Hazret-i Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e şöyle bir soru sorulur: “Kişinin soyunu (kavmini, ulusunu) sevmesi asabiyet (kavmiyetçilik, ırkçılık) sayılır mı?” Cevap şöyledir: “Hayır, ancak kişinin kavmine zulümde, haksız yere yardımcı olması ırkçılıktır/ kavmiyetçiliktir.”[1]
Bir gün Ebû Zerr el-Gıfârî ile Bilâl Habeşî (Radıyallâhu Anhümâ) bir meseleden dolayı tartışmışlardı. İki kıymetli sahâbî birbirlerine ağır konuşmuşlardı. Ama aralarındaki anlaşmazlıktan ziyade kendisine yöneltilen hakaretten dolayı kalbi kırılmıştı Bilâl Habeşî’nin. Bu öyle bir hakaretti ki, Habeşli bir zenci olan Hazret-i Bilâl’i annesinin renginden dolayı aşağılanıyor, “kara kadının oğlu” deniliyordu! İlk Müslümanlardan olup müşriklerin nice eziyetine göğüs geren bu fedakâr insan dayanamayarak olanları Allah Rasûlü’ne (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) anlattı. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şaşırdı ve kızdı. Zira ırkçılık cahiliyet zihniyetiydi. Oysa Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), insanların renk, ırk, dil, cinsiyet ayrımı olmaksızın “bir tarağın dişleri gibi” eşit olduklarını anlatmıştı. Ebû Zerr el-Gıfârî (Radıyallâhu Anh)ı yanına çağırdı ve şöyle uyardı: “Ebû Zer! Onu annesinden dolayı mı ayıpladın? Demek ki sen kendisinde hâlâ cahillikten eser bulunan birisin!” Çok üzüldü Ebû Zerr (Radıyallahu Anh), pişmanlıklar içinde kavruldu. Hazret-i Bilâl’in kendisini affetmesi için defalarca özür diledi. Kibrin, gururun, ayrımcılığın her zerresini hayatından çıkardı, aradan yıllar geçtikten sonra bile hizmetçileriyle aynı elbiseler giyer, bunun sebebini soranlara da bu hadiseyi anlatırdı.[2]
İslâm Toplumda Adaleti ve Dengeyi Sağlar
Yüce dinimiz İslam evrensel, adaletli, dengeli, huzur ve barış içinde bir sosyal hayat ve dünya düzeni tesis etmeyi hedefler. Hukuk, ahlak ve toplumsal dengenin temelini teşkil eden bazı emir ve yasaklar koyarak toplumda adaleti, dengeyi sağlar. Dinimiz, makul- dengeli bir ölçüde vatan- memleket sevgisini hoş görür, akrabayla yakın ilişkiler kurmayı, sılay-ı rahimi teşvik eder. Zira insanın doğduğu, yaşadığı çevreyi, muhiti sevmesi, benimsemesi, kendini o toprakların çocuğu olarak görmesi gayet doğaldır. Makalemizin başında zikrettiğimiz hadis-i şerif buna delalet eder. Akrabalarla, kendisiyle kan bağı olanlarla ünsiyet kurmak, onlara aidiyet duymak da fıtridir. Fakat bütün bunlar asıl üst kimliği “İslam/ Müslüman” olanlar için kendini ifade etmede öncelikli ve belirleyici unsurlar değildir. “Müslüman olmak” kimlik olarak zaten İslam tarafından belirlenmiştir, bu öyle bir şereftir ki dünyada bundan daha üstün bir pâye yoktur, olamaz; “Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’ de sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi…”[3] buyrulur.
Milliyetçilik/ Ulusçuluk/ Ulusalcılık/ Irkçılık/ Kavmiyetçilik Nedir?
İslam ile milliyetçilik arasındaki münasebeti tam olarak doğru bir zeminde anlamak için her şeyden önce bu minvalde, bu alanda kullanılan kavram ve terimlerin ne anlama geldiğini netleştirmemiz gerekir. Böylece bu kavramların ne gibi manalar ifade ettiği, kullanım alanları, sınırları, çerçeveleri tam olarak belirlenir ve buna bağlı olarak yapılan bir inceleme- araştırma ve tartışmalar da sağlıklı netice(ler) verebilir. Zira kelimelerin, kavramların asıl manalarından uzaklaş(tırıl)arak anlam kaymasının yaşandığı alanlardan birisi de milliyetçiliktir. İlk önce bu konudaki kavramsal çerçevenin yerine oturması gerekir ki yapılan itiraz ve cevaplardan bir netice elde edilmiş olsun. Kavramlar yerine oturmadan yapılan tartışmalardan herhangi bir sonucun çıkması uzak bir ihtimaldir.
Milliyetçiliğin Kökü
Milliyetçilik kelimesi asıl/ orijinal manası olarak İslami bir kavram olan ‘millet’ kelimesinden türetilmiştir, İslam’ a göre millet “din, inanış, şeriat” demektir. Günümüzdeki modern Milliyetçilik: aynı ırktan/ soydan, etnik kökenden gelen kişilerin kendi ırk, soy ve kökenini önce çıkarması, aşırı biçimde vurgulaması, yeryüzündeki diğer ırklara karşı bir üstünlük ve imtiyaz sebebi olarak görmesidir. Irk farkı güderek kendisinden farklı ırkları aşağılamanın, ötekileştirmenin adıdır. Bir başka ifadeyle; insanı insan yapan bütün özelliklerini bir kenara bırakarak insanı sadece etnik köken üzerinden değer biçen, üstünlük kazandıran, sadece kendi ırkını seçkin, elit, üstün gören çarpık anlayışın, düşüncenin adıdır milliyetçilik. Diğer taraftan milliyetçilik, “kabileciliğin” sadece etnik kökene dayanmayan yeni, modern ve gelişmiş bir biçimi olarak ulus devletlerin en güçlü ideolojisi olarak ortaya çıkmış ve dine aidiyetin de alternatifi olmuştur. Ulusçuluk, kavmiyetçilik, ırkçılık ve ulusalcılık da “milliyetçilik” anlamına yakın manalarda kullanıldığı için bu terimlerin hepsi, bir mananın değişik isimleri sayılmıştır. Milliyetçilik; din, dil, toprak, menfaat birliği gibi faktörlerin tesiri altında, bir takım ortak değerlere sahip olanların beraber olma duygusundan hareketle -birbirinden farklı- pek çok yaklaşımları, örnekleri, çeşitleri olan çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Kısacası milliyetçilik tek tip bir yapıda değildir, pek çok farklı oluşumları (versiyonları) vardır.
