“Din ile bilimin uzlaştığını, birbiriyle çatışmadığını İslâm’dan öğrenen Orta çağ Avrupası böylece bir kurtuluş ışığına kavuşur.”[1]
İslâm dini, bütün insanlık için yeni bir başlangıcın dönüm noktasıdır, İslâm medeniyeti o güne kadar insanlığın karşılaşmadığı yepyeni bir hayat anlayışıdır. Hazret-i Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Medine’de temellerini attığı medeniyet “inanç” esaslı özgün bir medeniyettir. İnsanlığın mutluluk, huzur arayışına yeni bir seçenek, yeni bir açılım ve yeni bir katkı sağlayan İslâm medeniyetinin kendine özgü değerleri evrensel özelliğe sahiptir. Zaman, mekân, ırk sınırlarını aşan, diğer bir deyişle bütün insanları kuşatan, çağdan çağa, ülkeden ülkeye temel itibarıyla değişmeyen değerlerdir.
İslâm fetihlerinin insanlığa kazandırdığı her ne varsa hepsinin aslı, özü, kaynağı İslâm dinidir. İslâm bütün insanlığa neler sunuyorsa bunların pek çoğu İslâm fetihleri vasıtasıyla insanlığa tanıtılmıştır. İslâm medeniyetinin muhteşemliği insanlığa sadece fetihler yoluyla ulaşmamış bunun yanında Haçlı seferleri, gayri Müslimlerle yapılan ticaretler ve medreselerin de epey rolü olmuştur. Şu kadar var ki Müslümanların Sicilya, İtalya ve Endülüs gibi beldeleri fethedip oralarda devlet kurarak İslâm medeniyetini inşâ etmeleri ve gayri Müslimlerin her şeyi bizzat müşahede etmeleri şüphesiz en büyük etkenlerden olmuştur.
Dün insanlığa huzur vadeden İslâm, bugün de vadetmektedir. İhtiyaç duyulan şey dünün “fetih ruhunu” bugün tekrar canlandırmaktır. Yoksa gayemiz sadece geçmişle övünmek, şanlı tarihimize kuru kuruya bir hamâsetle sarılmak değil bilakis İslâm fetihlerinin bütün insanlık için ne kadar önemli olduğunu ve bugün de hala aynı öneme hâiz olduğunu hatırlatmaktır. Zira insanlığın yegâne çaresi yine İslâm’dır.
İlk önce bilinmesi gereken, İslâm fetihlerinin karakteristik yapısı ve özellikleridir, çünkü Allah’ın (Celle Celâlühû) insanlığa gönderdiği en son hak mesaj bu fetihler sayesinde ulaştırılacaktır. Onun için İslâm ordusu düşmanla karşı karşıya geldiği zaman hemen savaşa girişmez, onlara niçin savaş meydanında olduklarını izah eder gerekli bildirimleri yaparlardı. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gazaya gönderdiği komutanlara şu tavsiyede bulunurdu: “Allah’ın adıyla yola koyulun, Allah yolunda mücadele verin, savaştığınız insanlarla aranızda bir anlaşma var ise ona riayet edin, haddi aşmayın, meşru savaş esnasında öldürdüğünüz insanlara müsle (cesetlerin burnunu, kulağını kesme, gözünü oyma) yapmayın, çocukları, yaşlıları, kadınları, ibadethanelerindeki insanları öldürmeyin. Düşmanla karşılaştığında onları şu üç şeyden birine dâvet edin:
1- Onları Müslüman olmaya çağırın.
2- Kabul etmezlerse cizye (vergi verip İslâm devleti bünyesinde yaşama ve bütün haklara sahip olmayı) teklif edin.
3- Onu da kabul etmezlerse o zaman onlarla savaşın.”[2]
İslâm Fetihlerinin Etki Alanları
İslâm fetihleriyle insanlık neler kazandı, konusu çok geniş kapsamlı bir mevzudur, şöyle ki;
1. İslâm, fetihleriyle beraber İslâm’la şereflenen coğrafyaları içine alır. Bu coğrafyaların İslâm’dan önceki siyasi, ekonomi, askeri, eğitim- öğretim vb. pek çok alanın durumu ile İslâm’a girdikten sonraki durumun karşılaştırılması gerekir ki İslâm fetihleri sayesinde o bölgenin nasıl bir değişim, dönüşüm ve gelişime uğradığı gözler önüne serilsin. Böylece İslâmlaşan bu insanlar Allah’ın lütfuna nail olarak insanlığın en göz kamaştırıcı medeniyet(lerin)i inşâ ederler. Kısacası İslâm fetihleri buralara can suyu olmuş, yeniden ihyasına vesile olmuştur. Burası başlı başına ayrı ele alınması gereken çok geniş bir konudur.
