2 Ekim miladi tarihinin hatırlattığı en önemli tarihî hadiselerden birisi de hiç şüphesiz, Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethi ve Hazreti Ömer ibni Hattâb (Radıyallâhu Anh)ın mânevî temellerini atıp Halife Abdulmelik ibni Mervân’ın inşâ ettirdiği Kubbetü’s-Sahra’nın üzerindeki haçı indirmesi ve burayı yeniden aslına; İslâm mâbedine dönüştürmesidir.
Kudüs… Yedi kat semâ ve yedi kat yerde hürmetli olduğu haber verilen, Mescid-i Haram ile birlikte bir diğer mescid olan Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu o kutlu şehir. Mukaddesâtını da bu mescide ve bu mescid etrafında şekillenmiş tarihine borçludur. Zira şehrin ismi olan ‘’el-Kuds’’ ifadesi, ‘’kutsal tapınak’’ anlamıyla, Beyt-i Makdis’ten gelmektedir.
Kâbe-i Muazzama’yı ilk inşâ eden Hazreti Âdem (Aleyhisselâm)dır. Tarihin ilerleyen safhalarında Beytullâh, birkaç kez tamirat gördüğü gibi bir sefer de yeniden inşâ edilmiştir. İkinci bânîsi, Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm)dır. O’nun, Beytullâh’ı inşasından kırk sene sonra, Hazreti Yakup (Aleyhisselâm), Mescid-i Aksâ’yı inşâ ettirmiş fakat mescid asıl halini, tamirat ve kısmen yeniden inşa yoluyla, Hazreti Süleyman (Aleyhisselâm) döneminde almıştır. O dönemde Beytü’l-Makdis olarak anılmış, İsrâilî kaynaklarda bu şekilde kaydedilegelmiştir.
Fethe Kadar Kısa Bir Tarihçe
İlim, irşâd ve mârifet merkezi olan Mescid-i Aksâ, aynı zamanda İsrâiloğullarına gönderilmiş olan Peygamberlerin karargâhı olmuştur. Birden çok kez yıkılıp birden çok kez inşâ edilmiş olan bu kutsal şehir, 1. ve 2. Tapınak dönemlerinde, birçok Peygamberin merkezi olduktan sonra, Firavunların eline geçmiş, bir süre onların hâkimiyeti altında kalarak Mısırlı Bedevîlerce yönetildi. Büyük İskender ele geçirinceye dek tarih serüvenindeki yolculuğunu bu şekilde sürdüren kent, bir süre, Büyük İskender’in hükmüne râm oldu. Büyük İskenderden sonra gördüğü Batilamas egemenliğinin ardından, Sulukîlerin yönettiği şehir, Roma kumandanı Bumuci’nin ele geçirilmesiyle artık Roma İmparatorluğunun merkezlerinden biri haline geldi. Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasının ardından, Bizans topraklarında kalan kent, Fârisîlerin (Sâsânîler) eline geçtiyse de, Bizans tarafından tekrar geri alındı.
Tarihinin önemli bir kesitini Peygamberlerin yurdu olarak geçirmiş olan bu kutlu yerleşim yeri, taciz ve istilalar karşısında öylece ihyâya muhtaç bir şekilde beklerken, Hazreti Ömer ibni Hattâb (Radıyallâhu Anh) Efendimiz döneminde fethedilerek İslâm topraklarına katılmıştır. Emevîler döneminde de İslâm diyarı olarak muhafaza edilmiş olan şehir, Abbâsîlerden sonra karışıklıklara gark oldu. Çeyrek asır süren Selçukluların hâkimiyetine kadar sırasıyla; Tolunoğulları, Akşitler ve Fatımiler tarafından yönetildi. Selçuklulara karşı çıkarılan isyan sonucunda yeniden Şiî yönetimin eline geçti. Fâtımî hâkimiyeti altındayken şehir, I. Haçlı seferi sonucunda, onların Mısır yönetimine bağlandılar. Bu netice ile kutsal şehir, asırlar sonra tekrar Haçlıların eline geçmiş oldu.
