Vefâtının sene-i devriyesi vesilesiyle Hüccetü’l-İslâm İmâm-ı Ğazâlî Hazretlerini şahsiyeti, eserleri ve İslâm’a olan hizmetleriyle hatırlıyor, hayırla ve minnetle yâd ediyoruz. Hayatı ve muhalled eseri İhyâu Ulûmiddîn hakkında geniş malûmata buradan ulaşabilirsiniz…
Bütün hamdlerimiz: Ümmet-i Muhammed’i tahkik, insaf ve itidal sahibi âlimlerle nimetlendiren Yüce Rabbimize, Salât ve Selâmlarımız; Hazreti Muhammed ve O’nun Âl ve Ashâbına olsun!
Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû), Tûs şehrinin el-Farmed (kaynaklarda el-Farmez olarak da geçmektedir)[1] beldesinde, yaklaşık olarak hicrî 5. asrın başlarında doğmuştur. Tam ismi el-Fadl ibni Muhammed ibni Ali’dir. Şeriat ilimlerini tam manasıyla tahsil ettikten sonra mana yoluna, tasavvufa yönelmiştir. Hocası Abdülkerim Kuşeyrî (Kuddise Sirruhû), şeriat ilimlerini bitirmeden medreseden ayrılıp tekkeye geçmesine müsaade etmemiştir. İmam Tâcuddîn es-Sübkî (Rahimehullâh) Şâfiî mezhebinin fukahası hakkında yazdığı “Tabâkâtu’ş-Şâfiîyyeti’l-Kübra” isimli eserinde, Mevlâna Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)yu Şâfiî mezhebinin fakihlerinden saymıştır.[2]
Hadiste imam, sika, hâfız ve hüccet gibi sıfatlarla anılan ve güvenilirliğine işaret edilen Ebû Sa‘d Abdülkerim ibni Muhammed es-Sem‘anî (Rahimehullah), Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)yu şöyle anlatır:
“Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû), Horasan diyarının hücceti ve şeyhidir. Talebe ve cemaat yetiştirmede güzel bir tarîkatı vardı. Bana ulaşan haberlere göre, vaaz ve irşâd meclisi çeşit çeşit çiçeklerle bezenmiş, türlü türlü meyvelerle donanmış bir bostan, bir gülistan gibiydi. Bazı âlimlerden hadîs tahsil etmiş, hadîs dinlemiş ve pek çok talebesine hadîs rivâyetinde bulunmuştur. Hicrî 477 yılında Tûs şehrinde vefat etmiştir. Pek çok kere kabrini ziyaret ettim. Torunu Ebû Ali el-Fadl ibni Ali (Rahimehullâh)dan hadîs rivâyeti aldım.”[3]
Doğumu ve Yetişmesi
İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullah) hicrî 450 senesinde Tûs şehrinde dünyaya geldi. İlk önce Cürcan ve Tûs’ta eğitim aldı. Sonra Nîşâbur’a gitti, zamanın en büyük İslâm âlimlerinden dersler aldı. Burada usûl-i hadîs, usul-i fıkıh¸ kelâm¸ mantık¸ fıkıh ve münazara ilimlerini öğrendi. Nîşâbur’daki eğitimini tamamlayınca Selçuklu veziri Nizâmü’l-Mülk’ün davetiyle Bağdat’a gitti. Bağdat âlimleri onun ilmî derinliğine ve meseleleri izah etmekteki üstün kabiliyetine hayran oldular. En zor ve en ince konuları dahi en açık bir şekilde anlatabiliyordu. Sapık düşünceler ve batıl fikirler, onun zekâsının parlaklığı ve hitabet kabiliyeti karşısında perişan oluyordu.
Selçuklu veziri Nizâmü’l-Mülk onu Nizamiye Medreselerinin başına getirdi. İmâm-ı Ğazâlî Hazretleri burada çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Bu talebelerinin pek çoğu ise İslâm dünyasında meşhur olmuşlardır.
İmâm-ı Ğazâlî Hazretleri ömrünün son yıllarında Tûs’a geri döner. Burada evinin yakınlarında bir medrese ve bir tekke yaptırarak günlerini insanları irşâd etmekle geçirmiştir. Zâhirî ilimlerde eşsiz bir âlim olduğu gibi, tasavvuf ilminde de söz sahibi bir otorite olmuştur.
