Bir Müslüman ihlâsı bir anda elde edemez, bu zaman, gayret ve çaba isteyen bir süreçtir. Durum böyle olunca, henüz ihlâsı kazanmaya çalışan bir Müslümanın yaptığı ameller ne olacak? Tam olarak ihlâsla yapamadığı ibadet ve taatların durumu nedir, gibi sorular akla geliyor. Âlimlerimiz bunun izahını şöyle yapmışlar: Kulların vazifesi, dini yaşamaya azami gayret göstermek, emir ve yasaklar konusunda elden geldiği kadar hassas davranmaktır. Bununla beraber, ihlâs mertebesine nail olmak için bir bilene danışması, işin ehline sorup öğrenmesi ve gösterilen yolda gereği gibi hareket etmesi gerekir.
İlim, Amel ve İhlâs
Ali Haydar Efendi Babamız (Kuddise Sirruhû) bu durumu veciz olarak şöyle anlatırmış: “İslâm üç esas üzerine bina edilmiştir: ilim, amel, ihlâs.” Büyüklerimizin ihlâsı en son zikretmesinde hikmet vardır. Bütün bunlardan sonra, ihlâslı olma yolundaki kulun bütün işleri ve davranışları o işleri yapma anındaki niyet ve samimiyetine göre değerlendirilecektir. O ibadet kesinlikle kabul oldu veya asla kabul olmadı, diye bir şey söylemek yerine, bir kul olarak görevi, yapabildiğinin en iyisini yaptıktan sonra Allah Te‘âlâ’dan yaptıklarının kabulü için ümitvar olmak ve ‘İbadet- taatimi istenilen bir ihlasla gereği gibi yapamadım, acaba halim nice olur?’ Endişe ve korkusuyla ihlâs yolunda mesafe almak için daha çok çalışmalıdır.
Ümit ve korku arasındaki menzil, ihlâs yolunda seyir halinde olan -biz emsali- içindir, yolun sonuna erenlerin Kur’ân-ı Kerîm’de metihle anlatılan makamı daha ötelerdedir.
Ariflerin İhlâsı Kazanma Konusunda Hassasiyeti
İslâm medeniyetinin bin yıldan fazla bir sürecinde, nice Allah dostları ve ariflerin ihlâsı tahsil etme üzerinde bu kadar titizlikle durmaları boşuna değildir. Sehl ibni Abdillâh (Rahimehullâh)a: “İnsanın nefsine en çok ağır gelen nedir?” diye sorduklarında, “İhlâstır. Zira ihlâsta nefsin nasibi yoktur” demiştir.
Zünnûn-i Mısrî (Kuddise Sirruhû)ya: “Kul ne zaman hâlislerden olur?” diye sordular, dedi ki: “Kendini son derece ibâdete verip insanların yanında değerinin olmadığını şuur ederse o kişi ihlâslıdır.”
Yahya ibni Muâz’ a (Kuddise Sirruhû): “Kişi ne zaman muhlislerden olur?” diye sorulmuş, o da şöyle cevap vermiştir: “Ahlâkı ne zaman süt emen çocuklar gibi olur, başkalarının methetmesi ve kötülemesi onun nazarında aynı olursa o zaman muhlislerden olur.”
Mürşidimiz Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de sohbetlerinde ilim, amel ve ihlâs üzerinde önemle durmuş ve rızâ-yı ilâhîye erişme hususunda bizleri şöyle tenbihlemiştir:
“Şüphesiz şerîatın üç direği vardır. Bunlar da; ilim, amel ve ihlâstan ibarettir. Bu üç cüzden her biri gerçekleşmedikçe şerîat gerçekleşmez. Bir kişide bu üç cüzle şerîat meydana gelince, o zaman dünya ve âhiretle alâkalı bütün saadetlerin üstünde olan Allâh-u Te‘âlâ’nın rızâsı kazanılmış olur.“