Yeryüzünde Allah (Celle Celâluhû)nun halifesi olarak yaratılan insan, mahlûkatın tamamından üstün kılınmış, kendisine şan ve şeref verilmiş ve çok ikramda bulunulmuş bir varlıktır.[1]
İbadet etmesi için yaratılan,[2] İlâhî emaneti yüklenen,[3] daha dünyaya teşrif etmeden Allah (Celle Celâluhû)nun Rabliğini kabul eden[4] insan, akıl[5] ve vicdan[6] ile mücehhez kılınmış, din konusunda kendisine rehberlik etmesi için peygamberler ve kutsal kitaplar gönderilmiş keremli bir varlıktır.
İnsan Neredeyse Orada Din Vardır
Din, Âdem (Aleyhisselâm)dan itibaren var olan bir unsurdur. Dolayısıyla tarihin hiçbir devrinde dinden habersiz bir topluluğa rastlanmamıştır. Nerede insan varsa orada hak veya batıl bir din var olmuştur. İnsanın bu seviye dine ihtiyaç duymasını anlayabilmek için, dinin muhatabı olan insanı tanımamız gerekmektedir. İnsan, Mevla Teâlâ’nın yeryüzündeki halifesidir. Mevla Teâlâ Hazretleri bu hususu Bakara suresi 30. ayet-i kerimesinde şu ifadelerle beyan etmiştir: “Hatırla ki Rabb’in meleklere; ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti.”[7] Mevla Teâlâ Hazretleri yeryüzünün halifesi olan insanı keremli ve İslam fıtratı üzere yaratmış ve diğer tüm varlıkları onun hizmetine vermiştir. Yeme, içme ve barınma gibi biyolojik ihtiyaçlar doğuştan olduğu gibi inanma ihtiyacı da doğuştandır. Mevla Teâlâ Hazretleri bu gerçeği şu âyet-i kerimelerle ifade buyurmaktadır: “Yüzünü Allah’ı birleyen olarak (hanîf) dine, Allah’ın dinine çevir ki Allah insanları o din üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmez.”[8]
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabb’in Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da evet buna şahit olduk (Sen bizim Rabbimizsin) dediler.”[9]
Her Doğan İslâm Fıtratı Üzere Doğar
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Her doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzerine doğar” buyurmuştur.[10] Bu, “insan doğuştan dinsiz, kâfir, fasık ve âsi değildir, tevhîd dinini kabule hazır ve kabiliyetlidir” demektir. İnsan yetiştiği çevrede aldığı terbiye, eğitim ve öğretime göre Müslüman olur veya başka bir inanca sahip olur. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem); “Doğan hiçbir çocuk yoktur ki (İslâm) fıtratı üzerine doğmuş olmasın. (Daha sonra) anası ve babası çocuğu yahûdî, hristiyan veya mecûsî yapar”[11] buyurmuşlardır.
İnsanın yaratılışında var olan bu kabiliyet insan büyüdükçe gelişir. Belli bir yaşa gelince Yaratanını bilir, bulur ve tanır, İlahî teklifleri anlar. Doğuştan gözleri ve kulakları sağlıklı olan bir insanın eşyayı görmemesi ve sesleri duymaması nasıl mümkün değilse harici müdahaleye maruz kalmayan bir insanın da Yaratanını tanımaması mümkün değildir. Göz ve kulak görmüyor ve işitmiyorsa onda bir arıza var demektir. Bunun gibi Yaratanını tanımayan, Tevhîd dinini kabul etmeyen insanın yaratılışında var olan bu kabiliyetine arıza peyda olmuş demektir.
Din ve Gâyesi
Din, Mevla Teâlâ Hazretleri tarafından vaz’ olunmuş İlâhî bir kanundur. Amacı; insanlara mutluluk yollarını göstermek, yaratılış gayelerini ve Allah (Celle Celâlühû)na nasıl ibadet edeceklerini bildirmek, kendi arzuları ile dini kabul eden akıl sahiplerini hayır olan işlere sevk etmektir. İnsan, fıtrî din ile dindar olma kabiliyetinde yaratılmıştır. Asla dini terbiye görmemiş, çevrenin ve yetiştiği kültürün etkisinde kalmamış akl-ı selîm sahibi bir kimse şevk-i tabî ile kendisini ancak İslâm’ın kâidelerine tâbî kılar.