Mevlânâ Ebû Ali el-Fâremedî Hazretlerinden İstifadesi
İmâm-ı Ğazâlî Hazretleri tasavvufta silsile-i aliyyenin büyüklerinden olan Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)dan istifade etmiş, tasavvuftaki usulünü benimsemiş ve kitaplarında, onun tasavvufla ilgili öğretilerine yer vermiştir. Kitaplarında yer alan birtakım ibareler onun tasavvufta Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)nun çizgisinde olduğunu gösteren en açık delillerdendir. Bununla birlikte o, tasavvuf konusunda birçok zattan da istifade etmiştir.
İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn isimli muhteşem eserinde, “Son nefeste sui hâtime ile ölmek ne demektir’ konusunu anlatırken şöyle demiştir: “Anlattığım bu konu hakkında Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)nun şöyle dediğini işittim. O, aynı zamanda müridin şeyhine karşı güzel bir edep takınmasının vacip olduğunu anlatıyordu…”[4]
İmam Murteza Zebîdî (Rahimehullah) İhyâ-u Ulûmid-Dîn’in şerhi İthâfu’s-Sâdâti’l-Muttakîn’de, İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın bu kelâmını şerh ederken şöyle diyor:
“Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) ile Şeyh Ebu’l-Kâsım Cürcânî (Kuddise Sirruhû) arasında kız alıp-vermeden meydana gelen bir akrabalık bağı vardı. İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh) hem Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî’den hem de Şeyh Yûsuf en-Nessâc (Kuddise Sirruhû)dan (bir nevi ders) almıştır. Bu ikisi de Mevlânâ Şeyh Ebu’l-Kâsım Cürcânî (Kuddise Sirruhû)dan (bir nevi ders) almıştır. Mevlânâ Şeyh Ebu’l-Kâsım Cürcânî (Kuddise Sirruhû) ile Şeyh Yûsuf en-Nessâc (Kuddise Sirruhû), Tûs şehrinde aynı kabre defnedilmişlerdir. Bu üç zât, Nakşibendî silsilesinin meşayıhındandır.”[5]
İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh) el-Maksadü’l-Esmâ fî Esmaillâhi’l-Hüsnâ isimli eserinde şöyle der: “Muhakkak ki Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Faremedî (Kuddise Sirruhû)nun, hocası Ebu’l Kâsım el-Cürcânî (Kuddise Sirruhû)dan şöyle bir söz naklettiğini işittim: ‘el-Esmâü’l-Hüsnâ’daki- 99 Esmâ, sâlikin -kullara tecelli etmiş- özellikleri haline gelebilir, fakat o, bu hâliyle henüz mânen vuslata ermemiş olabilir.’ Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî’nin anlattığı bu söz, bizim anlattığımız mânâya uygun ise -ki bu konu sadece bu şekilde anlaşılabilir- o zaman o söz doğrudur.”[6]
Uzlete Çekilmenin Faydaları
İmam Murteza Zebîdî (Rahimehullâh) İthâfü’s-Sâdâti’l-Muttakîn isimli eserinde, uzlete çekilmenin faydalarını izah ederken şöyle der:
“Şüphesiz bazı kişilerin halkın arasına fazla karışması, onları zikir, fikir ve murakabeden alıkoyar. Onlar için uzlet daha efdaldir. Nakşibendî büyüklerinin ilk dikkat çektiği konulardan biri de budur, İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın şeyhi olan Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) bu makamda idi.”[7]
Aynı eserin 9. cildinin 37. sayfasında Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)nun, İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın şeyhi olduğunu tekrar eder.[8] Yine aynı eserinde şunları söyler:
“Evliyanın nefis tezkiyesiyle, Allah (Celle Celâluhû)ya mânen yaklaşma yöntemleri, farklı farklı olup sayılamayacak kadar çoktur. Aynı şekilde onların ahlâk güzelliği de sayılamayacak kadar fazladır. Bu işin aslı, kalbi mâsivâdan tamamen temizleyerek terbiye etmektir. Bundan sonra yapılacak tek şey, Allah (Celle Celâluhû)nun rahmetini beklemektir. Bu yol, İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın şeyhi olan Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû)nun yoludur.”[9]
Mevlâna Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) vefât ettiği zaman, İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh) 27 yaşlarındaydı. İmam Murteza Zebîdî (Rahimehullâh), İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın şöyle dediğini naklediyor: “İlk önceleri sâlihlerin hâlleri, âriflerin makamları gibi tasavvufa ait şeyleri kabul etmiyordum. Tûs’ta Şeyh Yûsuf Nessâc (Kuddise Sirruhû)nun sohbetine katılıncaya kadar bu durum devam etti.” İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh), bu tanışma neticesinde o görüşünden dönmüştür.[10]
Hayatı boyunca hem ilmin en yüksek zirvelerine ulaşan hem de zühd ve tasavvufun derinliklerinden nasibdâr olan İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh), belli dönemlerde mânevî olarak gel-gitler yaşamış, nefsiyle derin hesaplaşmalara girmiş, ilmin insanı bir yere kadar götürebileceği kanaati kendisinde hâsıl olunca, Şam’da uzlete çekilmiştir. el-Munkizu Mine’d-Dalâl isimli eserinde bu hâllerini tafsilâtlı olarak anlatmıştır. Bütün bu ayrıntılar bize İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh)ın bir şeyhin himayesinde mânevî terbiye almasının sırlarını gösteriyor. Ayrıca uzun bir müddet uzlete çekilmesinde bir şeyhin tesiri ve katkısı olup olmadığından haber veriyor. Şüphesiz Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) gibi büyük bir zatla tanışmasının tasavvufta yol alması ve mânen kemale ulaşmasında tesirleri olmuştur.
