İlmin ve amelin üstünlüğünü ve hakkı bildirmek üzere bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmayacağını beyan eden Allah Teâlâ’ya hamd olsun.
Yine ilmi ve âlimin üstünlüğünü bildirmek üzere şöyle buyuran Resûl-i Zişân (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimize sonsuz salât ve selam olsun;
من سلك طريقا يطلب فيه علما سلك الله به طرق الجنة و ان الملآءكة لتضع اجنحتها رضي لطاب العلم و ان العالم ليستغفر له من في السموات والارض حتى الحيتان في جوف الماء وان فضل العالم علي العابد كفضل القمر في ليلة البدر علي ساءر الكواكب وان العلماء ورثة الانبياء وان الانبياء لم يورثوا دينارا و لا درهما و رثوا العلم فمن اخذه اخذ بحظ وافر
“Her kim kendisinde (Allah’ın rızasına ulaştıran) ilmi talep edecek bir yolda yürürse, Allah (Celle Celâluhû) da onu cennet yollarından bir yolda yürütür. Muhakkak ki melekler ilim talebelerinden razı olduklarından onlara tevazu göstermek yoluyla kanatlarını yere koyarlar. (İlmiyle amel eden) Âlim için yerlerde ve göklerde olanlar, hatta suyun içindeki balıklar bile mağfiret talep eder. Âlimin, âbid olan kimseye üstünlüğü, ayın on dördündeki dolunayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Muhakkak ki peygamberler miras olarak altın ve gümüş paraları bırakmazlar. Miras olarak ilmi bırakırlar. Kim bunu alırsa, (peygamberlerin mirasından) tam bir pay almış olur.”
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû), sanki hadisi şerifte belirtilen bu payı elde etmek üzere hicri 971’de dünyayı teşrif etti. Bebeklere arız olan hastalık kendisine de arız olunca babası tarafından Kadiri Şeyhi olan, Şeyhi Kemal Kehiteliye götürüldü. Bu şeyh efendinin hususi teveccühü ile Kadiriye nisbeti kendisine henüz kundakta iken ikram edildi. Babasının terbiye kucağında, her biri inci gibi olan edeplerle yetişti. İlk olarak okutulan Arapça kitapları babasından teallüm etti. Küçük yaşta Kur’an-ı Kerimi ezberledi. Kur’an-ı Kerimi okurken ortaya çıkan sesinin güzelliğiyle ağaçlıklardan çıkan rüzgâr nağmelerini susturdu. Sayılı ilimlerin metinlerini mefhumunu anlayarak, mânâsını kavrayarak ezberledi. Sonra Seyâlkûta seyahat ederek (bugün Pakistan sınırlarında bulunan bir şehir) Kemâlüddin Keşmiriden akli ilimlere ait bazı kitapları okudu. Bu zat asrının âlimlerinin en kıymetlilerindendi. Meşgul olduğu ilimlerde tahkik ve tedkik sahibi idi. Takva ve vera’ ile vasıflanmış, tarikat erbabının hallerine uygun bir meşrebi vardı. Bu zat Mevlana Abdülhakim Seyâlkûtinin hocası idi.
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hadis ilimlerini Mevlana Yakup Keşmiriden almıştır. Zamanının sağlam ilmi olan âlimlerinin büyüklerinden idi. Bu zat da hadis ilmini Harameyn-i Muhteremeyn (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) muhaddislerinin büyüklerinden almıştır. İbni Hacer el-Mekki ve Abdurrahman İbni Fehd el-Mekki gibi. Yakup Keşmiri aynı zamanda Mevlana Hüseyin Harzemi el-Kübrevinin halifelerindendi. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin Kübreviye tarikatını bu zattan aldığı söylenir.
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hadis ve tefsir kitaplarından Vahidiye ait üç tefsirden, esbabı nuzülden icazet almış. Aynı zamanda Beyzavi tefsiri ve Beyzavinin Minhacül Vusül ve Gayetül Kusva gibi diğer teliflerinden de icazet almıştır. İmam Buharinin Camiu’s-Sahihi ve diğer eserlerinden, ayrıca Mişkatü’l-Mesabih, Şemail-i Tirmizi, Suyutinin Camiu’s-Sagiri ve diğer teliflere ait icazeti Alimü’r- Rabbani Kadı Behlül Bedahşanî’nin elinden almıştır. Ayrıca şu hadisi şerifi müselsel olarak almıştır.
