Hızır Efendi, üniversite yıllarında Kocamustafapaşa’da, Sarıgüzel Korkutata sokakta ikamet ederken, ‘İmam-ı Azam’ denmekle maruf, Nuri Hoca Efendi’nin vazifeli bulunduğu ‘Gül Camii’ne gidermiş.
Ab-ı Hayatı Ararken
Bir gün, Hoca Efendi’ye: ‘’Bana Arapça hususunda yardımcı olur musunuz?’’ şeklinde bir rica ile maruzatta bulunur. Nuri Hoca Efendi de: ‘’Sen bana okul derslerinde yardımcı olursan, bende sana Arapça hususunda yardımcı olurum’’ diye bir teklif ile mukabelede bulunur. Böylece samimiyetleri artar. Nuri Hoca, Hızır Efendi’yi hakiki bir dost ile tanıştırma arifesindedir; Hızır Efendi de ‘Hızır’ını bulma…
Derken, Nuri Hoca, Hızır Efendi’nin elinden tutar ve onu ‘Hızır’ının huzuruna çıkartır. Habersizce birbirlerini arayan dostlar, sonunda bulmuşlardır… Su çatlağına kavuşmuştur…
Hızır (Aleyhisselam)ı görme temennisiyle, bilâ-fasıla kırk gün, sabah namazlarında Fatih Camii’ne müdavim olan Hızır Efendi, kırkıncı gün, sabah namazının sünnetini eda edip farzı beklerken, omzuna dokunan meçhul bir zatın: “Aradığın Hızır, İsmailağa Cami-i şerifindedir’’ diyerek sırra kadem basmasıyla, aradığı ‘Hızır’ı bulduğuna teyakkun etmiştir.
Araşan yarenler buluşur bir gün.
Yitik su çatlağın kavuşur bir gün.
Kamusun ‘Hızır’ı arayadursun!
‘Hızır’ hanemize erişir bir gün…
Seyr-i Sülûkteki Hızlı İlerleyişi…
Efendi Hazretleri’miz ile tanıştıktan sonra kendisini seyr-i sülûke adayan Hızır Efendi, manevî tekâmülünü süratle itmama gayret gösteriyor ve bu yoldaki nice muvaffakiyetleri, akranı ve etrafınca temaşa ediliyordu. Bu dikkati calip terakkisi, kimilerini sevince, kimilerini gıptaya, kimilerini de haset ve kıskançlığa gark ediyordu. Etrafındaki zevattan biri şöyle anlatıyor:
“Hızır Efendi’nin çok kısa sürede hepimizi geçmesi ve Efendi Hazretleri’ne bizden yakın oluşu, beni rahatsız etmişti. Bir gece rüyamda kendimi, Hızır Efendi ile beraber gördüm. Efendi Hazretleri -elinde bir bıçak olduğu halde- bize şöyle diyordu: ‘Hazırlanın! İkinizi de biraz sonra keseceğim…’
Kesmek için bıçağını biler vaziyette bana işaret etti. Ben de: ‘Yahu insan kesmek İslâm’ın neresinde var? Tarîkatta böyle şeyler olur mu? Bu da nerden çıktı?’ diye mırıldana mırıldana Efendi’nin yanına vardım. Başımı uzattım. Tam bıçağı kaldırınca, hemen kaçıp bir duvarın arkasına gizlendim. Daha sonra Hızır Efendi’ye işaret buyurdular. Hızır Efendi, tebessümle gelip başını şeyhinin önüne koydu. Bıçak boynunu kestiği halde tebessüm etmeye devam ediyordu.
Bu rüyayı gördüğüm günün sabahı, Hızır Efendi’nin Camii’ne gittim ve elini öpüp helallik istedim.’’
