Hicretten 8 yıl sonra, Milâdi 630 senesinde, Huneyn vadisinde meydana gelmiştir. Diğer ismi Hevâzin savaşı olan bu muharebe, Mekke’nin fethinden 14 gün sonra, Taif ve çevresinde yaşayan Havâzin ve Sakif kabilelerine karşı yapılmıştır. Müslümanların baskına uğramaları sebebiyle ilk başta bozguna dönen mücadele, sonradan Allah (Celle Celâluhû)’nun yardımları ile büyük bir zafere dönüşmüştür. [1]
Kur’ân-ı Kerim’de “Andolsun ki; muhakkak Allâh birçok (savaş) yerler(in)de ve (özellikle) Huneyn gününde size elbette yardım etmişti. Hani çokluğunuz size ucub (ve kendini beğenme hissi) vermişti de (Allâh yardımını çekince) bu (kalabalığınız, düşmana karşı yarayacak) hiçbir şeyle size fayda sağlamamıştı ve (bunca) genişliğine rağmen yer(yüzü) size dar gelmişti. Sonra da siz (bozguna uğrayarak düşmana karşı) arka çevir(ip harp meydanından firâr ed)enler hâlinde dönüp gitmiştiniz. ”[2] ayetleri ile anlatılmıştır.
Hevâzin ve Sakîf Kabileleri
Putperest olan Hevâzin kabilesi ile Mekke’liler arasında eskiden beri süregelen bir husumet vardı. Bu husumet, İslâm’ın gelişi ile artarak devam etti. Mekke’nin fethedilmesinden sonra sıranın kendilerine geleceğini gören Hevâzin kabilesi, olası bir savaş durumuna karşı hazırlanmaya başlamıştı. Ayrıca Rasûlüllah’ın Mekke ve çevresinde ki putları kırdırmaya başlaması üzerine, sıranın kendi putlarına geleceğini anlayan Taif’teki Sakif kabilesi de, Müslümanlara karşı seferberlik durumuna geçmişti.
Mâlik bin Avf komutasında, Evtâs bölgesinde toplanan Hevâzin ve Sakîf kabileleri büyük bir ordu toplamışlardı. Bu savaşı bir ölüm-kalım mücadelesi olarak gören Mâlik bin Avf, askerlerine bütün mal varlıkları ile ailelerini de ordugâha getirmeleri emretti. Böylece savaş meydanını bırakıp kaçmalarını engellemeyi umuyordu. Bu sebeple Evtâs’ta, kalabalık bir insan güruhu ve muazzam bir servet toplanmış oluyordu.
Pusu ve Bozgun
1 Şubat 630 Perşembe günü sabaha karşı bir vakitte, İslâm ordusu harekete geçti. Öncü kuvvetlerin başında Hâlid bin Velîd (Radiyallâhu Anh) bulunuyordu. Bu süvariler tedbirsizce vadiye giriş yaptılar. Halbuki pusu kurmuş halde olan düşman ordusu onları bekliyordu. Aniden ok yağmuruna tutulan öncü kuvvetler, atların ürkmesi ve pusuya düşmenin telaşı ile dağıldı. Bunu gören diğer İslâm askerleri geri çekilmeye başladılar.
Bir anda Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) etrafında çok az kişi ile savaş meydanında yalnız kaldı. “Ey insanlar, nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammedim!” diye seslenmesine rağmen, gürültü sebebiyle sesini sahabîlere bir türlü ulaştıramadı. Bunun üzerine gür sesli olan amcası Abbas bin Abdülmuttalib (Radiyallâhu Anh) bağırarak, Allah Rasûlü (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)in çağrısını, dağılan askerlere ulaştırdı.
Hızlıca toparlanarak geri dönen ve Rasûlüllah (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem)in etrafında düzene sokulan İslâm ordusu, bir anda karşı saldırıya geçti. Bunun üzerine paniğe kapılan müşrik ordusu bozuldu ve kaçmaya başladı. Mâlik bin Avf, canını zor kurtararak savaş alanından kaçmak zorunda kaldı. Böylece geride bırakılan 24. 000 deve ile 40. 000 koyun ve 4000 parça gümüş Müslümanlar tarafından ele geçirilmiş oldu. Kaçan müşrikler takip edilerek bir kısmı daha yok edildi.
Zafer ve Sulh
Böylece büyük bir bozgun, Allah (Celle Celâluhû)nun yardımları ve müslümanların gayreti ile büyük bir zafere dönüşmüştü. Hevâzin kabilesinin İslâmı kabul etmeleri sebebiyle esirler kendilerine iade edildi. Ganimetlerin paylaşımında, yeni İslâm’a girmiş olanların payına önem verildi. Mâlik bin Avf (Radiyallâhu Anh)da müslüman oldu ve İslâm’a büyük hizmetlerde bulundu.
[1] İbn-i Sad, Et-Tabakatul Kubra, c. 2, s. 137
[2] Tevbe suresi, 25, 26