Geçmişten günümüze insanoğlu için bir imtihan sebebi olan “Kurban” kimilerinin hidayetine, kimilerinin ise dalâletine neden olmuştur. Geçmişte kurban ile imtihan olan kimseler bize Kur’an-ı Kerîm’de bildirilmiştir. Zira Rabbimiz (tebâreke ve teâlâ) Adem (aleyhisselam)’ın iki oğlu olan Hâbil ve Kâbil’i bununla imtihan etmişti de onlardan Habil bu imtihanı kazanmış, Kabil ise sunduğu kurban kabul edilmediğinden dolayı haset edip kardeşini öldürmüştü!
Bu hadise Kur’an-ı Azîmuş-şân’da şöyle anlatılmaktadır:
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْآخَرِ قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللَّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ لَئِنْ بَسَطْتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَا بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لِأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ إِنِّي أُرِيدُ أَنْ تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ
وَذَلِكَ جَزَاءُ الظَّالِمِينَ فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Ant olsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. “And olsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu”[1]
İbrahim (aleyhisselam)’a oğlu İsmail (aleyhisselam)’ı kurban etmesi için Allah (c.c.) katından vahiy geldiği vakit, İbrahim (aleyhisselam) bu ilahî emre hemen imtisâl etmiş ve Allah (c.c.) kendisi katından bir kurbanlık koç göndererek İsmail (aleyhisselam)’ı kurban etmekten kurtarmıştı ve neticede imtihanı kazananlardan olmuştu.
Bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir:
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِنْ شَاءَ اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَاإِبْرَاهِيمُ قَدْ صَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ إِنَّ هَذَا لَهُوَ الْبَلَاءُ الْمُبِينُ وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ
“Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? Dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.
Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim! Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık”[2]
Tarih-i Taberi’de İsmail (aleyhisselam)’ın Kurban Edilme Hadisesi Şöyle Anlatılıyor:
İbrahim (a.s.) rüyayı görünce oğlu İsmail’e:
– Ey oğlum! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm! Dedi. Onu alıp kurban yerine götürdü.
Oğlunun anasına (Hacer’e):
-Bu çocuk büyüdü. Onu benimle gönder! dedi.
İbrahim (a.s.) oğlunu aldı. Yanına bir keskin bıçak alarak, oğlu İsmail’le yola çıktı. Göklerin melekleri, bu hali görüp ağlaştılar.
– Ya Rabbi, dediler, İbrahim ne büyük köledir. Onu, Sen’den ötürü ateşe attılar, hiç kaygılanmadı.
Şimdi de:
– Oğlunu kurban et! diyorsun, yine kaygılanmıyor.
İbrahim (a.s.), oğlu ile dağa çıkmaya başladı. Dağa bir sarsılma geldi:
– Bu ne gündür ki, bir Peygamber, oğlunu benim üstümde öldürecek! dedi.
Dağ titreyince, İbrahim (a.s.)’ın oğlu İsmail korktu. Babasına:
-Ey baba! dedi. Bu dağ niçin böyle sarsılıyor?
İbrahim (a.s.):
-Ey oğul, dedi. Yüce Allah, her şeye Kadir’dir, her ne dilerse yapar!
İblis ise, İbrahim’in Allah’a vefasına üzüldü. Ne yapacağını, ne edeceğini bilemedi. İsmail’in anasının yanına geldi:
-Ya Hacer! dedi. İbrahim, senin oğlunu nereye götürdü?
Hacer:
-Babası ile birlikte gitti. Dedi.
Şeytan:
-Sana söylemedi, ama İbrahim, oğlunu alıp öldürmeye götürdü, dedi.
Hacer:
-Sen İblis’sin. Allah’ın Peygamberi, oğlunu nasıl öldürür? Sen bunu nasıl söylersin?
Şeytan:
-Oğlunu öldürmesini, Allah buyurdu! diye cevap verdi.
Hacer:
-Eğer bu Allah’ın buyruğu ise, ben de o buyruğa baş eğerim! dedi.