2. İslâm fetihleri sayesinde İslâm dini ve medeniyetiyle tanışan, buluşan fakat İslâm’ı kabul etmeyen milletlerin, Müslümanlardan bilim, tıp, astronomi, eğitim ve daha pek çok alanda öğrendiklerini kendi memleketlerinde hayata geçirmeleri. Bu tür etkileşim hem doğuda hem de batıda çok geniş bir yelpazede cereyan etmiştir. Bu alanda pek çok müstakil eser gayri müslimler tarafından kaleme alınmıştır. Alman yazar Dr. Sigrid Hunke’nin ‘Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi’ bu eserlerdendir.[3] O, adı geçen kitabında şöyle diyor: “(Müslümanların) Venedik zaferi, Arapların kıtaları aşan ve birbirine bağlayan ‘ticaret zaferlerinin’ büyük bir kısmını teşkil eder. Bu -İslâmi- ticaret, İtalyan ticaretini peşine takar. İtalyan hatta Alman, Fransız ve Hollanda ticaretlerine yeni inkişaflar ettirir. Gittikçe kuvvet bulan bu şebeke, hayat getiren bir dalga halinde şehirlere, sokaklara sokulur. Britanya’ya hatta İskandinavya’nın kuzey bölgelerine ulaşır. Şehirler, havsalaya sığmaz bir inkişafa kavuşur. Kuzey Alpler’de de Müslümanların ham maddeleri “Arap tarzında” yeni tezgahlarda işlenir.”[4] Bu gelişimin tarihi alt yapısı şöyle olmuştur: Müslümanlar 9. Yüzyıl boyunca yaptıkları akınlarla Güney İtalya’yı, Malta’yı ve bazı sahil şehirlerini fethederek Roma’ya kadar ilerlediler. Aynı zamanda Alp Dağlarını aşarak 10. Asır boyunca Orta Avrupa içlerine seferler düzenlediler.[5]
Rönesans’ın Temel Kaynağı Endülüs’ün Fethidir
“Batı medeniyeti İslâm medeniyetinin çocuğudur. Bilimler eski Mısır, Babil, Yunan, İslâm ve Avrupa yolunu takip etmiştir. Batı bilimi adına ortaya konulanlar, İslâm bilimlerinin bir devamıdır.” Demiş bir araştırmacı.
Müslümanların fethinden önce İspanya pek bilinen, tanınan bir yer değildi, kendi halinde bir memleketti. Ne zaman ki oraya Müslüman fatihler girdi, o beldeler İslâm’ın nuruyla aydınlandı, zulumattan kurtuldu. Tarımdan, ekonomiye, bilime, eğitime her şeye el atan Müslümanlar sayesinde yeryüzü cennetlerinden bir cennete dönüştü, bir dönem medeniyete başkentlik yaptı.[6] Rönesans’ın ortaya çıkmasında Müslümanların katkısı inkâr edilemez bir gerçektir. Nitekim Batıda Rönesans’ın ortaya çıkmasında Orta çağ İslâm medeniyetini zirveye taşıyan İslâm bilginlerinin çok büyük bir rolü olduğu açık açık yazılmaktadır. Ünlü tarihçi Jack Goody’nin “Tarih Hırsızlığı” (The Theft of History) kitabında belirttiği gibi: “Batı da Rönesans, Doğu’ya açılma gerçekleştiği zaman yaşandı; çünkü Batı’nın önceki dönemlerdeki çöküşünün öyle köreltici sonuçları olmuştu ki, haklı olarak “karanlık çağ” deyişinin doğmasına yol açmıştı.”[7]
Avrupalıların Endülüs Müslümanlarıyla teması şu iki önemli gelişmeye yol açılmıştır.
1. Geriye dönük olarak, batının Ege medeniyeti ile temasının ve onunla buluşmasının yolu açılmıştır.
2. İleriye dönük olarak da Rönesans’ın ve reformların önü açılmıştır. Din ile bilimin uzlaştığını, birbiriyle çatışmadığını Avrupalılar Müslümanlardan öğrenmişlerdir, oysa kendileri hala Orta çağdadır. Bu onlar için bir kurtuluş ışığı olmuştur.
