Ecdâdımız, tarih boyunca “İ‘lâ-yi Kelimetullâh” dâvâsını esas alarak pek çok fetihler gerçekleştirmek sûretiyle, İslâm’ın yayılması konusunda önemli hizmetlerde bulunmuştur. Üzerinde yaşamakta olduğumuz topraklar, bu kudsî dâvânın bakiyesi olan mukaddes bir vatandır. Ordumuzun gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı, vatan sınırlarımızın muhâfazası ve bölgenin salâhı ve felâhını gaye edinen bir harekât olması hasebiyle, hem bu tarihî arka plan hem de bölgedeki mü’minlerin durumu açısından ciddî derecede önem taşımaktadır. Zira bölgeye zulüm hâkimdir ve sınırlarımız tehdit altındadır. Mü’minler, yurtlarını terk etmek zorunda bırakılmış, direnenler ise terör örgütlerinin pençesine düşmüşlerdir.
İ‘lâ-yi Kelimetullah Ne Demektir?
İ‘lâ ifadesi sözlükte, yüceltme ve yükseltme gibi anlamlara gelir. “Kelimetullâh” terkibi ise “Allâh’ın Kelimesi” demektir. Bir dâvâ olarak bu ifade, Allah Te‘âlâ’nın adını, tevhid akîdesini ve ilâhî ahkâmı yüceltip hâkim kılmak şeklinde tanımlanır. Allah (Celle Celâluhû) yolunda bu niyetle gerçekleştirilen gayret ve faaliyetlerin tamamı bu dâvânın kapsamına girer.
Allah Te‘âlâ, Mekke döneminin zor günlerini hatırlatıp Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yardım etmenin önemini ve o yardım edenlerle birlikte olacağını hatırlattıktan sonra İ‘lâ-yi Kelimetullâh davasının yüceliğini şöyle beyân buyurmuştur:
“…Allâh’ın kelimesi (olan Kelime-i Tevhid ve İslâm davası) ise, (her zaman) en üstün olanın ta kendisi ancak odur! Allâh (hiç mağlup edilemeyen bir) Azîz’dir; Hakîm’dir.”[1]
Âyet-i kerîmede geçen “Allâh’ın kelimesi” ifadesi tefsirlerimizde “Kelime-i Tevhid” olarak açıklanmıştır. İlk insan olan Hazreti Âdem (Aleyhisselâm)ın aynı zamanda ilk peygamber oluşu, yeryüzünde insanlığın tevhid inancına dayalı bir şekilde başladığını ve asıl yolun da bu olduğunu göstermektedir. Tevhide uymayan inanç ve düşünceler, bu hak yoldan sapmış olan, Allah Te‘âlâ katında merdud olan inanç ve düşüncelerdir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de tevhide uygun olan inançlar “kelimetün tayyibetün” olarak ifade edilmiş ve bu bağlamda âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: “(Habîbim!) Görmedin mi ki Allâh (tevhîd kelimesi, İslâm daveti ve Kur’ân gibi) pek hoş bir kelimeye nasıl bir örnek açıkladı? (İşte o kelimeler,) çok hoş bir ağaç gibi(dir) ki, onun kökü sabit, üst tarafı ise göktedir.”[2]
Kur’ân-ı Kerîm’de, tevhide uygun olmayan inançlar ise “kelimetün habîsetün” şeklinde ifade edilip şöyle açıklanmıştır:
“(Allâh-u Te`âlâ’nın râzı olmadığı sözler, özellikle sahibini kâfir edecek laflar ve yalanlar gibi) pek kötü bir kelimenin misali ise; toprağın üstünden tümüyle cüssesi koparılmış olan ve kendisi için hiçbir süreklilik bulunmayan çok kötü bir ağaç gibidir. (İşte böylece; kâfirin kendinde de, itikadında da hiçbir hayır bulunmadığı gibi, kendisinden ne hoş bir söz, ne de salih bir amel asla yükselmez! Zaten onun inancının hiçbir temeli ve esası bulunmamaktadır.)”[3]
“Allâh’ın kelimesi” ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’de daha başka mânâlara da gelmektedir. Allah Te‘âlâ’nın, değiştirilemeyecek olan sözü ve kanunu anlamı da bu anlamlardan biridir. Buna göre; terkibin mânâsı, bölünmez bir bütün olan tevhidle Allah Te‘âlâ’nın sözü ve kanununu yani dinini yüceltmek, nizamını yeryüzünde hâkim kılmak şeklinde tamamlanmış olur.
