Bütün hamdler, zekâtı Müminlerin mallarını temizlemek için vesile kılıp bir takım beşeri ideolojiler gibi ne zenginlere zenginliklerini kaybettirecek kadar çok; ne de fakirlere temel ihtiyaçlarını gideremeyecekleri az bir miktar takdir etmeyip; adalet ve hikmetini her hükümde olduğu gibi bu hükmünde de ayan beyan ortaya koyan Allah Te‘âlâ’ya aittir. Salât ve selâm, bizlere yaşadığı hayat ve tavsiyeleriyle; mal hususunda da temizliğin bir ihtiyaç olduğunu gösteren, Allah (Celle Celâluhû)nun zekât emrinin, her nevi maldaki temizliğin ne şekilde yapılacağını öğreten ve öğütleyen habibi edibine ve onun âl ve ashâbına olsun!
Zekât sözlükte; uygunluk, elverişli olmak, temizlemek gibi manalara gelmektedir.[1] Dinimizce zekât; belirli kişilerin, malının bir kısmını dinen fakir sayılan kişilere temlik etmesi (vermesidir).[2]
Allah (Celle Celâluhû)nun emri olan bu mukaddes sorumluluk, sonucunda Müslüman bireyleri birbirleriyle barışık ve birbirlerini gözeten bir topluma götürür. Bu emanetin dünya hayatındaki bazı yansımaları ve ahirete taalluk eden birtakım semerelerinden bahsetmeye çalışacağız.
Zekâtın Faydaları
İslâm dininin emretmiş olduğu zekât, Allah (Celle Celâluhû)nun emrini tutmuş ve sorumluluğu yerine getirmiş olmanın yanında, toplum için de çok büyük menfaatlere haiz olması da dikkati çeken bir husustur. Bunu şöyle bir misal üzerinden anlayabiliriz: Bir insan düşünün. İnsanın yaşaması bir takım temel ihtiyaçlara dayanmaktadır: Nefes alıp verme, gıda, sindirim vb. Bütün bu işlemler arasındaki vasıta kandır. Vücudumuzdaki kan, oksijeni diğer hücrelere ulaştırır. Bu oksijen ile hücreler insan için gerekli olan enerjiyi üretir. Kullanılan oksijen tekrar kan aracılığıyla akciğerlere taşınır, oradan dışarıya atılır. Aynı şekilde midede parçalanan gıdalar da kan aracılığıyla ihtiyaç duyulan organa aktarılır. Bu işlemin sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için kanın damarlarda dolaşımı şarttır. İnsanın yaşaması ve ayakta kalması damarlarında akan yaklaşık 5 litre kanın dolaşımına bağlıdır. Bir insanın vücudunda 3 litre kadar kan olsa dolaşım gerçekleşse, bu kişi hayatına devam edebilir mi? Evet eder. Ancak 8 litre kan olsa, lakin kan dolaşımı olmasa, bu kişi için yaşamak diye bir kavram düşünülemez. İşte para da bir toplum adına vücuttaki kan gibidir. Bu para, toplumda bir dolaşıma sahipse ekonomiye hayat verir. Yalnız zenginlerin elinde, yastık altında, bir kenarda biriktirilmek suretiyle bekletilecek olursa, bir zarara dönüşür.
İslâm, faizi haram kılmıştır. Toplumda yerleşmiş olan; faizin malı arttırması inancı, Kur’ân-ı Hakîm’in beyanı ile iptal edilmiş ve malı asıl arttıran faktörün zekât olduğu şu âyet-i kerîmeyle ortaya konulmuştur: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allâh katında (O’nun hükmünde ve takdirinde asla bereketlenip) artmaz! Ama Allâh’ın Zât’ını(n rızâsını) arzulamakta olduğunuz halde vermiş olduğunuz herhangi bir zekât (yahut sadaka var ya); işte ancak onlar (gibi bağışlarda bulunanlar, sevaplarını)kat kat artıranların ta kendileridir!”[3]
İslâm, paranın satılmasını yasaklamıştır. Üreticiyi teşvik etmiş, üretimi desteklemiştir. Elinde para bulunduran bir zengini düşünün. Elindeki parayı faize vererek, kendince hiçbir sıkıntıya girmeksizin gelir sahibi olabilir ancak bu sadece kendisinin faydalandığı bir sistemdir. İslâm bunu istemez. Para sahiplerine der ki: Paranızı alın, onunla bir iş kurun ve burada insanlar çalışsınlar. İstihdam sağlansın ve Müslümanlar daha müreffeh bir hale ulaşsın. Peki, zekât bu işin neresindedir? İnsanlar kendilerini güvende hissetmek veya başka birçok sebeplerle paralarını biriktirirler. Zekât ile bu biriken paraların belirlenen bir kısmı, fakirlerin ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle tekrar piyasaya kazandırılmış olur. Bahsetmiş olduğumuz dolaşım da bu sayede devamlılığını korur.
Toplumdaki bu ekonomik denge, İslâm’ın emrettiği zekât sistemi ile gözetilmektedir. Zekât esasında öyle bir nimettir ki; ilk bakışta malı eksiltecekmiş gibi algılansa da, zekâtı verilen malın artacağını Allah (Celle Celâluhû) temin etmektedir. Allah (Celle Celâluhû) bunu şöyle müjdeler: (Habîbim!) De ki: “Gerçekten de benim Rabbim (istediği zaman) kullarından dilediğine rızkı genişletir ve (dilediğinde) yine ona daraltır. Ama (hayır yoluna) herhangi bir şey harcarsanız, O, onun yerine (kat kat fazlasıyla) bedelini verir. Zaten (tüm rızıkları yaratan sadece Allah olduğundan,) rızık veren (ve geçim temin eden)lerin en hayırlısı ancak O’dur!”[4]
Sosyoekonomik dengeyi sağlayan zekâtın bir alternatifini, modern dünya sunamamış ve sunamayacaktır. Ortak mülkiyete dayalı bir anlayış (komünizm) gibi, birtakım beşerî sistemler denense de bir neticeye gidilememiştir. Eşitliği sağlamak adına kişilerin zenginleşmesini engelleyen bir ideoloji ile toplumsal denge sağlanmak istendiğinde de karşımıza şu mesele gelecektir. İnsanlar aynı kabiliyette değildirler. Bazı insanlar girişimci yapıda olup buna elverişli iken, bazıları ise böyle değildir. Eşitliği sağlamak adına ticarete heveskâr ve kabiliyetli bir insanın mal varlığına el koyduğunuzda bu kişinin topluma getireceği faydanın da önünü kesmiş olursunuz ki, bu da kaş yapacakken göz çıkarmaktır. Zira İslâm kişilerin zengin olmasından rahatsız olmaz, bilakis kuvvetli mümin, Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: “Kuvvetli mümin, zayıf/güçsüz mü’minden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.”[5] sözleriyle övülmüştür.
Zekât Malın Sigortasıdır
(Habîbim! Zekât vermesi gereken Müslümanların) mallarından öyle bir sadaka al ki; kendisiyle onları (İlâhî emirlere itaatsizlik sebebiyle bulaştıkları günah kirlerinden) iyice temizleyesin ve onları (bu günaha sebebiyet veren mal sevgisinden) tamamen arındırasın! Bir de (sadakalarının kabulü ve kalan mallarının bereketlenmesi için) onlara duada bulun! Şüphesiz ki senin duan, onlar için (rûhen teskin ve kalben tatmin sağlayacak) bir sükûnettir. Allah (günahkâr kullarının itiraflarını da senin dualarını da hakkıyla işiten bir) Semî’dir; (yaptıkları hatadan dolayı çektikleri kederleri de, içlerinde taşıdıkları pişmanlık hissini de tam manasıyla bilen bir) Alîm’dir.[6]
Mevlâ Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede zekâtın malları temizlediğini beyan etmiştir. Müslüman ise her zaman tahir olana taliptir. Zekât vermediği takdirde, malını fakirin hakkından ayırmamış olur ki bu mal ahirette kendisi aleyhinde şahit olacaktır. Üstelik zekât malı temizlemekle kalmayıp adeta onun sigortası mesabesindedir. Bu konuya dair Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Mallarınızı zekâtla emniyet altına alınız. Sadaka vermekle hastalarınızı tedavi ediniz. Belânın gelmemesi için dua ediniz.”[7]
Zekât, İslâm’ın Temel Müesseselerindendir
Zekât müessesesinin İslâm’ın temel esaslarından olduğu ve üzerinde durulmasının ne kadar mühim olduğunu bize tarih Hazreti Ebû Bekir Efendimizin zamanından şöyle haykırır:
“Ebû Hüreyre (Radıyallâhu Anh) anlatıyor: ‘Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefatı üzerine, yerine Hazreti Ebû Bekir halife seçilip de Araplardan kimileri dinden dönünce, Hazreti Ebû Bekir bunlara karşı savaş açtı. Bunun üzerine Hazreti Ömer: ‘Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ‘Ben insanlarla Allah’tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim kelime-i tevhîdi söylerse –İslâm’ın hakkı olan hadler hariç– mal ve canını benden korumuş olur. Gerçek hesabını görmek ise Allah’a kalmıştır.’ buyurmuşken şimdi sen onlarla nasıl savaş edersin?’ diye karşı çıktı.
Hazreti Ebû Bekir: ‘Allah’a yemin ederim ki, namazla zekâtın arasını ayıranlarla mutlaka savaşırım. Çünkü zekât, malın (ödenmesi gerekli) hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e verdikleri bir deve yularını bile bana vermekten kaçınırlarsa, sırf bu sebepten dolayı onlarla savaşırım.’ cevabını verdi.
Bunun üzerine Hazreti Ömer: ‘Yemin ederim ki, zekât vermek istemeyenlerle savaş konusunda Allah Teâlâ’nın, Ebû Bekir’in kalbine tam bir kararlılık vermiş olduğunu gördüm ve doğrunun bu olduğunu anladım’ dedi.”[8]
Son olarak diğer ümmetlere malın dörtte birinden verilmesi emredilmişken bize ihsan edilen zekâtın miktarı, biz ahir zaman ümmetine bu miktar rahmet ve kolaylık olarak kırkta bir olarak takdir edilmiştir. Emanetçisi olduğumuz dünya mallarının hepsini istemeye kadir iken bizlere acıyıp rahmet etmiş, sorumluluklarımızı bu derecede kolay kılmış olan Rabbimize, bizim vermemiz gereken karşılığı ifade için daha fazal söze hacet yoktur. ifade için daha fazla söze hacet olmasasizin takdirlerinize sunarız.
Temas ettiğimiz hususların menfaat sağlamasını ve toplumumuzun yarayan kanası olan ve maalesef dini hassasiyetleri önde tuttuğunu iddia eden Müslüman kardeşlerimizin; vurdumduymazlık, ben odaklı yaşam, aşırı lüks isteği, aşırı israf ve düştüğü nice nice dünyalık menfaatlere dayanan bu hastalıkların çaresinin zekât vermek ve zekâtı birbirlerine tavsiye etme sorumlulukları olduğunun yeniden hatırlanmasına vesile olmasını dileriz. Zilletten kurtuluş reçetesinin hakiki manada tövbe ve istiğfar edip, Allah (Celle Celâluhû)nun ahkâmı ile yaşayıp yaşatılabilmeye bağlı olduğu idrakine varma ve onun gereğince amel etme konusunda bizleri muvaffak kılmasını Allah Te‘âlâ’dan niyâz ederiz.
İsmailağa Aşevi Hizmetleri ve Sosyal Yardımlar
Peygamberlerin sünnetinden olan ihtiyaç sahiplerine ikrâm ve yardımda bulunmaya yönelik infâk hasleti, varlıklı kimselerden ihtiyaç sahiplerine uzanan mânevî bir köprü vazifesi gören aşevleri ve sosyal yardım müesseseleri ile müşahhas bir hâle bürünmüş ve İslâm medeniyetinin yapıtaşlarından biri olarak günümüze kadar ulaşmıştır.
.
İsmailağa, biri Avrupa diğeri Anadolu yakasında olmak üzere her gün ortalama 3 bin kişilik sıcak yemek ikrâmında bulunduğu iki ayrı aşeviyle ve düzenlediği kumanya organizasyonlarıyla bu mânevî köprüyü günümüzde de muhafaza etmektedir. Hizmetlerimiz kapsamında zekât ve sadakalarınız, talebelere ve hakikî ihtiyaç sahiplerine hassasiyetle ulaştırılmaktadır. Sizler de bu hizmetlere ve hayra destek sağlayabilir ve bütün bu faaliyetlerden hâsıl olacak ecir ve mükâfata ortak olabilirsiniz.
.
Aşevi hizmetlerimiz ve kumanya organizasyonumuz konusunda detaylı bilgi için tıklayınız.
.
Arapça ve Hâfızlık Talebelerimizle ilgili detaylı bilgi için tıklayınız.
Dipnotlar
[1] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Hadîs, 2013, 4/368.
[2] El-Lübab fî Şerhi-l Kitâb.
[3] Rum Sûresi, 39.
[4] Sebe Sûresi, 39.
[5] Müslim, Kader, 34; İbn Mâce, Zühd, No. 4168.
[6] Tevbe Sûresi, 103.
[7] Es-Süyûtî, el-Câmi‘u’s-Sağîr, No. 3728; Kütüb-i Sitte, 7/322.
[8] Buhârî, İ’tisâm 2, Zekât 1, 40, İstitâbe 3; Müslim, Îmân 32