الراحمون يرحمهم الرحمن تبارك وتعالي ارحموا من في الارض يرحمكم من في السماء
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) henüz on yedi yaşına girmeden ders olarak okutulan ilimlerin tahsilini bitirmiş ve tahkik etmişti. Usul ve furu’, akli ve nakli ilimleri sağlam bir üslup ile tahsil edip mollalık derecesini üstün bir muvaffakiyet ile elde etmişti. Bu esnada şerefli babasından Kadiriye ve Çeştiye tarikatlarının ehliyet sahibi, babası kendisine bu iki tarikattan icazet vermiş ve kendisinde bu iki fırkanın nurlarının meydana geldiğine şahitlik etmiştir. Babası hayattayken zahiri dersler okutmakla ve seyr-i suluk yapanlara da tarikat talim etmekle meşgul olmuştur.
Bu esnada Tehliliye Risalesini, Reddü’r-Revafiz risalesini ve İsbatü’n-Nübüvve Risalesini telif etmiştir. Bu arada edebiyat ilimlerinde de ehliyet sahibi idi. Fesahat ve belağatta hazır cevap olmak ve keskin zekâ ile fetanet sahibi olmak da yüksek bir mertebesi vardı.
Bu halleri ile alakalı olarak hakkında şu menkıbe rivayet edilir: Bu dönemlerinde Ebu’l-Feyz Allamî eş-Şii (Feyzî mahlasını (ismini) müstear olarak kullanırdı)’nin evine uğradı. Bu zat o sıralarda noktasız hattı (yazıyı) kullanarak bir tefsir telifi ile uğraşıyordu. Mevlana Cemalüddin Talevi gibi ilimlerde deniz gibi olan bazı âlimlerde yardımında bulunuyordu. Feyzî, İmam-ı Rabbani Hazretlerini görünce sevindi. Ona, şu anda konuşmanın kapıları bize kapandı, meramımızı noktasız ibarelerle ifade etmemiz çok zor bir hal aldı dedi. Kendisinden bulundukları mevzuya münasip olacak şekilde bazı ibareleri yazmasını istedi. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) kalemi eline aldı ve duraksamaksızın derhal yazmaya başladı. İfadelerinde oldukça geniş bir anlatım bulunmasıyla beraber, son derece güzel ibarelerle mevzuya münasip birçok şeyler yazdı. Bu ilimlerde ehil olan âlimler fesahatinin, belagatinin olgunluğundan, meseleleri hızlı kavrayışından hayrete düştüler. Her şeyi icad eden Feyyaz Teâla hazretleri tarafından desteklendiği hususunda ittifak ettiler.
İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin bu halleri Muhammed Bakibillah (Kuddise Sirruhû) hazretleri ile karşılaşmasından önce idi. Molla Muhammed Remzi (Kuddise Sirruhû) İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) hakkındaki zannı galip üzere bina edilen bişaretlerden (müjdelerden) birisini de şu ifadelerle nakleder:
Şeyh Halil Bedahşi’nin şöyle söylediği nakledilmiştir: Hacegan silsilesinde (Kaddesallahu Esrarahum) Hindistandan kâmil bir şahıs zuhur edecektir. Onun asrında benzeri olmayacaktır. Ne kadar üzgünüm ben onun zamanına yetişemeyeceğim. Hindistan arazilerinde Nakşibendi şeyhi olup da İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) gibi birisi zuhur etmediğinden mecburen bu haber ona hamledilmiştir.
Doğruyu bulmak isteyene bu kadarı yeterlidir. Zahiri ve batini ilimlerde tahkik, tedkik ve itkan sahibi olan İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (Kuddise Sirruhû) mektubatına batıl, asılsız olan görüşleri inkâr ve reddedip doğruları ortaya koymak zaviyesinden bakarsak; onun (Kuddise Sirruhû) bu kitabının reddiyelerle dolu olduğunu görürüz. Diğer taraftan ihkakul hak,(doğruyu ispat, ortaya koymak)’la ilgili birçok mektupla karşılaşırız.