Dolayısıyla gerek peygamberlerin gerekse de onların vârisi olan ulemanın temel vazifesi, tevhidi ve Dîn-i Mübîn-i İslâm’ı insanlara ulaştırmaktır. Bütün peygamberler bu vazifeyi, kavimlerine tebliğ etmek üzere hayatları da dâhil olmak üzere her şeylerini feda etmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tebliğ alanı diğer peygamberlerden farklı olarak belli bir kavimle sınırlı olmayıp insanlığın tamamına şamildir. Dolayısıyla ümmetinin tebliğ alanı ve Allâh’ın kelimesini yüceltme yönündeki vazifesi, bütün yeryüzünü ve yeryüzünde bulunan bütün insanları kapsamaktadır. Bu önemine binaen, Allâh’ın kelimesinin yüceltilmesi anlayışı ve vazifesi, mukaddes bir dâvâ olarak nesillerden nesillere tevârüs edilmek suretiyle günümüze kadar gelmiştir.
Dört büyük halifenin ardından İslâm’ın sancaktarlık vazifesini üstlenen İslâm devletleri, hep bu dâvânın mümessili olmuşlardır. Ecdâdımız Selçuklu ve Osmanlı da faaliyetlerinin tamamını bu niyet ve bu gayeye tahsis etmişlerdir.
Bir Savaş Ancak İ‘lâ-yi Kelimetullâh Maksadıyla Yapılırsa Meşrû Olur
Ebû Mûsâ el-Eş‘arî (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, Allah (Celle Celâluhû) yolunda savaşanın kim olduğunu sormuş ve Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye (İ‘lâ-yi Kelimetullâh uğrunda) savaşıyorsa, o Allâh yolundadır.” buyurmuştur.[4]
Fetih, Saldırı veya İşgal Demek Değildir
Fetih demek, bir bölgenin kapılarını İslâm’a açmak demektir. Bu durumda yöntem, İslâm çağrısının ilgili bölgede ne şekilde karşılık bulduğuna göre değişiklik gösterir. Çoğu zaman tebliğ ve irşâd ziyaretleriyle gerçekleşirken bazense -gerektiği takdirde- savaş/kıtal yoluyla gerçekleşir. Asıl gaye; İ‘lâ-yi Kelimetullâh’tır; mal, mülk, toprak ele geçirmek ve birtakım dünyalık menfaatler uğruna hâkimiyet kurmak demek değildir.
Osmanlı ecdâdımız üç kıtaya fiilî olarak hâkim olmuş, hâkim olduğu bölgenin dışında kalan coğrafyalara da gönül erleri vasıtasıyla İslâm’ın nûrunu ulaştırmaya çalışmışlardır. Bu mukaddes devletin küçük bir beylikten büyük bir devlete dönüşmesine vesile olan ilk faaliyetlerin mimarı Osman Gâzî bu anlayışı şöyle açıklamıştır: “Bizim yolumuz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır; yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir!”
Bu Mücadele, Yeryüzünde Fitne Sona Erinceye Dek Devam Edecektir
Ümmet olarak bütün müslümanlar, birbirlerinden sorumludurlar. Ordumuzun şu günlerde vermekte olduğu mücadele, yeryüzünde fitne sona erinceye, müslümanların tamamı zulümden kurtuluncaya ve herkes İslâm’la müşerref oluncaya dek bitmeyecek bir mücadeledir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmuştur:
“Artık (müşriklerde kâfirlik nâmına) bir fitne bulunmayıncaya ve din(, taat, ibadet ve teslimiyet) tümüyle Allâh’ın ol(up, bâtıl dinlerin izleri kendilerinden kaybol)uncaya dek onlarla savaşın! Eğer (kâfirlikten) vazgeç(ip İslâm’a gir)erlerse, şüphesiz ki Allâh yapmakta olduklarını (hakkıyla görüp, karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.”[5]
Hâlisane bir niyet ve güçlü bir inançla başlamış olan Zeytin Dalı harekâtının zaferle neticelenmesini temennî eder, İ‘lâ-yi Kelimetullâh” davası uğruna canlarını feda eden şehidlerimize Cenâb-ı Hakk’tan ganî ganî rahmet dileriz.
Dipnotlar
[1] Tevbe Sûresi:40
[2] İbrahim Sûresi:24
[3] İbrahim Sûresi:26
[4] Buhârî, İlim:45, Cihâd:15; Müslim, İmâre:150
[5] Enfâl Sûresi:39