Kudüs, 9 Aralık 1917 tarihinde İngilizler tarafından işgal edilmiş ve bölgede, Osmanlı hâkimiyetinin son bulmasıyla beraber, sarılması günümüze kadar mümkün olmayan derin yaralar açılmıştır. Kudüs, peygamberlere ev sahipliği yaptığı binlerce yıl evvelinden günümüze kadar olan mânevî birikimi ve tarihiyle mü’minler için son derece önem taşımaktadır. Bölgenin durumu, 1917’deki işgalin ardından daha farklı bir boyuta taşınmış ve kurtuluş fikri, bir dâvâ hâline gelmiştir. Kudüs dâvâsı, istisnasız her mü’mini ilgilendiren, büyük bir dâvâdır.
Filistin, günümüzde her ne kadar belirlenmiş idarî sınırlarla çevrili bir ülke olsa da, idarî olarak Kudüs toprağının bir bölümünü ifade etmesi açısından bizler için bir ülkeden çok daha fazlasını ifade eder. Kudüs bölgesi bugün Filistin sınırları içerisindedir. Dolayısıyla bizim için mühim olan, Kur’ân-ı Kerîm’de etrafının mübârek kılındığı belirtilen topraklar, yani harem-i şerîftir.
Kudüs, peygamberler şehridir ve o bölgenin tarihi aynı zamanda peygamberler tarihidir. Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerin bir kısmı o bölgede bulunmuş, anlatılan kıssaların bir kısmı da yine o topraklarda vâki olmuştur.
Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle fitne, yani kargaşa ve zulüm yeryüzünün hemen her tarafındadır. Allah Te‘âlâ’nın nizâmının hâkim olmadığı bir coğrafyada huzur, sekinet ve rahmet beklemek, boş bir beklentidir. Esasında bir mü’min için zulüm altında bulunan kimselerin dîninin ya da nesebinin de bir ehemmiyeti yoktur. Mü’min, her nerede zulüm var ise ve o zulme kimler maruz kalmış ise, o işin takipçisi ve imkânları nispetinde mücadelecisi olmak zorundadır.
Kudüs ve çevresinin maruz kaldığı siyasi durum, beynelmilel hukuka da aykırı bir durumdur. Mescid-i Aksâ ve harem bölgesi, mevcut beşerî hukuka da aykırı olarak işgal edilmekte ve mü’minler, sürekli baskı altında tutulmaktadır.
Asırlar Boyunca Süren Mücadelelerden İşgale
Kudüs en büyük güzelliklere, peygamberlerin tebliğinin hâkim olduğu devirlerde şahit oldu. Pek çok peygamberin gelip geçtiği o mukaddes topraklar bir süre sonra putperestlerin zulmü altında kaldı. Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh)ın fethiyle birlikte yeniden eski günlerine döndü. Yeryüzündeki en önemli üç mescidden birinin bulunduğu bölge, “harem” olarak büyük bir hürmet gördü.
Haçlılar bu mukaddes şehri ele geçirmek için seferler düzenleyip dönem dönem başarılı oldularsa da, Selâhaddîn-i Eyyûbî gibi bu dâvâya bağlı büyük şahsiyetlerin eliyle bu kutlu şehir, aslına rücu etti. Daha sonraları Memlükler’in hâkimiyeti altına giren Kudüs ve çevresi, 1517 senesinde Yavuz Sultan Selim Hân’ın bölgeyi fethiyle birlikte Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı, Kudüs’ü devrinin şartları çerçevesinde geliştirdi. Şehrin mimarisinden kültürel gelişimine kadar her alanda büyük katkı sağladı.
1900’lü yılların başından itibaren Kudüs ve çevresi, zor günlere duçar oldu. Osmanlı’nın merkezî hâkimiyetinin zayıflaması sebebiyle bölgesel unsurlar harekete geçerek hak elde etme yarışına giriştiler. Bu çekişmelere, bölgenin stratejik konumundan ve zenginliklerinden istifade etmek isteyen batılılar da dâhil oldular. Beynelmilel emanın simgesi olması gereken konsolosluklar, söz konusu kirli siyasetin en önemli etkeni hâline geldiler.
Bölge ilerleyen senelerde, dışarıda yaşayan Yahudi ve Hristiyan nüfusun hızla geri dönüşüne sahne oldu. Müslümanlar, pek kısa bir zaman sonra bölgede azınlık durumuna düştüler.
1917 senesinde Kudüs, İngiliz ordusu tarafından ele geçirildi. Yıllarca İngiliz himayesinde kalan şehir 1947 senesinde BM tarafından alınan bir karar doğrultusunda bölünme projesine maruz kaldı. Şehrin ilerleyen yıllarda bölünmesine ve bu bölünmenin, gerçekleştirilecek bir halkoylaması sonucuna göre yapılmasına karar verildi. Bu kararın uygulanması durumunda arzu ettikleri sonucu alamayacaklarını anlayanlar 1948 senesinde savaş çıkardılar ve bu savaş esnasında müslümanlar, dünyanın gözleri önünde, beynelmilel hukuka da aykırı bir şekilde büyük bir mağduriyete uğradılar.
1949 senesindeki ateşkesin ardından İsrail, Kudüs’ü başkent ilan etti. Bu haksızlığa bağlı olarak ateşkes bozuldu ve savaş yeniden alevlendi. 1950 senesinde Doğu Kudüs’e Ürdün hâkim oldu. Altı Gün Savaşları neticesinde 27 Haziran 1967’de Doğu Kudüs’ü İsrail’in ele geçirmesi üzerine Yahudiler, bölgeye akın ederek şehirdeki nüfuslarını %155 oranında artırdılar.
Kudüs günümüzde, İsrail’in işgali altında… Mescid-i Aksâ’nın da bulunduğu Doğu Kudüs, zulmün sürekli yaşandığı bir bölge. Üzerindeki siyâsî oyunlar hiçbir zaman tükenmek ve bitmek bilmiyor. Bugünlerde dahi BM üyesi olmasına rağmen Kudüs’ü, İsrail’in başkenti olarak tanıyacağına dair açıklama yapabilen devletlerin var olduğunu görebilmek mümkün. Bu tür açıklamaların, Kudüs’ün işgalinin üzerinden yüz sene geçtikten sonra yapılmış olması da son derece manidar!
Kudüs Mü’minlerin Yurdu, Bu Dâvâ Bütün Mü’minlerin Dâvâsıdır
Bölgenin emniyeti ve kurtuluşu, kısaca özetlemeye çalıştığımız tarihi ve mü’minlerin yurdu olma özelliğiyle, büyük bir dâvâya dönüşmüştür. Bu dâvâ, dünyanın her neresinde yaşıyor olursalar olsunlar, bütün mü’minleri alâkadar eden bir dâvâdır.
Bölgede büyük bir zulüm, dünyanın seyirci kaldığı bir hak gaspı var. Böyle bir durum karşısında ve mevcut sorunların çözümü konusunda: “Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse, diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğzetsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.” (Tirmizî, Fiten:11; Ebû Dâvûd, Salat:242; İbnu Mace, Fiten:20) hadîs-i şerîfinin fehvasınca herkesin, gücü ve imkânları nispetinde yapabileceği birtakım şeyler muhakkak vardır.
Zulmün dinmesi, mezâlime maruz kalan mü’minlerin halâsı en büyük temennimiz, Kudüs’ün büyük bir İslâm şehri hüviyetine yeniden kavuşarak kıyamete dek öyle kalması Cenâb-ı Hakk’tan dâimî niyâzımız olmalıdır…