Bütün hamdlerimiz, hangimizin daha güzel amel işleyeceğini sınamak üzere dünyayı bir imtihan hâne kılan Allâh-u Te’âlâ’ya, salât ve selâmımız, dünya hayatını nasıl değerlendirmemiz gerektiğini en ince ayrıntılarıyla ümmetine öğreten Nebiyy-i Zîşân’a olsun.
Dünyaya dalmak/dünyevîleşmek, dediğimiz zaman dinî, ahlâkî, sosyal ve ticarî gibi hayatın her alanında kişinin dünya değerlerine öncelik vermesini kastediyoruz. Dünyevîleşme, insanın kendisini dünyanın çekiciliğine kaptırması, bir bakıma onun esiri hâline gelmesidir. Başka bir yönüyle de, dünyaya kalben bağlanmak, dünya hayatının geçiciliğini ve âhiret için bir vasıta olduğunu unutup, onu asıl gaye hâline getirmektir. İnsanın ilgisini ve dikkatini sadece dünyaya çevirmesi, zevk ve sefaya düşkünlük, rahatın peşinde koşması da dünyaya dalmaktır. Makam ve şöhret hırsı, mal-mülk ve servet tutkusu da dünyevîleşme sebeplerindendir. Bu aslında çok boyutlu bir sorun, dalı-budağı birbirine girmiş bir sarmaşık gibi karmakarışık, kökleri birçok alana nüfuz etmiş, âdeta bir virüs gibi tehlikelidir. Helâk sebebi olan bu kangrenin harap ettiği asıl yer; zihin ve gönül dünyasıdır ki, bu tahripten sonra artık hastalığın bütün vücuda sirayeti kaçınılmaz olacaktır.
Dünyevîleşme, zihinlerin bulanık olmasıyla, insanın bu dünyanın ne olduğunu fark edememesiyle başlar; insanın hayat tarzından, düşünme biçimine, anlama ve algılama şekline, varlıklara ve olaylara bakış açısına kadar çok çeşitli konuları içine alarak devam eder. Bir Müslüman için dünyevîleşmenin merkez noktası, dünyanın ne olduğunu, gerçek mahiyetinin zihin ve gönülde tam olarak kavranamamasıdır. Zira Müslümanın zihin dünyasında ortaya çıkacak bu cehalet ve gaflet hâli, Allâh-u Te‘âlâ’nın emir ve yasaklarını geri plana bırakarak mala mülke, makam ve mevki gibi dünyalıklara kendini kaptırmasıyla neticelenecektir.
İçinde yaşadığımız çağda (Müslümanlar dâhil) bütün insanlığın en büyük sorunlarından biri, belki de en başta geleni, dünyayı sahiplenmektir. Her şeyin sadece bu dünyadan ibaret olduğunu sanmak, lisanen öyle denilmese de, yaşantı olarak ona göre yaşamak, emanetçi iken sahibi gibi davranmak, geçici bir süreliğine malik olduklarına ebediyen kendisininmiş gibi sarılmak, insanoğlunun bütün çağlar boyu yapageldiği en büyük hatalardan bir olmuştur. Bu sorunun, tarih boyunca insanlığın kırılma noktası olduğu tespit edilmiştir.
İbni Haldûn (Rahimehullâh) toplumların yıkılışını; fetih, ganimet, lüks, rehavet ve son olarak çöküş şeklinde izah eder. Bugün manevî çöküşe giden toplumlar da yokluktan değil; varlıktan, refahtan, israftan ve sehâfetten helâkin eşiğine gelmişlerdir. Azgınlık ve şehvetin esaretiyle sergilenen rezillikler, tarih boyunca eşine ender rastlanır bir hâl almıştır.
