Mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri sohbetlerinde, kâinata mü’min nazarıyla bakmanın önemini özellikle vurgulamış ve bu konuda mühim nasihatlerde bulunmuştur. Efendi Hazretlerimizin daima üzerinde durduğu bir başka konu da zikrullâha devamdır. Nitekim bu hassasiyet, ihvânına yazmış olduğu mektuplar ve sohbetleri vesilesiyle bizlere de ulaşmıştır.
137. Mektup
İbrahim Efendi ve Hamdi Efendi’ye gönderilmiştir. Kâinattan ibret alma ve zikrullâha devam hakkındadır.
ب ح هو ص س[1]
السلام عليكم ورحمة اللّٰه تعالى وبركاته و على من لديكم
Ahî fillâhım İbrahim Efendi ve Hamdi Efendi,
Allâh-u Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleri cümlemizi akıllı kulları zümresine ilhâk eyleye. Âmin.
Akıllı kullar o kimselerdir ki, göklerin, yerlerin yaratılmasından ve gece ve gündüzün ihtilâfından ibret alırlar.
Hakikaten bu azîm manzara her an Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri tarafından gözümüzün önüne konulduğu hâlde, gece ve gündüz her yirmi dört saat zarfında önümüzde deverân ettiği hâlde, asla ibret almamamız bizlerin akıllılar zümresinden uzak olmamıza sebep olması âşikâre olmuş oluyor. Buna nasıl râzı olabiliyoruz?! Hayret ediyorum! Bu aklı kazanmamızın yeri dünyadır. Biz ise dünyayı gayet faydasız şeylerde isti‘mal ettiğimizden, vakit sermayemiz telef olmaktadır. Cenâb-ı Hak Celle ve Alâ Hazretleri bizleri hâb-ı gafletten (gaflet uykusundan) uyandıra. Âmin. Bi hurmeti men erselehü rahmeten lil-âlemîn.
Akıllı olmamızın çaresi, Sûre-i Âl-i İmrân’ın sondan ikinci sayfasında beyan buyurulmaktadır:
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ﴿
﴾وَالْاَرْضِۚ…﴿191
“Akıllı kullar o kimselerdir ki, ayakta, oturmakta ve yan üzerlerine yattıkları hâlde devam üzere Allâh-u Te‘âlâ Hazretlerini zikrederler.”[2]
Böylece zikrullâha devam etmekle ruhları dirilir ve uyanır. O zaman işte göklerin ve yerlerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. Ve tefekkür tam el verince yerler ve gökler Mevlâ Te‘âlâ ve Tekaddes Hazretleriyle onların arasından kalkar ve Mevlâ Te‘âlâ ile yüz yüze münâcât ederek derler ki:
رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿191﴾ رَبَّنَٓا اِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ…﴿
اَخْزَيْتَهُۜ وَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿192﴾ رَبَّنَٓا اِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَاد۪ي لِلْا۪يمَانِ اَنْ اٰمِنُوا بِرَبِّكُمْ
﴾فَاٰمَنَّاۗ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّـَٔاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْاَبْرَارِۚ﴿193
﴾رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلٰى رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْم۪يعَادَ ﴿194
“Ey Rabbimiz! Bu manzarayı bâtıl olarak yani fâidesiz ve boş olarak yaratmadın. Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Bizi nârın (ateşin) azâbından muhâfaza eyle.
Ey Rabbimiz! Sen kimi nâr-ı cehenneme kor isen, o kimseyi rüsvay etmiş olursun. Ve zalimler için yardımcılar yoktur.
Ey Rabbimiz! Muhakkak biz bir münâdî işittik ki; îmana çağırıyor, îman edin diye davet ediyor. Öyle ise biz de îman ettik. Öyle ise ey Rabbimiz! Bizleri mağfiret eyle, yani günahlarımızı bağışla. Ve çirkin işlerimizi mahvet. Ve iyi kullar ile bizleri öldür.
Ey Rabbimiz! Bizlere peygamberler vasıtasıyla vaat buyurduğun şeyleri bizlere ihsân et ve bizleri kıyamet gününde rüsvay olmaktan muhafaza eyle. Zira Sen vaadine hulf etmezsin.”[3]
İşte, bu kadar güzel münâcât, zikrullâhtan meydana gelmiş oldu. Öyle olunca, zikrullâha devam edelim ve sünnet-i seniyyeye canla başla sarılalım! Büyük, akıllı kulların zümresine ilhâk olunalım.
Hulâsa budur ki; yani;
﴾اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ ﴿190﴿
“Yerlerin ve göklerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ihtilâf edişinde akıl sahibi olanlar için büyük âyetler ve ibretler vardır.”[4]
Hüsn-i hatimelerimize duaları unutmayalım.
Kardeşiniz Mahmud Usta
Dipnotlar
[1] Kâğıt yere atılır endişesiyle mektuplarda ve sair yazılarda Allah Te‘âlâ’yı “هو” zamiri; besmele-i şerîfeyi “ب”, hamdeleyi “ح”, Efendimiz’e Salâtı “ص” ve selâmı “س” harfi ile remzetmek ulemânın hassasiyetlerindendir.
[2] Âl-i İmrân Sûresi: 191’den.
[3] Âl-i İmrân Sûresi: 191-194.
[4] Âl-i İmrân: 190.
Kaydedilmiş olan son âyet-i kerîmenin yer aldığı bölüm, sadece Hamdi Efendi’ye yazılmış olan mektupta bulunmaktadır. Mektubun tam metni için bkz. Mahmud Efendi Hazretleri, “137. Mektup”, Mektûbât-ı Mahmûdiyye, Ahıska Yayınevi, 2012, s. 268-269.