Doğumundan iki ay önce babası, altı yaşındayken annesi ve sekiz yaşındayken dedesi vefât eden Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), amcası Ebû Tâlib’in himayesinde büyüdü. Bi’setin başlangıcından itibaren, her türlü kötülükten ambargoya kadar müşriklerin birçok eziyetine maruz kaldığı dönemde daima onun desteğini gördü.
Risâlet ile vazifelendirildikten sonra kendisini ilk tasdik eden ve Müslümanların ilki olan hanımı Hazreti Haticetü’l-Kübrâ vâlidemiz, hem hanımı olarak hem de ümmetinden bir yardımcı olarak Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in daima yanında oldu.
Risâletin onuncu senesinde evvela Ebû Tâlib, ondan üç gün sonra da Hazreti Hatice vefât etti. Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), hayatında çok önemli yere sahip olan bu iki yakınının vefâtı sebebiyle son derece mahzun oldu ve bu kederini, “Şu ümmet üzerine gelen iki büyük iptilâdan hangisine daha çok üzüleceğimi bilemiyorum.”[1] sözleriyle ifade buyurdu. Öyle ki bu sene, İslâm tarihinde “hüzün senesi” olarak anıldı.
Hazreti Hatice vâlidemizin vefatından yaklaşık 1,5 ay sonra Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tebliğ niyetiyle Tâif’e gitti. Orada da kötü bir muamele ile karşılaştı ve hüznü daha da arttı.
Hüzün kelimesi, “insanın gönlünü daraltıp sıkan, kederden hâsıl olan iç sıkıntı” anlamına gelir. Bundan kurtuluş, hüznün karşıtı olan ferâha vesile birtakım gelişmelerle mümkün olur. Allah Te‘âlâ, Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i bu mahzun hâlinden, Mi‘râc ile müşerref kılarak ferâha eriştirmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mi‘râcı, daha önce hiçbir peygambere nasib olmayan birçok manevî fazîlet, hediye ve müjdeyi ihtivâ eden bir mi’râcdır. Bu hususiyet vecîz dizelerle şöyle ifade edilmiştir:
Muhammed’den diğer yok dâhil olmuş Kâb-ı Kavseyn’e,
Gürûh-ı enbiyâdan girmemiş bir ferd mabeyne,
Harem-gâh-ı visâle Ahmed’i tenhâ alub Mevlâ,
O halvet oldu mahsûs Hazret-i Sultân-ı Kevneyn’e.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in İsrâ ve Mi‘râc mucizesiyle ilgili detaylı malûmata buradan ulaşabilirsiniz…
Mi‘râc Gecesinin Fazîleti
Mi‘râc Gecesi, gerek Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mûcizesi olması yönüyle gerekse ümmetine yönelik müjde ve hediyeler vesilesiyle bizler açısından büyük önem taşır. Bu geceyi idrâk eden mü’minler bu şuurla mescidlere koşarlar. Zira bu geceyi ibâdet ve taatle geçirip gündüzünde de oruçlu bulunmanın fazîleti hakkında şöyle buyurulmuştur: “Recebde bir gün ve bir gece vardır ki, o günü oruçlu geçirip, gecesini ibadette kâim olan kişi, zaman olarak yüz seneyi oruç, yüz seneyi de (gece ibadetinde) kıyamla geçirmiş gibi olur. O gün, recebin bitmesine üç (gün ve gece) kaladır. Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de o gün (peygamber olarak) gönderilmiştir.”[2]
Gecenin ehemmiyeti ve fazîleti, Enes (Radıyallâhu Anh) tarafından rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte bir başka açıdan şöyle beyân edilmiştir: “Recebde bir gece vardır ki onda amel edene, yüz senelik haseneler yazılır. O, recebin bitmesine üç (gece) kaladır.”[3]
Tâbi‘înin ulularından Hasen el-Basrî (Radıyallâhu Anh), Abdullah ibni Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın Receb-i Şerîf’in yirmi yedinci gününü ne şekilde ihyâ ettiğini şöyle anlatmıştır:
“Recebin yirmi yedinci günü olunca, Abdullâh ibnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) sabahleyin itikâfa girip öğlen vakti(nden önceki kerâhat saati)ne kadar namaza devam ederdi. Öğleni kılınca kısa bir nâfile (öğlenin son sünnetini) kıldıktan sonra dört rekât kılar ve her rekâtta bir Fâtiha, birer tane Mu‘avvizeteyn (Felâk ve Nâs Sûreleri), üç Kadir Sûresi ve elli İhlâs Sûresi okurdu. Daha sonra ikindi vaktine kadar da duâya devam eder ve: ‘Bugün Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) böyle yapardı’ derdi.”[4]
Mi‘râc gecesi ve gününün fazîletli amelleri, duâ ve zikirleri hakkında detaylı malûmata buradan ulaşabilirsiniz…
Dipnotlar
[1] Taberî, Târih, c. 2, s. 229.
[2] Beyhakî, Fedâilü’l-Evkât, No:11, sh:95-96; Şu‛abu’l-Îmân, No:3530, 5/345; İbnü Asâkir, el-Emâlî, Fadl-u Receb, sh:6; Geylânî, el-Ğunye, 1/332; İbnü Hacer, Tebyînü’l-Aceb, sh:58; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, No:4381, 3/142; Süyûtî, Cem‛u’l-Cevâmi‛, 1/591; ed-Dürrü’l-Mensûr, 4-186; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, No:35269, 12/312.
[3] Beyhakî, Fedâilü’l-Evkât, No:12, sh:97; Şu‛abu’l-Îmân, No:3531, 5/346; Ebu’l-Kâsım İbni Asâkir, el-Emâlî, Fadl-u Receb, sh:6; İbnü Hacer, Tebyînü’l-Aceb, sh:59; Süyûtî, Cem‛u’l-Cevâmi‛, ed-Dürrü’l-Mensûr, 4/186, 1/591; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, No:35170, 12/312-313.
[4] Abdülkadir el-Geylânî, el-Ğunye, 1/332.