Kelâmı kadiminde de Allah Teâla böyle yapmıyor mu? Sadece Âl-i İmrân Sûresinde seksen üç ayetle Hristiyanlara reddiye yaparken, diğer batıl ve muharref (haktan çevrilmiş) itikat sahiplerine de reddiyelerde bulunuyor.
(تخلقوا باخلاق الله) (Allâh-u Teâlâ’nın ahlâkı ile ahlâklanın) kavli şerifinin sırrına mazhar olan İmam-ı Rabbani Hazretleri birçok mektubunda şer’i ilimlerin tahsil edilmesini tavsiye ederken, felsefe gibi kişiye lazım olmayan ilimlerden son derece sakındırmaya çalışır.
1. Cild 73. Mektubdaki Beyânlar
Birinci cildin 73. mektubunda şöyle buyurur: Ahiret işlerinde dahli (faydası) olmayan ilimlerde dünyaya (seni Allahu Teâladan alıkoyan işlere) dâhildir. Eğer ilmi nûcum (yıldızların hareketlerini takip eden ilim) mantık, hendese, hesap gibi ahiret işlerinde fayda vermeyen ilimler menfaat verse idi felsefeciler ehli necat olurdu, ebedi azabı hak etmezlerdi. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Allah Teâlânın kulundan yüz çevirmesinin alameti o kulun kendisine lazım olmayan işlerle meşgul olmasıdır.” (Tirmizî, Hadis no, 2324-2325; İbni Mâce, Hadis no, 3976 )Buyurmuştur.
Şiir: Kalpteki hardal tanesi kadar, Mevladan başkasına olan sevgi, hastalıktır.
Bazılarının namaz vakitlerini bilmek için ilmi nûcum gereklidir demelerinin manası, namaz vakitlerini ancak ilmi nucum ile bilmek mümkün olur manasında değildir. Belki de namaz vakitlerini bilmenin yollarından biri de ilmi nûcumdur demektir. İnsanlardan birçoğu bu ilimden haberi olmamasına rağmen namaz vakitlerinden bu ilimle meşgul olanlardan daha fazla haberdardır. Şer’i ilimlerin bazısı hakkında faydası=dahli bulunan mantık, hesap gibi ahiret işlerinde faydalı olmayan ilimlerin tahsiline izin verilmesi hususunda söylenen vecihler de bu söylenenlere yakındır.
Hûlasa bu ilimlerle meşgul olmanın caiz olması, ancak birçok değerlendirmelerden sonra âşikar oluyor. Bu izin de ancak şu şartla geçerli olur: Bunlarla meşgul olmaktan maksat, kelam ilmine ait olan delilleri kuvvetlendirmek ve şer’i hükümleri bilmek olacak. Yoksa bu ilimlerle meşgul olmak asla caiz olmaz. İnsaflı (adaletli) olmak lazımdır. Mubah olan bir işle meşgul olmak vacibin kaçmasına sebep olursa mubah olmaktan çıkar mı, çıkmaz mı? Şüphe yok ki bu ilimlerle meşgul olmak zaruri olan şer’i ilimlerin kaçmasına sebep olmaktadır.
266. Mektubdaki Beyânlar
266 mektupta, felsefecilere uzun uzadıya reddiyeler yapar ve ilimlerinin zararlarını anlattığı gibi zararsız gibi gözükenlerin de ahirete yönelik hiçbir faydası olmadığını şöylece bildirir:
Felsefecilerin muntazam ilimlerinden olan hendese, ahirete ait herhangi bir sıkıntıyı gideremez. Kendisinde ahirete yönelik hiçbir fayda yoktur. Ahirete ait olan hangi şeye lazımdır? Üçgenin üç açısının da birbirine eşit olmasının ahirete yönelik faydası nedir? Ruhları mesabesinde olan dik kenar üçgenle ilgili şekli arusi ile ikizkenar üçgenle ilgili şekli me’muniye hangi uhrevi maksat bağlanmıştır.