Selahâddîn Eyyûbî ve Fetih
Çocukluğundan itibaren asker olarak yetiştirilmiş, sayısız seferler gerçekleştirmiş, tarihte onun seviyesinde tecrübeli komutanların pek az bulunduğu bir nitelikle, dağınık halde bulunan birlikleri bir araya getirmek suretiyle, düzenli orduyu kurmakla işe başlamıştı Selahaddîn Eyyûbî. Bu hazırlık, tarihte yeni bir dönemin habercisiydi. I. Haçlı seferi sonucunda Kudüs’te kurulmuş olan Kudüs krallığına mensup kimseler, Müslümanlara karşı tacizkâr saldırılarını sürdürüyor, girdikleri yerleri adetleri üzere yağmalayarak tahrip ediyorlardı. Bu durum, büyük bir muharebeyi artık kaçınılmaz kılmıştı. Neticeleriyle ve sahnelenen taktiklerle bir kahramanlık destanına dönüşmüş olan Hittin muharebesi günleri, gittikçe yaklaşıyordu. Kudüs Krallığı için artık fecî son başlamıştı. İslâm düşmanları, asırlar sonra kalleşçe tekrar ele geçirecekleri Kudüs’ten, uzunca bir müddet ayrı kalacaklardı artık.
Hittin muharebesi… Kudüs Krallığına mensup ordu ile Selahaddîn Eyyûbî komutasındaki ordunun, Taberiye kalesi yakınlarındaki Hittin köyünde, Hittin tepesi çevresinde gerçekleştirmiş oldukları ve 17.000 haçlının öldürülerek Kudüs’ün hâkimiyetinin Eyyûbîlere geçmesine vesile olmuş muharebedir.
20 Eylül günü Kudüs’ü kuşatan Selahaddîn, miladi 2 Ekim, hicri 27 Recep yani Mi‘râc gecesinin gündüzü, mübarek Cuma gününde, Beyt-i Makdis’e girmeyi ve böylece şehrin merkezinin kontrolünü ele geçirmeyi başarır. Receb-i Şerîf’in 27. Gecesi bu vesileyle, İsra ve Mi‘râc ile kazandığı maneviyatın yanı sıra, İslâm Âlemi için artık yeni bir anlam daha kazanır.
Eyyûbîlerden Sonraki Gelişmeler
Kudüs’te Eyyûbîlerin ardından Harezmliler’in ve onlardan sonra da Memlükler’in hâkimiyeti söz konusu olmuştur. Memlükler’e son veren ve İmparatorluğun sınırlarını Mısır’a kadar genişleten Yavuz Sultan Selim Hân ile Kudüs artık Osmanlı toprağı haline gelmiş, Kanûnî Sultan Süleyman Hân döneminde, ilim, sanat, mimari ve ticari anlamda, tarihindeki en huzurlu ve en parlak dönemlerinden birisini yaşamış, önemli bir Medeniyet şehri hüviyeti kazanmıştır.
Kudüs’ün Asırlar Sonra Müslümanların Elinden Çıkışı
9 Aralık 1917’ye kadar, 400 yıl boyunca süren Osmanlı hâkimiyetinin ardından Kudüs, bu tarihten itibaren İngilizlerin eline geçti. 1948’e gelindiğinde İsrail devleti kuruldu ve Kudüs ikiye ayrıldı. Bir bölümü İsrail yönetiminde, bir bölümü ise Ürdün kontrolünde kaldı. Tarihe, kara lekelerden biri olarak kaydedilmiş 1967 savaşıyla İsrail, eski Kudüs’ü işgal etmiş ve dünya buna seyirci kalmıştır. Bu işgal, günümüzde de böylece devam etmekte, bu topraklar çağdaş batı ve muasır dünyanın gözleri önünde, büyük bir mezâlime sahne olmaktadır.