İnsan kendisini doğru yoldan çıkaran birtakım telkinlerle saptırılmazsa vicdanen başka bir inanca meyletmez. Yaratılışındaki var olan kabiliyet ile Cenâb-ı Hakk’ı bilir ve tanır. O vicdan ki, insandaki; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, hakkı bâtıldan ve hayrı şerden ayırt edebilme kabiliyetine denir. Bu kabiliyet, eğitim ve terbiye ile gelişebileceği gibi kötü alışkanlıklarla ve olumsuz telkinlerle körleşip yok olabilir. Dolayısıyla tek başına vicdan, insanın erdemli olmasına yetmez ve dinin yerini de tutamaz. Ayrıca iyi bir vicdana sahip olabilmek için iyi bir din terbiyesi alınması gerekmektedir. Vicdan, işlenen kötülüklerle körelebilmektedir. Mevla Teâlâ Hazretleri, Kur’ân-ı Hakîm’inde; “Hayır bilakis onların (günahkârların) işlemekte oldukları (kötülükleri) kalplerini kirletmişti”[12] buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Hiç şüphe yok ki kul bir hata (günah) işlediği zaman, kalbinde kara bir leke oluşur. Eğer, sahibi onlardan vazgeçer, af diler ve pişman olup tevbe ederse, kalbi parlar, (günahını) tekrar ederse kalbindeki (o kara leke) artar. Öyle ki, giderek bu leke kalbini tamamen kaplar” buyurmuş ve yukarıdaki ayet-i kerimeyi okumuştur.[13] Dolayısıyla vicdan, terbiye ve rehbere muhtaçtır. Bu rehber de İslâm dinidir.
Şayet insan, hayatını İslam dininin rehberliğinde yaşamaya gayret göstermezse, içinde ciddi bir boşluk oluşacak ve bu boşluğu dünyevi şehvetler, eğlenceler, sapkınlıklar ve mâlâya‘nî (insana hiçbir fayda sağlamayan boş işlerle) doldurmaya çalışacaktır ki asla o boşluğu dolduramayacak, yaşadığı dünya hayatı daha da çirkin bir hal alacak ve Kur’an-ı Hakîm’in ifadesiyle “dünyası da, ahireti de hüsrana uğramış”[14] olacaktır.
İnsan Oldukça Din de Var Olacaktır
Din duygusunun kaynağı fıtrattır. Dolayısıyla din duygusu insanla birlikte doğmuştur. İnsanla birlikte devam edecektir. Dünyada insan bulundukça din de var olacaktır. Din duygusu fitrî olduğu için yeme, içme, giyinme ve barınma gibi her insanın dine ihtiyacı vardır. İnsan; iyi ve kötü, sevgi ve şehvet, kin ve nefret… gibi birçok duygu ile yüklüdür. İnsan, nefis (arzu, heva ve heves) sahibidir. Nefis, daima kötülüğü emreder[15], insana vesvese verir.[16] İnsanın nefsânî ve şeytanî duyguları kontrol altında tutabilmesi için dînî/ahlâkî kurallara ihtiyaç vardır. Bu itibarla Din her türlü ahlâkî faziletlerin başıdır, dolayısıyla fert ve toplum hayatında da dine gerek vardır.
Netice olarak insanın, yemeye, içmeye, giyinme ve barınmaya ihtiyacı olduğu gibi inanmaya da ihtiyacı vardır. İnsanda doğuştan var olan bu din duygusunun doğru şekillenip neşvünema bulabilmesi için hak dine ihtiyacı vardır. Mevla Teâlâ Hazretleri ilk insandan itibaren peygamberleri vasıtasıyla hak dini insanlara tebliğ etmiştir. Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din tevhid dinidir. Tevhid dininin adı İslâm’dır. Bu dine iman edenlerin adı da Müslümandır.
Dipnotlar
[1] İsrâ Sûresi, 70.
[2] Zâriyat Sûresi, 56.
[3] Ahzâb Sûresi, 72.
[4] A’râf Sûresi, 172.
[5] Mâide Sûresi, 100.
[6] Şems Sûresi, 7.
[7] Bakara Sûresi, 30.
[8] Rum Sûresi, 30.
[9] A‘râf Sûresi, 172.
[10] Müslim, Kader, 23; Tirmizî, Kader, 5.
[11] Buhârî, Tefsir, 2.
[12] Mutaffifîn Sûresi, 14.
[13] Tirmizî, Tefsir, 83.
[14] Hac Sûresi, 11.
[15] Yunus Sûresi, 53.
[16] Kâf Sûresi, 16.