derse gelir.
Bir sohbetinde ilmin basit bir şey olmadığını, yüksek gayretlerle ancak ele geçeceğini şöyle ifade eder:
“Bunlar fıkıh meselesidir. Herkesin buna karışması doğru olmaz. Bir emsile bina okumakla hepsine fetva verebileceğini zannetme! Bir mesele hakkında yüz kitapta fetva vardır. Fetva verebilmen için onların hepsini okuman lâzım. O kitaplarda muteber ve kaynağı sağlam olacak. Herkes para kazanmak için kitap tercüme ediyor. Adamın Arapçadan haberi yok, Arapça kitabı tercüme etmiş. Nasıl etmiş bilmem. Herhâlde bir Arapça bilene para verip ettirtmiş. Mesuliyetli şeylerden uzak olmak lazım!”
Hızır Efendi bu düşüncelerini şu ifadelerle şiire dökmüştür;
Kalem eline alan bilir-bilmez yazıyor,
Çözülmüyor olaylar, belki daha azıyor.
Hususiyetle,
“خيركم من تعلم القرآن و علمه”
“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”[2] hadîs-i şerîfinden çok tesirlenen Hızır Efendi, yakınlarından bir hafıza: ‘’Hafızlık icazetini bana ver, bende sana üniversite diplomamı vereyim!’’ diyerek, hafız olmaya duyduğu iştiyakı dile getirmiştir:
Bugün (ELİF)’teysem ondan söylerim,
Yarın (BE) isem ben onu derim.
Ulaşım yolları devamlı açık!
Belki en sonunda (YA)ya giderim.
Diyen Hızır Efendi, ilme karşı olan bu iştiyakını lafta bırakmamış ve her gün bir ayet ezberleyerek onca meşguliyet arasında hafızlığını itmama gayret etmiştir.
Maruf Seferleri ve İrşâd…
(…وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَر)
“İçinizden hayra davet eden, iyiyi ve doğruyu emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun!”[3] âyet-i kerîmesinin ilhamı ve Ali Haydar Efendi’nin: ‘’Dîn-i mübîn-i İslâm’ın devamı ve bekası, emr-i bi’l-marufun devamı ve bekasına; dîn-i mübîn-i İslâm’ın inkırazı da, emr-i bi’l-marufun inkırazına bağlıdır…’’ sözüyle ayyuka çıkan bir heyecanla tebliğ ve irşâda ehemmiyet gösterir ve daima maruf seferlerine çıkar imiş.
Gayet güler yüzlü, anlayışlı, samimi, karşısındaki insanın iyiliğini lafta değil hakikaten düşündüğünü ve onun için üzüldüğünü hissettiren içten tavrıyla tesirli olup bir ibadet zabıtası gibi her şeye karışan, zebani gibi önüne gelene çatan, sataşan bir edası asla yok idi.
Tebliğ ve irşad maksadıyla yurt dışına da giden Hoca Efendi; Azerbaycan, Almanya ve İran gibi bazı ülkeleri ziyaret etmiş ve oralarda da tanıştığı insanların da sevgi ve hürmetini kazanmıştır.
Hızır Efendi, sürekli olarak camiinde vaazlara devam eder, vaazlarında çok dakikane tespitlerde bulunur ve cemaati tefekküre sevk ederdi. Şu tespiti gerçekten ibretliktir:
‘’Birisi nağme ile miras ayetini okuyor, onu dinleyince ağlıyorsun ama onun manasını sana söylediği vakit kabul etmiyorsun. Demek ki sen Kuran’a değil makama ağlıyorsun.’’
Hoca Efendinin güzide vaazları kayıt altına alınmış ve şehadetinden sonra kitap haline getirilmiştir.
Dipnotlar
[1] Zümer Sûresi:9’dan.
[2] Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân:21
[3] Âl-i İmrân Sûresi:104