Mü’min olmanın baştan aşağıya bedel ödemek olduğunu söylesek yanılmış olmayız. Bu sebeple Cenab-ı Hak biz müminler için “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?”[1] buyurmaktadır. Bu imtihanların bir tezahürü olarak, imanımızı ispat sadedinde îfâ etmemiz gereken vazifelerimizden biri de ehl-i küfre her mevzuda muhalefet etmektir.
Nitekim Cenab-ı Hak “Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, sen hiçbir şey hususunda onlardan değilsin”[2] buyurarak Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in özelinde tüm mü’minlerin de ehl-i küfürle hiçbir noktada benzeşmemesi gerektiğini ifade buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîmenin farklı bir kıraatinde “فَارَقُوا دِينَهُمْ” ifadesinin var olmasından hareketle İmam Katâde gibileri âyette bahsi yapılan kişilerin Yahudi ve Hristiyanlar olduklarını beyan etmişlerdir.[3] Husûsen bu iki güruh ile hiçbir noktada bir münasebetimizin olmaması gerektiğini vurgulamak için olmalı ki Allah (Celle Celâluhû) her gün beş vakit namazımızda bize defaatle kendilerine nimet verdiği kulların yoluna bizi iletmesini istememizi emir buyurarak; gazap edilmiş ve yoldan sapmış kimselerin yolundan sakınmamızı istemiştir. Nitekim İbn Kesîr (Rahimehullâh) âyette bahsi geçen iki taifenin Yahudi ve Hristiyanlar olduğunu beyan etmiştir.[4]
Hâl buyken beş vakit namazda kendilerinden teberri ettiğini ilan edip bu sadette istikamet niyaz eden bir müminin günlük yaşantısında onlar gibi yaşaması, hal ve keyfiyetlerinde onlara benzemesi nasıl düşünülebilir? İslâm’a bütünüyle girip yaşantımıza ondan başka şeyleri karıştırmamamızla emredilmiş olan bizlerin[5] her şeyiyle batıya özenen bir hale bürünmemiz ne kadar içler acısı bir durumdur.
İlk başta zikrettiğimiz ayete tekrar dönecek olursak: Nefyin siyakında gelen nekrenin umum ifade edeceği kaidesinden hareketle bu ayetin bize bir Müslümanın hayatının hiçbir alanıyla ilgili ehl-i küfre benzeme cürmüne düşmemesi gerektiğini öğütlemektedir. Âyetin ifadesi açıktır: “Sen hiçbir şey hususunda onlardan değilsin.” O hâlde bu ifadedeki hiçbir şeyden “hiçbir şey” istisna tutulamaz. Bu duruma ibadetlerin eda ediliş keyfiyeti dâhil olduğu gibi kıyafet ve şekil, şimâl de dâhildir. Şimdi birkaç misal üzerinden İslâm’ın ehl-i küfre teşebbüh noktasında getirdiği yasaklamalara örnekler zikredelim:
İbadetlerdeki Yasaklamalar
İslâm, ibadetlerin eda edilişi esnasında ehl-i küfre benzerlik arz edebilecek durumları yasaklamış ve ibadetlerin onlarınkinden farklı bir keyfiyette yerine getirilmesini emir buyurmuştur. Nitekim Allah Resûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Yahudiler akşamı geciktirerek kıldıklarından dolayı ümmetinin bunun tam tersini yaparak akşamı acele ettirdiklerinde fıtrat üzere yaşamaya daim olacaklarını beyan etmiştir.[6] Keza Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in günün üç kaba kerahet vakitlerinde namaz kılmayı yasaklaması da o saatlerde ehl-i küfrün güneşe ibadet etmesi sebebiyle meydana gelebilecek “benzerliği” engelleme amacına matuftur.[7] Yine bu bağlamda Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, kişinin namazda eliyle ağzını kapatmasını,[8] ellerini birbirine sokuşturmasını, [9]sallanmasını,[10] gözlerini kapatmasını[11] yasaklaması gibi örnekler de bu kabildendir.
Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in teşebbühe düşüren amellerden alıkoyması ibadetler içerisinde yalnız namazla sınırlı değildir elbette. Bilâkis Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), oruçla ilgili, Yahudilerin sahur yapmamasından dolayı Müslümanlara sahur yapmalarını emretmiş[12] ve bunu ehl-i kitabın tuttuğu oruç ile Müslümanların orucu arasında temel bir farika olarak nitelemiştir.[13] Ehl-i kitabın geç iftar ediyor oluşundan dolayı iftarda acele etmemizi emretmesi de bu nevidendir.[14] Ehl-i kitabın visal orucu tutmasından dolayı bu ümmete visal orucunun yasaklanmış olması da[15]hakeza bu sebep üzerine mebnidir. Yine hac vazifelerinde müşriklere muhalefet için vazedilmiş birtakım hükümler de konumuza misal teşkil etmektedir. Nitekim ehl-i şirk hac günlerinde umre yapmayı son derece büyük bir facirlik olarak görmekteydiler. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de onlara muhalefet maksadıyla Hazreti Âişe (Radıyallâhu Anhâ)ya bu günlerde umre yapmasını emretmiştir.[16] Bunlar gibi birçok misal Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ibadetlerde de ehl-i küfre benzemeyi kesinkes yasakladığını göstermektedir. Konuyla ilgili kaynaklar üzerinde bir araştırma yapıldığında çokça misal bulunması mümkündür.[17]
Normal Hayatla İlgili Yasaklamalar
Dinin küffara benzeme noktasında getirdiği yasaklar sadece ibadet dünyamızla ilgili de değildir. Nitekim rivayetlere baktığımızda Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in, Cenab-ı Hakk’ın kendisine “sen hiçbir şey hususunda onlardan değilsin” şeklindeki beyanına muvafık olarak birtakım yasaklar vazettiği görülmektedir. Örneğin, Efendimiz, ehl-i küfre muhalefet için ekmeğin bıçakla kesilmemesini tavsiye buyurmuştur.[18] Hristiyanların âdeti olduğu için evlenmemeyi şiddetle kınamıştır.[19] Allah (Celle Celâluhû)nun cahiliyye kadınlarının açılıp saçılması gibi Müslüman hanımların açılmamasını bilakis evlerinde yerleşmelerini emir buyurduğu[20] bilinen bir konudur.
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), elbise ve dış görünüşle ilgili de ehl-i küfre muhalefeti emretmiştir. Nitekim bir gün yanına usfurla boyanmış bir elbise ile giren bir sahâbîye bunun kâfirlerin giydiği bir elbise olduğunu söylemiş ve onu giymemesi noktasında tembihlemiştir.[21]
Yine O (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına izar ve sirval giyerek ehl-i kitaba muhalefet etmelerini emir buyurmuştur.[22] Bu rivayetlerden birinde ise müşrikleri kastederek “Gücünüzün son raddesine kadar şeytanın dostlarına muhalefet edin.” buyurmuştur.[23]
Bu tarz rivayetlere bakıldığında Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hayatın her alanıyla ilgili ehl-i küfre muhalefet edinmeyi dinin ana esası ve şiarı tayin ettiğini görmekteyiz. Öyleyse, modern hayatın bize dayattığı batıya benzer yaşam tarzını reddederek üsve-i hasenemiz olan Resûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e benzemek bugün bizler için baş vazifedir. Elimizdeki bir ipin kuvvet kuvvet kayıp gitmesi gibi sünnet sünnet kaybolup gideceği belirtilen[24] dinimizin bütün yönleriyle dirilmesini istiyorsak ilk yapmamız gereken şey küfür alametlerini hayatımızdan kaldırmak olmalıdır. Bunu başaramadığımız sürece bu zilletimizin bitmesini beklemek beyhude olacaktır. Zira Cenab-ı Hak nusretin öncelikle safların belli olması ve ehl-i iman ile ehl-i küfrün tam anlamıyla birbirinden ayrılmasıyla geleceğini şu ayet-i celile ile beyan etmiş bulunmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu İsa havârîlere: Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimdir? demişti. Havârîler de: Allah (yolunun) yardımcıları biziz, demişlerdi. İsrailoğullarından bir zümre inanmış, bir zümre de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler.”[25]
Netice