Şeytan, Hacer’den umudunu kesince, İsmail’e geldi ve onu aldatmak istedi. Çünkü çocukların gönlünün zayıf olacağını düşünüyordu. Onun ardından yetişip:
-Ey oğul, baban seni öldürmeye götürüyor. Dedi.
Çocuk İsmail:
-Sen İblis’sin, bu Allah’ın babama bir buyruğudur! dedi. Eğer bu, Allah’ın bir emri ise ben, o emre boyun eğerim! dedi.
Oğuldan da ümit kesen şeytan, İbrahim (a.s.)in karşısına dikildi:
-Rüyanda sana İblis; “Bu oğlunu kurban et” dediği için oğlunu öldürmeğe gidiyorsun. Eğer onu öldürürsen, Allah’a asi olursun! dedi. İbrahim (a.s.), onun şeytan olduğunu anladı.
-Ey Allah’ın düşmanı! dedi. Hiç bana layık mıdır ki senin sözüne kanarak, Yüce Allah’ın buyruğundan ayrılayım?
İblis, bu sözlerden ümidini kaybetti. Yine geri döndü, gitti. İbrahim (a.s.) da o dağa çıkıp, oturdu. Oğlunu da önüne oturttu.
Yukarıda geçtiği gibi Kur’anı Kerim şöyle der:
Ne zaman ki o (çocuk), onunla beraber koşacak (yaşa) erişti; (İbrahim) dedi ki:
“Ey oğlum, ben rüyamda seni boğazlarken görüyorum. Bak, sen ne görüyorsun(diyorsun).” (İsmail a.s.) dedi ki:
“Ey babam, emrolunduğun şeyi yap! Sen beni, inşallah, sabredenlerden bulursun.”[3]
İsmail (aleyhisselam) :
-Ey baba! Keşke bu olayı bana evde söyleseydin. Annemle helalleşip, evden çıkardım! dedi. Bu söz üzerine baba, oğul sarılıp kucaklaştılar. Ağlaşıp gözyaşı döktüler.
İsmail (aleyhisselam) sonra:
-Ey baba! dedi. Allah’ın hükmünü tez yerine getir! O emre uy! Vakit geçirme ki, Allah’a asi olursun! Hem, belki de anam bunu işitir. Gelir, beni senin elinden alır. O duyup işitmeden elini tez tut.
İsmail (a.s), böyle deyince, İbrahim (a.s.) da iki bileğini sıvadı. İsmail’in ellerini sıkıca bağladı. Boğazlamaya hazırlandı. Sonra İsmail’i, sağ yanı üstüne yatırdı. İsmail, Yüce Allah’a, gönülden teslim oldu. Boğazına bıçağın vurulmasını bekliyordu. İbrahim (a.s.)’in ise eli titriyordu. Gözyaşları İsmail’in yüzüne düştü. O da gözlerini açtı, babasının yüzüne baktı. Onun kendisine kıyamadığını anladı.
Ona:
-Ey baba! dedi. Beni boğazlamaya kıyamıyorsun! Hemen yüzümü ört ki, yüzüme bakıp bana kıyamamazlık etmeyesin. Hem de anama da, hakkını helal etmesini söyle!
Bir rivayete göre de İsmail (a.s.) şöyle demişti:
-Ey baba! Beni yüzümün üstüne döndür. Belki yüzüme bakınca şefkatin artar, beni boğazlayamazsın.
İbrahim de öyle yaptı. Bıçağını, oğlunun ensesine koydu:
“Bismillah!” diyerek, bıçağını kuvvetle bastırdı. Bıçağın ağzı, ters döndü. İsmail’i kesmedi.
İsmail (aleyhisselam) :
-Baba, niçin geç davranıyorsun? Bıçağa ne oldu ki beni kesmiyor? diye sordu.
İbrahim (aleyhisselam):
-Bilmiyorum ki ne oldu. Ben ne kadar uğraşsam, bıçak kesmiyor. Allah’ın hikmetinden acayiplikler görüyorum! dedi.
İsmail (aleyhisselam):
-Bir daha bıçağı sağlamca tut! Kuvvetlice bas! Belki boğazımı kesersin! dedi.