Bu ibret vesikasından da anlaşıldığı üzere Hızır Efendi’nin terakkisi, Yüce Kitabımızın şu ayât-ı atiyesinde bahsi geçen teslimiyete sahip olması ile alakalıdır:
قَالَ يَابُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَاأَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِين. فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِين. وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَاإِبْرَاهِيمُ. قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
“Derken o (doğup büyüyerek) onunla birlikte (işlerinde) koşturmaya (imkân bulacağı on üç yaş gibi bir çağa) ulaşmıştı ki (babası ona): ’Ey oğulcağızım! Şüphesiz ben (art arda) uykuda görüyorum ki, kesinlikle ben seni boğazlamaktayım! Artık sen de (bir) bak ki ne şeyi düşünürsün?’ dedi. O da: ‘Ey benim babam! Emrolunmakta olduğun şeyi (hiç düşünmeksizin hemen) yap! İnşâAllâh beni pek yakında sabredenlerden bulacaksın!” dedi. Ne zaman ki o ikisi (Allâh-u Te‘âlâ’nın hükmüne) tamamen teslim oldular da, o onu alnının yanı üzere (yere) yıktı. Biz de ona nidâ ettik ki: ‘Ey İbrâhîm! Muhakkak sen o rüyayı gerçekleştirdin!’ (İşte o zaman Biz onlara bolca sevap verdik.) İşte şüphesiz Biz (İbrâhîm ve İsmâîl (Aleyhimesselâm) gibi) güzel amelde bulunanları ancak böyle mükâfatlandırırız.” (Sâffât Sûresi:102, 103, 104 ve 105)
Tarîkattaki Manevî Mevkii…
Hızır Efendi, Allah Te‘âlâ’ya giden manevî yolda yüksek mertebelere ulaşmış, pek nasipdâr, çok bereketli ve bulunduğu mekânda feyzin el ile tutulurcasına hissedildiği bir zat idi. Bir şiirlerinde şöyle buyurmuşlardır:
‘’Zat’ı ile onu bilmek hayrettir,
Esmasıfat hem Zat’a delalettir,
O’na miraç ne büyük bir haslettir,
Birdir Allah, birliğinde şek yoktur.’’
Faziletleri çoktur. Buna rağmen kerametlere pek itibar etmez bir tavrı vardı. Bu tavrında Efendi Hazretlerimizin: ‘’Bu yolda kendini gizle!’’ tembihinin de tesiri vardır.
Daha önce naklettiğimiz bir hatırasını aşağıda zikredeceğimiz meseleden dolayı bir kez daha hatırlayalım: Bir gün âdetleri üzere bir emr-i bi’l-maruf seferine çıkarlar. Emr-i bi’l-maruf cemaatinin içerisinde latifeperverliği ile maruf “Abdulmetin Hoca Efendi” de vardır. Sefer boyunca Hızır Efendi’yi, bir keramet göstermesi hususunda tahrik eder. Ve ısrarları hat safhaya ulaşır. Malatya Darende’de bir havuzun etrafında istirahate çekildikleri esnada yine “Abdulmetin Hoca” Hızır Efendi’ye havuzdaki balıkları göstererek muzip bir eda ile:
“Hocam sen bizim kafile reisimizsin. Şu balıklarında bir reisi olmalı. Ona seslenseniz de yanımıza gelse!’’ der. Hızır Efendi ısrarına dayanamayıp balıklara:
“Ey balıklar! Ben, Mahmud Efendi’nin damadı ‘Hızır!’ Şu anda ben, bu cemaatin reisiyim. Sizin de reisiniz kimse öne çıksın, gelsin!’ diye seslenir. O anda arkalardan irice bir balık çıkıp öne doğru gelir ve başını sudan çıkarıp Hızır Efendi’ye bakar. Cemaat hayretler içerisindedir. Hızır Efendi ‘’Tamam!’’ der. Balık suya dalıp gözden kaybolur.
Aslında burada, ziyade dikkate şayan bir nokta vardır ki, filvaki Hızır Efendi’yi ‘Hızır Efendi’ yapan şey de budur; “Ben, Mahmud Efendi’nin damadı Hızır” cümlesi.
Bu hususta Efendi Hazretlerimiz de şöyle buyurmuştur:
“Bu kapıda bazı hocalar, manevi hallerini gizlemeyip aşikâr ettikleri için müridlerimiz ile bizim aramızda perde olmuş ve birçok ihvânın kaybedilmesine sebep olmuşlardır. Hızır Efendi ise ihvân ile aramızda köprü olup birçoklarının kazanılmasına sebep olmuştur.”
Zikir ile çok meşgul olur, keyifle zikrettiği her halinden anlaşılır, etrafındakilere melekleri kıskandıracak bir Allah’a yakınlık hâli ihsas ederdi. Bir şiirinde şöyle der:
‘’Kıskanma insanı! Rabbini ansın,
Gönlünü pak etsin, zikirle kansın…
Rabbini anmayan incelemiyor.
Zikirle incelsin, tutuşsun, yansın…’’