Ehl-i küfre benzememek iman ve istikametimizi koruyabilme adına önemli bir vazifemizdir. Zira cahillerin,[26] müfsitlerin[27] ve heva ehlinin yoluna uymamak[28] peygamberlere yönelik ilâhî emirdir. Aynı şekilde ehl-i küfre benzemeye çalışmanın onlardan biri sayılmak anlamına geleceği de Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tarafından dile getirilmiş bir hakikattir.[29] Esasen bu hadis başka bir açıdan bakıldığında ictimâ‘î anlamda bir hakikate de işaret etmektedir. Nitekim bir insan özendiği ve taklit etmeye çalıştığı kişi veya kişileri seviyor demektir. Dolayısıyla bu sevgi onu belli bir zaman sonra o kişi veya kişileri her yönleriyle benimsemeye götürecektir. Abdullah ibni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)ın “Elbise elbiseye benzeyince kalpler de birbirine benzemeye başlar”[30] anlamındaki veciz sözü de bu noktaya vurgu yapmaktadır. Buna engel olabilmenin yegâne yolu da bu sonuca gidecek tüm kapıları sonuna kadar kapatmaktır. Yazımızı İmam Ahmed’in Kitabu’z-Zühd’ünde naklettiği şu rivayetle sonlandıralım: “Allah Teâlâ Benî İsrail’in Peygamberlerinden bir Peygamber’e şöyle vahyetmiştir: ‘Kavmine söyle benim düşmanlarımın yeme içmeleri gibi yiyip içmesinler ve onların şekillerine bürünmesinler! Sonra, tıpkı onlar benim düşmanlarım olduğu gibi kavmin de benim düşmanım olurlar.”[31]
Dipnotlar
[1] Ankebût, 2
[2] En’âm, 159
[3] İbn Cerîr et-Tabe rî, Cami‘u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, XII/270
[4] İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Tayba, 1420, Baskı: 2, 1/140
[5] Bkz. Kadı Beyzâvî, Nasıruddîn Ebu Sa‘îs Abdullah b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1418, Baskı: I, 1/133
[6] Ahmed b. hanbel, Müsned, 28/564, No: 17329; el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ‘tikâdi Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ‘a, No: 2823; Taberânî, el-Mu‘cemu’s-Sağîr, No: 56; el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 1770; el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 3264; Hâkim el-Müstedrek, No: 685; Bezzâr, Müsned, No: 1306; İbn Huzeyme, Sahih, No: 339; Ebû Dâvûd, “Kitâbu’s-Salat”, No: 418.
[7] Ebu Nuaym, Müstahrec, No: 1877; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 8105; Ahmed b. hanbel Müsned, 28/228, No: 17014; Müslim, “Salâtu’l-Müsâfirîn”, No: 832; Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 4559
[8] Hâkim, el-Müstedrek, No: 931; İbn Huzeyme, Sahih, No: 772; İbn Hibbân, Sahih, No: 2353; İbn Mâce, Kitâbu İkâmeti’s-Salat, No: 966
[9] Ebû Dâvud, Kitâbu’s-Salât, No. 993; Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 3716 İbn Ömer (radıyallahu anh)’den…
[10] Ebu Nuaym, Hilyetu’l-Evliya, 9/304
[11] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 2218; el-Mu‘cemu’s-Sağîr, No: 24
[12] Ahmed b. Hanbeli Müsned, 14/476, No: 8898; Buhârî, “Kitâbu’s-Savm”, No: 1823; Müslim, “Kitâbu’s-Sıyâm”, No: 1095; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 2028; Bezzâr, Müsned, No: 1821 vd.
[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 29/297, No: 17762; İbn Huzeyme, Sahih, No: 1940; İbn Hibbân, Sahih, No: 3477; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 3238 vd.
[14] Ahmed b. hanbel, Müsned, No: 21507; Malik, Muvatta, No: 1011; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, No: 5768; Bezzâr, Müsned, 7834; İbn Huzeyme, Sahih, No: 2058; İbn Hibbân, Sahih, No: 3502 vd.
[15] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 36/286, No: 21955; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 3/374
[16] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/192, No: 2361; Hakim, el-Müstedrek, No: 1766; İbn Huzeyme, Sahih, No: 3026 vd.
[17] Daha fazla misal için bkz. Ahmed b. Sıddîk el-Ğumârî, el-İstinfâr li ğazvi’t- Teşebbuhi bi’l-Küffâr, Daru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut-Lübnan, 2005, Baskı: 3
[18] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebir, No: 624; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 5/45
[19] Beyhaki, es-Sünenu’-Kübrâ, No: 13839; Rûyânî, Müsned, No: 1188
[20] Ahzâb, 33
[21] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 11/62, No: 6513; Müslim, “Kitâbu’l-Libâs”, No: 2077; Beyhaki, es-Sünenu’l-Kübrâ, No: 6184; Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 327
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/264
[23] Taberânî, el-Mu‘cemu’-Evsat, No: 4122
[24] el-Lâlikâî, Şerhu Usûli İ‘tikâdi Ehli’s-Sünne ve’l-Cemâ‘a, No: 127; Darimi, Sünen, No: 98
[25] Saff, 14
[26] Yunus, 89
[27] A‘râf, 142
[28] Câsiye, 18
[29] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Evsat, No: 8327; Bezzâr, Müsned, No: 2966; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 9/123, No: 5114; Ebû Dâvûd, “Kitâbu’l-Libâs”, No: 4031; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 10/287, No: 19747
[30] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 19/167, No: 35690
[31] Ahmed b. Hanbel, Kitabu’z-zühd, Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut-Lübnan, 1999, B.I, s. 85, No: 525