İnsaflı bir Avrupalı şöyle diyor: “Daha önce hiçbir doğru dürüst bilgiye sahip olmayan Avrupa, bugünkü halini İslâm kültür ve medeniyetine borçludur. Bilimsel ve sosyal alanda parlak bir yükselişe erişmiş olan İslâm medeniyeti, orta çağın feodalizm ve cehalete batmış, tamamen çökmüş olan Avrupa toplumunu sefaletten kurtarmıştır. Müslümanların kurduğu sistemin sağlamlığı, eriştikleri sosyal seviye ve medeniyet olmasa idi şu anda kültür ve medeniyetin zirvesinde olmakla övünen bizler, cehaletin karanlığına batmış olacaktık. Avrupa’da sertlik ve hoşgörüsüzlük hüküm sürerken, Müslümanların engin bir müsamaha anlayışına sahip olduklarını unuttuk mu? Fethettikleri yerlerde şiddet kullanmamaları, eşsiz bir müsamaha ve serbestlik ortamı oluşturmaları, insanlığı yeni şeylere kavuşturmaları, bizim onları davet etmemize sebep olmadı mı?”[8]
Batı medeniyetinin sahiplendiği tecrübî bilgi (deneysel bilgi) Orta çağda İslâm dünyasında gelişmiştir. Müslümanlar tecrübî bilgiyi geliştirdiler ve Batı’nın modernleşmesine yardım eden bir miras olarak onlara bıraktılar. Avrupa’nın bugünkü yapısının temellerini oluşturan Rönesans ve Aydınlanmanın başlatıcısı oldular. Bu sebeple batı dünyası, İslâm dini ve medeniyetine çok şey borçludur. Braudel’e göre “Batı ekonomisinde ithal kökenli ne varsa kaynağı İslâm’dır. Kambiyo senedi (süftece), commenda adıyla bilinen sermaye ortaklığı (mudarabe), önden satış, pirinç, ipek, şeker kamışı, kâğıt, pamuk, Arap rakamları, barut, pusula vs.[9] Ayrıca Batılılar İslâm medeniyetine tam olarak vâkıf olabilmek için Arapçadan kendi dillerine tercüme yapacak çok ciddi müesseseler kurmuşlar, tercümanlar yetiştirmişler, yüzlerce İslâmi eseri kendi dillerine çevirmek için azami gayret göstermişlerdir. Kastilya kralı 6. Alfonso 1085 yılında (İspanya’nın) Toledo şehrini zapt etmesiyle, dönemin İslâmi ilim merkezi konumunda olan yerler de Kuzeyli Hristiyanların eline geçmiştir ve burası İslâm medeniyetinin Batı’ya aktarılmasında ana rolü oynamıştır. Zamanın başpiskoposu 1. Raymond’un teşebbüsleri sonucunda orada sırf tercüme işleriyle uğraşan bir okul faaliyete geçirilmiştir. Bu okul 1135’ten 1284 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş ve pek çok mütercim yetiştirmiştir. Chesterli Robert ile Dalmatalı Hermannus, Kur’an-ı Kerim’ in ilk Latince tercümesini ‘Alcorani Epitomen Arabicam in Latinam’ ismiyle yapmışlardır. Önceleri İslâmi eğitim, sanat ve ilimlerle Avrupa’yı besleyen Endülüs, sonraları Arapçadan yapılan tercümelerle bu konudaki tesirini devam ettirmiştir.[10] İslâm fetihlerinin gayri Müslimlere kazandırdıklarının hepsini böyle bir kısa yazıya sığdırmak imkansızdır, bu konunun da ayrıca incelenmesi gerekir ki mesele tam olarak anlaşılabilsin.
Çağımızın önde gelen değerlerini bünyesinde barındıran İslâm, insanoğlunun küresel boyutta yaşadığı krizlere cevap verebilir; ahlâkî çöküntünün ve zararlı alışkanlıkları önleyebilir. Bunu söylemek işin kolayına kaçmak değildir. Meselâ, A. J. Toynbee, insanın can ve mal güvenliği başta olmak üzere pek çok değerin düşmanı olan alkol belasıyla sadece İslâm’ın başa çıkabileceğini 1940’lı yıllarda söylemişti. Ancak bunun için İslâm’ın evrensel değerlerinin temel kaynaklara dayanarak ve tarihi tecrübeden istifade edilerek teori planında iyice işlenmesi, yorumlanması, evrensel boyutta ihyâsı ve nihayet yaşanan hayatın bir parçası haline getirilmesi gerekir. Yeniden, yenilenmiş bir fetih ruhunu bizlere bahşet Ya Fettah, âmin.
Selâm hidâyete tâbi olanların üzerine olsun!
Dipnotlar
[1] – İ. Sarıçam – S. Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi (Ankara: T.D.V. Yayınları, 2013), s. 241.
[2] – Müslim, Cihad, 3 (1731); Tirmizî, Siyer, 1617.
[3] – Türkçe tercümesi Bedir Yayınevi tarafından 1960 senesinde basılmıştır.
[4] – Sigrid Hunke, Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi (İstanbul: Bedir Yayınevi, 1997), s.42.
[5] – İ. Sarıçam – S. Erşahin, a.g.e, s. 246.
[6] – Abdulhayy el-Hasani, Cennetu’l-Meşrıkı ve Madla’i’n-Nuri’l-Muşrik (Hindistan: Daru’l-İrfan, 2001), s. 13.
[7] – Jack Goody, Tarih Hırsızlığı (İstanbul: İş B. Y. Trc: Gül Çağalı Güven, 2012), s. 154
[8] – A. Özaydın, İslam Medeniyetinin Seküler Medeniyete Katkıları. B.E.Ü. S.B.E. Derg., 8(1), s. 144.
[9] – A. Özaydın a.g.m, s. 145
[10] – İ. Sarıçam – S. Erşahin, a.g.e, s. 241.