Bu meseleyi ciddi bir Müslüman nazarıyla nasıl doğru anlamamız gerektiğine gelince… İlk önce yüce Rabbimiz Allah (Celle Celâluhû)ya kulak verelim:
“Muhakkak ki Biz, yeryüzünde bulunan her şeyi bir dünya ziyneti/süsü kıldık. Böylece insanlardan kimin daha iyi amel işleyeceğini imtihan edelim istedik. Ve Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.”[1]
“İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyun, bir oyalanma, bir süstür. Kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır. Tıpkı o bir yağmura benzer ki, bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gider; sonra o ekin kuruyuverir de onu sapsarı görürsün. Sonra saman olur gider. Ahirette kâfirler için şiddetli bir ceza, mü’minler için ise Rab’leri tarafından bir mağfiret ve rıza vardır! Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.”[2]
Böylece Yüce Mevlâ’mız Kur’ân-ı Kerîm’de, aslı yok olmak, kuruyup gitmek olan dünyanın bu durumunu bizlere bildirmekte ve “Dünya hayatı sizi aldatmasın.”[3] hitabıyla ikazda bulunmaktadır.
“Onların (sâlih kulların) peşinden namazı zayi eden, şehvetlerine tâbi olan bir nesil geldi ki, onlar azgınlıklarının cezasını göreceklerdir.”[4] âyet-i kerîmesi ise dünyevîleşmenin ilk iki basamağına işaret ediyor. Birincisi, başta namaz olmak üzere, ibadetleri ihmal etmek; ikincisi ise nefsanî arzular peşinde koşmaktır.
Yüce Rabbimizin (Celle Celâlühû)nun omuzlarımıza yüklediği yeryüzünü imar etme görevini yerine getirme ile dünyevîleşme arasındaki hassas çizgiye çok dikkat etmemiz gerekir. “Allah sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi.”[5] âyet-i kerimesinin hitabının yanında, “Allâh’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu kazanmaya çalış, bu arada dünyadan da nasibini unutma, Allâh sana ihsan ettiği gibi sen de ihsanda bulun.”[6] buyrulmuş olması, dikkatlerimizi bu farka çekmektedir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Sizin hakkınızda korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve ziynetlerinin açılması (sizin de onlara kendinizi kaptırmanızdır).”[7] hadîs-i şerîfiyle asrımızın en büyük tehlikesi olan dünyevîleşmeyi haber vermiştir. Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh), kendisine ikram edilen bir bardak soğuk su karşısında, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hadîs-i şerîfini hatırlayarak gözyaşlarına boğulmuştur.
Yine Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Muhakkak ki dünya hoş, tatlı ve çekicidir. Allâh-u Te’âlâ onu, kullanmanız için size verecek ve ne yapacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının.’’[8] buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir gün hasır üzerinde uyumuş, mübarek yüzlerinde hasırın izi çıkmıştı. Onu bu hâlde gören sahâbe: “Yâ Rasûlellâh! Sana bir sergi/döşek serelim” demişler, o ise buna karşılık: “Benim dünyayla ne işim olur ki! Benim dünyaya göre durumum, bir ağaç altında dinlendikten sonra orayı bırakıp da yoluna devam eden bir yolcu(nun durumu) gibidir.” buyurmuştur. [9]
O, dünyevîleşmenin ne kadar büyük tehlike olduğunu, bizim için kaygılarını bir başka hadîs-i şerîfinde şöyle ifade etmiştir: “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine, sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi, sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum.”[10]
Mevlâ Te‘âlâ bizleri, âyet-i kerîmelerine ve Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sünnetine sarılanlardan ve dünyaya aldanmayanlardan eylesin.
Dipnotlar
[1] Kehf Sûresi:6-7.
[2] Hadîd Sûresi:20. Aynı mânâya delâlet eden diğer bazı âyet-i kerîmeler için bkz. Yûnus Sûresi:24; Kehf Sûresi:45.
[3] Fâtır Sûresi:5.
[4] Meryem Sûresi:59.
[5] Hûd Sûresi:61.
[6] Kasas sûresi:77.
[7] Müslim, Zekât:120.
[8] Müslim, Kitâbu-r-Rikâk:2742.
[9] Tirmizî, Kitâbu’z-Zühd:2377.
[10] Müslim, Kitâbu’z-Zühd ve Rekâik:2961.