İmam-ı Gazali (Rahimehullâh)’ in El Munkizu Mine’d-Dalal isimli kitabında naklettiğine göre, felsefecilerden en şerefli ilimleri olarak intikal eden ahlakı güzelleştirme ilmi, tıp ilmi ve ilmi nûcum önceki peygamberlerin (Salavatullahi âlâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) kitaplarından çalınmıştır.
Din sahipleri ve peygamberlerin (Salavatullahi âlâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) tabileri, davalarını ispat etmekte kullandıkları akli deliller ve akli burhanlarda hata yapmaları onlara zarar vermez. Çünkü onların işlerinin medarı (etrafında döndüğü eksen) peygamberlerine tabi olmaktır. Onlar çok yüksek olan davalarını ispat etmek hususunda akli delilleri ve burhanları teberru yolu üzere (kendilerini böyle bir şeye mecbur hissetmeyerek) zikrederler. Yoksa onlara peygamberlerine tabi olmak yeterlidir. Şu bedbaht (Allah katındaki iyiliklerden mahrum) felsefecilere gelince boyunlarını peygamberleri (Salavatullahi âlâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn) taklit etme yularından çıkartmışlardır. Bütün meseleleri akli delillerle ispat etmeye girişmişler, kendileri sapıttıkları gibi başkalarını da yoldan çıkartmışlardır. Daha sonraki satırlarında kendilerine İsa (Aleyhisselamın) daveti geldiği halde onu kabul etmediklerini ve akıllarının kendilerini yeterli derecede hidayete ulaştırdığını iddia ettiklerini anlatır.
Aynı mektubun ileriki satırlarında da tarikat ehli oldukları halde keşiflerinde isabet edemediklerinden, ehli sünnet akidesine aykırı görüşü bulunan tasavvuf ehline reddiye yapar. Hususiyetle Muhyiddin İbni Arabi (kuddise sirruhû) hazretlerinin ehli sünnete uymayan bazı görüşlerini naklettikten sonra, onun hakkında kendisine ait olan itikadını şöylece belirtir:
Muhyiddin İbni Arabi (Kuddise Sirruhû)nun Allah Teâlâ tarafından kabul edilmiş bir veli olduğuna itikat ediyorum. Ehli sünnete aykırı olan ilimlerini ise yanlış ve zararlı görüyorum.
Diğer Bazı Mektublardaki Beyânlar
Birinci cildin 286. mektubunda seyri sülûk yapan kimsenin akidesini ehli sünnet ulemasının kitap ve sünnetten çıkardığı görüşlere göre düzeltmesi gerektiğine vurgu yapar. Tasavvuf erbabı ile zahir ulemanın görüşlerinin çakıştığı yerlerde, zahir ulemanın görüşünü almak gerektiğini, mutemed olanın onların ilimleri olduğunu anlatır.
Sofiyenin ehli sünnet akidesine uymayan ilimlerine reddiyeler yapar ve şöyle der: Salik işin hakikatine ulaşmadan evvel ehli hak âlimlerini taklit etmeyi kendisine gerekli görmesi gerekir. Onların ilimleri kendi keşfine ve ilhamına uymazsa ehli hak âlimlerini haklı kendisini haksız görmesi gerekir. Çünkü âlimlerin dayanağı kat’î olan vahiyle desteklenen, yanlış ve isabetsizlikten korunmuş olan peygamberlerdir (Salavatullahi âlâ Nebiyyina ve Aleyhim Ecmaîn). Salikin, onların görüşleri ile sabit olan ahkâma muhalefet eden ilhamı ve keşfi yanlış ve isabetsizdir. Böyle bir durumda keşfini âlimlerin sözleri üzerine takdim etmek, onu indirilmiş olan kat’i hükümlerin üzerine takdim etmek demektir. Bu ise yoldan çıkmanın ve zararın tâ kendisidir.