İki Ulu Sultan ve Bir Büyük Vezir
İslâm tarihinin gördüğü en büyük devlet adamlarından biri olan Nizâmü’l-Mülk (v. 485), hicrî457 ile 485 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti’nde vezirlik yapmış, devletin en etkili isimlerinden biri olmuştur. Horasan Türklerinden olan bu büyük devlet adamı, kendi ismini taşıyan Nizamiye Medreseleri’nin kurucusudur.
Vezir Nizâmü’l-Mülk, âlimlere ziyadesiyle ta‘zîm eder, hürmet gösterir, saygıda kusur etmezdi. Aynı şekilde sûfîlere karşı da derin bir muhabbeti, engin bir sevgisi vardı. Zamanın büyük âlimlerinden Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî ve Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî (Rahimehumellâh) meclisine geldiklerinde ayağa kalkar, onları başköşeye oturturdu. Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) meclisine geldiğinde ise ayağa kalkar, onu kendi yerine oturtur, kendisi de önünde diz çökerek otururdu. Bu hareketinden dolayı kendisini eleştirenlere şöyle cevap verirdi: “O iki büyük âlim yanıma geldiklerinde, benim yaptıklarımı överler, takdir ederlerdi. Oysa Mevlânâ Şeyh Ebû Ali el-Fâremedî (Kuddise Sirruhû) hata ve kusurlarımı bana söylüyor, ben de bu sayede yanlışlarımdan dönüyorum.”[11]
İmâm-ı Ğazâlî (Rahimehullâh), büyük vezir Nizâmü’l-Mülk’ün davetiyle Bağdat’a gider ve o çağın en büyük eğitim merkezi olan Nizamiye Medreselerinin başına getirilir. Bu tablo bize İslam’da devlet adamı, âlim ve evliya ilişkisinin bağı, ölçüsü ve esasları hakkında önemli bilgiler veren bir kıymeti hâizdir. Yüce Rabbim bizlere o günlerdeki devlet adamlığını, ilim ehlini ve mânevî hayatı tekrar ihsan etsin! Amin..!
Dipnotlar
[1] Ebû Sa’d Abdülkerim ibni Muhammed es-Sem‘ânî, el-Ensâb, Dâiretu’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Haydarabad, 1397, c. 10, s. 124; Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, Dâru Sadır, Beyrut, c. 4, s. 228.
[2] Tâcuddîn es-Subkî, Tabâkâtu’ş-Şâfiîyeti’l-Kübrâ, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l Arabiyye, Kahire, 1383, c. 5, s. 304.
[3] Ebû Sa’d Abdülkerim ibni Muhammed es-Sem‘ânî, el-Ensâb, Dâiretu’l-Meârifi’l-Osmaniyye, Haydarabad, 1397, c. 10, s. 124.
[4] İmâm-ı Ğazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, Dâru’l-Mârife, Beyrut, 1402, c. 4, s. 178.
[5] Murteza Zebîdî, İthâfu’s-Sâdâti’l-Muttekîn, Müessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut, 1414, c. 9, s. 241.
[6] İmâm-ı Ğazâlî, el-Maksadu’l-Esmâ fî Esmâillâhi’l-Hüsnâ, Dâru İbn-i Hazm, Beyrut, 1424, s. 150.
[7] Murteza Zebîdî, a.g.e., c. 9, s. 341.
[8] Murteza Zebîdî, a.g.e., c. 9, s. 37.
[9] Murteza Zebîdî, a.g.e., c. 9, s. 247.
[10] Murteza Zebîdî, a.g.e., c. 1, s. 9.
[11] İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Dâru Hicr, Cize, 1419, c. 16, s. 126.