Modern Milliyetçilik ve İslâm
Bu topraklarda 1. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte alevlenmeye başlayan modern milliyetçilik ile İslam arasındaki ilişkiyi anlamak oldukça sorunlu bir hal almıştır. Özellikle Türkiye’de olduğu gibi Müslüman bir zümrenin milliyetçi söylemleri ve milliyetçi söylemi dile getiren İslami grupların çok olduğu ülkelerde bu ilişki daha da karmaşık bir hal almıştır. Bu sürecin sonunda pek çok Müslüman ülkede birbiriyle uyuşmayan İslam ve milliyetçilik kavramı yan yana kullanılmaya başlanmıştır. Oysa İslam Peygamberi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bütün insanlığı kapsayıcı evrensel İslam kardeşliği esasına dayalı bir toplum ve dünya düzenini tesis etmek için uğraşmıştır. Veda Hutbesinde vurguladığı Arap’ın Arap olmayana; beyazın da siyaha üstünlüğünün olmadığını bildirerek ırkçılığı reddetmiştir: “Ey İnsanlar, sözümü iyi dinleyin! Rabbiniz birdir, babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”[4] buyurmuştur. Yine Rasûlüllah’ın (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ırkçılığı reddettiği pek çok hadis-i şerifi vardır.
Irkçılık Kokuşmuş Bir Cahiliyet Zihniyetidir
Yüzyıllarca süren putperest Arap toplumunun milliyetçi yapısı, İslam’ın gelmesiyle sarsılmış ve Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu meyandaki beyanlarıyla tamamen ortadan kalkmıştır. Cündeb b. Abdullah el-Becelî”den nakledildiğine göre Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ ırkçılığa destek vererek yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye halkının ölümü gibidir.”[5] Cübeyr b. Mut”im”den nakledildiğine göre Allah Rasulü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen bizden değildir.”[6] İbn Ömer’den nakledildiğine göre İslam Peygamberi Mekke”nin fethinde insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurmuştur: “Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme âdetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: Biri iyi, takva sahibi, Allah katında değerli olan kişidir, diğeri ise günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişidir. İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır…[7] Başka bir hadisinde de şöyle buyurur Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Bir kısım insanlar vardır ki, cehennem yakacağından başka bir şey olmayan atalarıyla iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar ya bu övünmeden vazgeçerler ya da Allah nezdinde, pisliği burnuyla yuvarlayan pislik böceklerinden daha değersiz olurlar.”[8] “Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez.”[9]
Muhafazakâr Milliyetçilik
Tam bu noktada çok önemli bir konuyu mutlaka izah etmemiz gerekir; kimilerine göre bu hadislerde anlatılan, yerilen milliyetçilik veya kavmiyetçilik bugünkünden farklıydı, bugünkü anlamda bazı milliyetçilik anlayışları İslam’ı savunuyor, diyorlar. Oysa yukarıdaki hadislerde vurgulanan, yasaklanan Arap milliyetçiliği bugünkü milliyetçiliğin tam da karşılığıdır. Eğer şimdilerde milliyetçilikle beraber kullanılan “Muhafazakâr milliyetçilik” söyleminden maksat vatan, toprak, bayrak, kültür, tarih sevgisi, milli ve manevi değerlere sahip çıkarak yaşatma gayreti ve İslam topraklarını (kültür, hayat tarzına müdahale gibi) her türlü sömürgeye karşı korumak ise bu başka bir konudur. İslami değer, ölçü ve hükümlere ters, zıt olmadığı sürece, işin ucu ırkçılığa varmadığı müddetçe bu konunun ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Asıl çıkış gayesi dine karşı rakip ve alternatif kimlik oluşturmak olan “milliyetçilik” ile dine aidiyeti temsil eden “muhafazakârlık” kavramını bir araya getirmek oldukça zor, bünyesinde pek çok problemi barındıran çetrefilli bir durumdur. Bugün popüler- moda kültürün cazibesine kapılan -bazı- Müslümanların, Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından “kokuşmuş leş ve cahiliye âdeti” olarak tanımlanan milliyetçilik hakkında çok dikkatli davranmaları yeryüzündeki bütün Müslümanlar ve insanlık açısından oldukça önemlidir. Evrensel olan İslam’ı bu tür ilkel bir ideolojiye alet etmemeleri gerekir.
Dipnotlar
[1] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 28/ 196, hadis: 16989; İbn Mâce, Fiten 7, hadis: 3949.
[2] Buhârî, İman, 30.
[3] Hacc Sûresi, 78.
[4] Beyhakî, Şuabu’l-İmân, 7/132, hadis: 4774.
[5] Müslim, İmâre, 57.
[6] Ebû Dâvûd, Edeb, 111-112.
[7] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 49; Ebû Dâvûd, Edeb, 110-111.
[8] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 16/455, hadis 10781; Ebû Dâvud, Ebvâbu’n-Nevm, hadis 5116.
[9] İbn Mâce, Mukaddime 17.