Birinci cildin 210. mektubunda ise salikin bu yolda çalışmasının neticesinin zahir ulemanın naklettiği ilimlerin icmalden tafsile ulaşması olduğunu söyler. Şöyle ki: Sofiyenin yolunda manevi yürüyüşü yapmaktan maksat, şer’i şerifçe sabit olan inanılması gereken meselelere yakînin artmasıdır. Bu manevi yürüyüşün neticesinde bu meseleler, istidlal darlığından keşif genişliğine çıkar kapalı olmaktan ayrıntılı olmaya ulaşır. Mesela; Vacibu’l-Vücud olan Allah Teâlanın varlığı ve birliği önceden taklit ve delil getirmek yolu ile sabit olur ve taklit ile delil getirme miktarınca yakîn (kesinlik) meydana gelir. Sofiyenin manevi yolunda yürüyüş gerçekleşince bu delil getirme ve taklit perdelerin açılması vasıtasıyla, kalp gözü ile görür gibi olma ile değişir. Diğer inanca ait meseleler de böylecedir. İmam-ı Rabbani (Kuddise Sirruhû) mektubatının birçok yerinde şer’i ilimlerin tahsiline teşvik eder. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile onun sahabelerinin ehli olan, ilimlerini onlardan alan (ehli sünnet vel cemaat) âlimlerin kurtulacak fırka olması hasebiyle taklit edilmesi gerektiğini anlatır.
Şeyhinin oğullarına yazdığı 266. mekupta şöyle buyurur: “Akıllılara ilk farz olan akidelerini, inançlarını sünneti seniyyeye ve sahabe-i kiram cemaatine ehil olan kimselerin görüşlerine uygun olarak düzeltmesidir. Allah (Celle Celâluhû) onların çalışmalarını kabul etsin. Çünkü onlar, Efendimizin (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hadisi şerifinde buyurduğu kurtulucu fırkadır.”
Buna benzer bir tavsiyeyi birinci cildin 29. mektubunda şu şekilde yapar: Amelleri düzeltmek (Mevla (Celle Celâluhû)’nun bizden beklediği şekilde yapabilmek), onları tanımak ve ihmal etmeden yapılma şekillerini öğrenmekle mümkün olur. Bunu anlatan ilim ise namaz, oruç gibi farz olan ibadetleri, nikâh, talâk ve alışverişler gibi güncel muameleleri ve Allah Teâlâ’nın mükelleflere yükleyip, yapılmasına davet ettiği bütün vazifeleri anlatan ilimdir. Bu ilimler iktisabî (çalışmakla elde edilen)dir. Bunları öğrenmekten ayrılık yoktur. İlim iki mücahede arasındadır. Birisi elde edilmeden önce onu talep etmek, diğeri de elde edildikten sonra onu kullanmaktaki mücahededir.
Şer’i ilimleri öğretmek ve fıkıh hükümlerini yaymak üzerine rağbet ettirmek hakkında yazdığı 275. mektupta, mektubu yazdığı zatın etrafındaki halk tarafından kabul edilmesini şöyle açıklar: “Senin bulunduğun tarafa manen teveccüh ettim. Orada sakin olanların senin tarafına sürat ettiklerini gördüm, sana sığınıyorlardı. Buradan şu bilindi; sen bulunmuş olduğun yerin medarı (etrafında döndüğü eksen) yapıldın. O taraftaki insanların hidayeti sana bağlanmıştır. Buna dair hamdler ve nimetler noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâlâ’ya aittir. Sakın bu muameleyi karışıklıkların ve şüphelerin zan edildiği yer olan rüyalar kabilinden sayma. Belki de hissedilerek, görülerek bilinen işlerden say! Senin bu büyük nimeti elde etmendeki temel unsur, şer’i ilimleri öğretmen, bidatın kökleştiği ve cehaletin yerleştiği bir yerde, fıkhî hükümleri yayman ile Allah (Celle Celâluhû) dostlarına karşı muhabbetin ve samimiyetindir. Allah (Celle Celâluhû) bunları sana karşılıksız fazlı keremi ile ikram etmiştir. O halde dini ilimleri öğretmeye, fıkhi hükümleri yaymaya gücünüz yettiği kadar sarılın! Çünkü işin özü, manevi yükselişin bağlı olduğu şey ve ebedi kurtuluşun etrafında döndüğü vesile budur.”
İsmailağa Hâfızlık ve Arapça Medreseleri
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…