Allah (Celle Celâluhû)nun hoşnutluğunu kazanma niyetiyle harcama yapma şeklinde ıstılahlaşmış olan infâk, lügatte; ‘’bitirmek, yok etmek, yoksul düşmek’’ gibi anlamlara gelmekte, ıstılahî anlamı dikkate alındığında ise daha çok, malı ve parayı elden çıkarmayı, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardımda bulunmayı ifade etmede kullanılmaktadır.
Mü’minlerin, Kur’ân-ı Kerîmde övülen hasletlerinden biri olan infâk; anlamı, mahiyeti ve verilecek mallar ve verileceği yerlere dair hükümleriyle, âyet-i kerîmelerde açıkça beyân edilmiştir. Sadakanın verileceği yerler hakkında şöyle buyrulmuştur:
اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَٓاءِ وَالْمَسَاك۪ينِ وَالْعَامِل۪ينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَ۬لَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِم۪ينَ وَف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ فَر۪يضَةً مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
“Sadakalar (zekâtlar) Allâh(-u Te‘âlâ)dan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, (hiçbir şeyi bulunmayan yoksullara), (sadakaların toplanması) üzerine memur olanlara, kalpleri (müslümanlığa) alıştırılmak istenenlere, kölelere, esirlere, (borcundan fazla nisabı olmayan) borçlulara, Allâh(-u Te‘âlâ’nın) yolunda (çalışıp cihâd edenlere) ve yol oğluna (memleketinde zengin bile olsa, meşru bir maksatla sefer ederken muhtaç kalmış yolculara) mahsustur. Ve Allâh(-u Te‘âlâ) hakkıyla bilendir, ziyâde hikmet sahibidir.” (Tevbe Sûresi:60)
وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلٰى حُبِّه۪ مِسْك۪ينًا وَيَت۪يمًا وَاَس۪يرًا
“Onlar, ona (Allâh-u Te‘âlâ’ya) karşı olan sevgilerinden dolayı miskin, yetim ve esirlere yedirirler.” (İnsan Sûresi:8)
Mevlâ Te‘âlâ, infâk edilecek zümreleri bir başka âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurmuştur:
يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَۜ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ عَل۪يم
“Onlar ne infâk edeceklerini (Allâh-u Te‘âlâ’nın yolunda ne vereceklerini) sana sorarlar. De ki: Maldan vereceğiniz herhangi bir şey (evleviyetle) ananın, babanın, akrabanın, yetimlerin, yoksulların ve yolcunun (hakkı)dır. Ve her ne hayır işlerseniz şüphesiz Allâh(-u Te‘âlâ) onu çok iyi bilen (mükâfatını veren)dir.” (Bakara Sûresi:215)
Âyet-i kerîmenin: “Onlar ne infâk edeceklerini sana sorarlar…” hitâbıyla başlamış olması son derece önemlidir. Dürrü’l-Mensur tefsirinde İbnü Münzir’in İbnü Hibbân’dan rivâyetine göre, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir gün, Allah yolunda tasadduk etmeye çok teşvik buyurdular. Bunun üzerine çok yaşlı ve çok mal sahibi olan Amr ibnü Cemûh (Radıyallâhu Anh), Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Yâ Rasûlellâh! Sadaka olarak neyi verelim ve kimlere verelim?” diye sorunca bu âyet-i celîle nâzil oldu…
(…) Burada kişinin: “Neyi vereceğini” değil de: “Nereye vereceğini” sormasının, sorulmaya daha uygun olduğuna işaret vardır. Hâsılı, Allâh-u Te‘âlâ Hazretleri, bu âyet-i celîlede soranlara şöyle buyurmaktadır: İnfâk olunmaya müstahak (verilmeye lâyık) olan evvela ana babanızdır. Zira onlar sizin varlığınıza sebep olmuş ve çocukluğunuzda size karşı olan şefkat ve merhametleri icabı sizi büyütmek için çekmiş oldukları zahmetlere karşılık, sizde olan haklarını îfâ etmek (ödemek) üzere herkesten önce onlara infâk etmeniz gerekir. Çünkü onların hakkı diğerlerinden mukaddem (önce)dir.
İkinci mertebe de, yardıma muhtaç olan akrabanızdır. Zira akrabalık haklarını gözetmek, diğerlerinden daha mühimdir. Mâlî durumunuz uygun olursa, akrabanızdan sonra üçüncü mertebe de, şâyânı merhamet (acımaya lâyık) olan kimseler, yetimlerdir.
Çünkü yetimlerin kazanmaya güçleri olmadığı gibi, kendilerine acıyıp işlerini idare edecek babadan mahrum oldukları için, onlara infâk etmek en uygundur. Bu hakka riâyet etmek, muktedir (güçlü) olan insanlar üzerine vacib-i kifâye (bazısının yapmasıyla diğerlerinden düşen bir vacib)dir. Ve herkes muhitinde bulunan yetimleri gözetmekle mükelleftir…
(…) Yetimlerden sonra infâkın en hayırlısı, sâir fakirlere verilendir. Ondan sonra da, memleketinden uzak düşüp, oradaki servetinden istifade edemeyen yolculara yapılandır…
Fakat bu hükümlere gereğince riâyet edilmediği, herkesin malûmu (bildiği bir durum)dur. Ancak bu kusur şeriatta değil, o şeriata lâyıkıyla riâyet etmeyen biz insanlardadır.
Âyet-i Kerîmeden Alınan İlhâmla Tesis Edilmiş Müesseseler
Osmanlı ecdâdımızın Anadolu’nun en uzak şehir ve kasabalarında, Dârü’l-Âceze (âcizler evi), Dâru’l-Eytâm (yetimler evi), hanlar, kervansaraylar ve vakfiyeler tesis etmeleri (kurmaları) hep bu âyet-i kerîmede geçen dînî esasa son derece riâyetlerinden kaynaklanmıştır. Allâh-u Te‘âlâ onları, bizim tarafımızdan hayırla mükâfatlandırsın.
Bugünün insanlarıysa, onların yaptıklarını ilerletmek şöyle dursun, tamirlerinden dahî âcizdirler…(Nakledilmiş olan âyet-i kerîmelerin tefsirli meâlleri ve îzâhları için bkz. Mahmud Efendi Hazretleri, Rûhu’l-Furkân Tefsiri, c.2, s.521-522.)
İsmailağa Aşevi Hizmetleri
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.İsmailağa, biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3000 kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Hizmetlerimiz kapsamında zekât ve sadakalarınız, talebelerden oluşan hakikî ihtiyaç sahiplerine hassasiyetle ulaştırılmaktadır. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.
Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda detaylı bilgi için tıklayınız…
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız…