Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ)
(وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
“İçinizden bir cemaat bulunsun ki; (dinî ve dünyevî) hayr (ve faydalar)a davet edeler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olup, şerî‘at ve akıl tarafından da güzel bilinen) ma‘rûfu emredeler, (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şerî‘at ve akıl tarafından da reddedilen) münkerden nehyedeler! İşte ancak onlar felâha eren (ve umduklarına nâil olup korktuklarından emniyete erişen)lerin ta kendileridir!’’[1]
Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh), Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i şöyle buyururken işittiğini rivâyet etmiştir: “Sizden biriniz bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin. Şayet eliyle düzeltmeye gücü yetmezse, diliyle düzeltsin. Diliyle düzeltmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”[2]
Bir münkerin, yani akıl ve din bakımından kötü sayılan bir şeyin görüldüğü taktirde el ile düzeltme görevi İslâm devletine, dil ile düzeltilmesi yönündeki görev ise âlimlere aittir. Son olarak yapılan kötülüğe karşı kalp ile râzı olmama işini ise, elinden ve dilinden bir şey gelmeyen herkesin yapması lâzımdır. Bu saydıklarımız asıl olanlardır. Tabii ki elinden geldiği taktirde her mü’min imkânları nispetinde, münkeri izâleye yönelik müdahalesini gerçekleştirmelidir.
Sahâbe-i Kirâmın Emr-i bi’l-Ma‘rûf Vazifesi Üzerine Biatı
Ebü’l-Velid Ubâde ibni Sâmit (Radıyallâhu Anh) şöyle demiştir: ‘’Biz Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye, açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah hakkı için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair biat ettik.’’[3]
Başka bir hadîs-i şerifte Ebû Sa‘îd el-Hudrî (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız!’ buyurdu. Sahâbîler (Radıyallâhu Anhum): ‘Yâ Rasûlellâh! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz’ dediler. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o hâlde yolun hakkını veriniz’ buyurdular. Bunun üzerine, ‘Yolun hakkı nedir ki ya Rasûlellâh?’ diye sordular. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek’ buyurdular.”[4]
Bu hadîs-i şerîfte ise mecbur olunmaması durumunda sokaklarda oturulmaması gerektiği, illa oturulması gerekiyorsa yolun hakkının verilmesi vurgulanıyor. Gelip geçen kimseleri rahatsız edecek şekilde oturulmaması, namahreme bakılmaması, selam verilip alınması, birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten sakındırılması emrediliyor. Eğer böyle yaparsak hem Allah Te‘âlâ bizden râzı olur hem de insanlar.
Allah Te‘âlâ’dan, bizleri ve tüm ümmet-i Muhammed’i (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu amelleri en güzel şekilde yapabilmeye muvaffak kılmasını niyâz ediyoruz.
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 104.
[2] Müslim, Îmân 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
[3] Buhârî, Ahkâm 42; Müslim, İmâre 41; Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41.
[4] Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114; Ebû Dâvûd, Edeb 12.