İbrahim (a.s), bütün kuvvetiyle bıçağı bastırdı. Bıçak, Yüce Allah’ın emri ile ikiye katlandı. Hiç kesmedi. O anda Yüce Allah, Cebrail (a.s)’ı gönderdi. Cebrail (a.s), bir beyaz koç getirdi. Gözleri siyahtı. Ayakları ve boynuzları da siyahtı. Cebrail, koçun boynuzundan tutup o dağa indirdi. İbrahim (a.s.)’ın yakınında durdu.
Yüce Allah (c.c.) :
Ve Biz, ona: “Ey İbrahim!” diye seslendik.
“Sen, rüyana sadık oldun. Muhakkak Biz, muhsinlere böyle ihsanda bulunuruz.”[4]
Diye buyurdu. İbrahim (a.s.), bu sözü işitince, Yüce Allah’ın vahyinin heybetinden titredi. Bıçak elinden düştü. Cebrail’in; “Allahu Ekber, Allahu Ekber” sesini işitti. Başını kaldırdı. Onu gördü:
– “Allah’tan başka ilah yoktur!” dedi.
Oğluna:
-Başını kaldır! Bak! Yüce Allah, bize, “bayram-sevinç” verdi! dedi.
İsmail baktı, Cebrail’i gördü. Koç elindeydi. Kendisi de; “Vallahu Ekber ve lillâhilhamd!” dedi.
Şöyle rivayet edilmiştir ki; kurban edilirken getirilen Tekbir, üç kişinin sözleridir: Birisi, Cebrail (a.s.)’ın, diğeri İbrahim (a.s)’ın, üçüncüsü de, kurban edilecek olan İsmail’ (a.s.)’ındir.
İsmail gitti, koçu tuttu. İbrahim (a.s.)’a teslim etti, o da koçun ayaklarını bağladı. Onu, İsmail’in yerine “kurban” etti. İşte hacda, “kurbanlar”ın kesildiği yer burasıdır.[5]
Yani kısacası; kurban ibadeti, İbrahimî duruşun ve İsmailî teslimiyetin sembolleştiği bir ibadettir. Kurban, Allah yolunda infakın, cömertliğin, fedâkârlığın ve takvanın bir nişânesidir.
Günümüzde ise; kurbanı bir “vahşet” olarak gören kimseler! ne yazık ki bu imtihanı kaybetmiş ve dinin şiârı olan bir ibadeti kabul etmeyip, reddetmiştir. Kendi keyifleri için binlerce cana kıyan kimselerin Allah’a ibadet kastıyla kesilen kurbanlar için “Bir vahşettir” şeklindeki vasıflamaları İslam’a atılmış kasıtlı bir oktan başka bir şey değildir.
Dipnotlar
[1] Mâide/27-30
[2] Saffât/102-107. âyetlerde Hz. İbrahim (aleyhisselam)’ın oğlunu kurban etmesi anlatılır. Bu kıssa bir imtihandır. Bu imtihan, peygamber olan baba ile oğlu arasında cereyan etmiştir. Şöyle ki, Hz. İbrahim(aleyhisselam)’ın iki oğlu vardı: İsmail ve İshak. Kur’an-ı Kerim’de kurban edilecek çocuğun isminden söz edilmez. Ama tefsircilerin kanaatine göre bu, İsmail (aleyhisselam)’dır. Zira olay göçten hemen sonra olmuştur ki, o zaman İsmail (aleyhisselam) vardı. Ayrıca olay Mekke’de geçmiştir. Mekke’ye gelen de İsmail (aleyhisselam)’dır. İbrahim (aleyhisselam) gece rüyasında, birisinin kendisine, «Allah sana oğlunu boğazlamanı emrediyor» dediğini duymuş, sabah olunca bunun şeytandan mı, Rahmân’dan mı olduğu hususunda tereddüt etmiş, üç gece rüyayı üst üste görünce bunun Allah’tan olduğunu anlamıştır.
[3] Saffat 37/102
[4] Saffat 104/105
[5] Tarih-i Taberi, Çev. M. Faruk Gürtunca, Sağlam Yy, İst.