Şu varlık âleminin en kıymetli mensubu ilâhî vahye muhâtab olan insanoğludur. Yeryüzünün en şerefli varlığı olmak, nimetin yanında belâ ve musibetleri de beraberinde getirir. İnsan kimi zaman korkuyla, açlıkla, canıyla ve evladıyla, kimi zaman da varlıkla, servetle, makam ve mevki ile imtihan olur. En büyük imtihanlardan birisi de insanın nefsiyle mücadelesidir.
Nefis Meşrû Olmayan İsteklerin Menbaıdır
Nefis; kulun içindeki çirkin duyguların, meşrû olmayan isteklerin, kötü huy ve fiillerin menbaıdır. Kur’ân-ı Kerim’de, Yûsuf (Aleyhisselâm)ın dilinden nefsin bu özelliği şöyle anlatılır: “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”[1]
Cenâb-ı Hakk insanı en güzel bir sûrette yaratmış, ona selim bir akıl, sağlam bir irâde ve kâbiliyetli bir kalp ihsân etmiştir. Doğruyu yanlıştan ayırabilmesi için ona Kur’ân-ı Kerîm’i ve peygamberlerin rehber ve örnekliğini bahşetmiştir. Verdiği nimetleri yerli yerince kullanmasını ve nefsinin sınır tanımayan hevesleriyle mücadele etmesini emretmiştir. Tercihlerini Allâh Teâlâ’nın buyruklarını tutmaktan yana yapan, irâdesine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp kendini ıslah eden kişi, kurtuluşa erer. Nefsinin isteklerine boyun eğen, hevâsının esiri olan, aklını kullanarak heves ve isteklerini dizginleyemeyen ise hüsrâna uğrar. Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’de bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Nefse ve onu şekillendirip, düzenleyene. Sonra da ona günâhını ve takvâsını ilham etmiş olana (andolsun ki), Nefsini temizlemiş olan şüphe yok ki, felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, nefsini noksana düşüren hüsrâna uğramıştır.”[2]
Nefsin Hileleri Cennet’ten Alıkoyar
Görüldüğü üzere insanın nefsinin hilesinden kurtulması, hiçbir nefsânîliğin bulunmadığı ve Allah Teâlâ’nın rızasının bulunduğu yegâne yurt olan cennet ve gibi bir semereyi intâc edeceğinden hayâtî öneme sahip bir mevzudur. Yani demek oluyor ki insanın nefsine olan muhalefeti nimetleri ebedî olan cennete girmesine vesîle oluyor. Ancak âyet-i kerimede buyrulduğu gibi “Gördün mü o hevâsını (nefsânî istek ve arzularını) ilâh edineni? Artık ona sen mi vekîl olacaksın?”[3] nefsinin kötü istek ve arzularının peşinde koşan kimseler, helâk çukurları ve karanlıklarından kendilerini çıkaramayıp hakîki imânın verdiği alçakgönüllülük, cömertlik ve iffetli olmak gibi meziyetlere sahip olamazlar.
Kur’ân-ı Hakîm’de Nefsine Uyan Kimselere Misaller
Nefs adeta iyiyle kötünün harp ettiği bir meydan gibidir. Kur’ân-ı Kerîm nefsine uyup kendini ve yaşadığı toplumu felakete sürükleyen nice örneklerle doludur. Âdem (Aleyhisselâm)ın çocuklarından biri olan Kâbil, hırsına, hasedine yani nefsine uymuş ve kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Yâ‘kûb (Aleyhisselâm)ın oğulları, nefislerinin esiri olmuş, kıskançlıkları yüzünden kardeşleri Yûsuf (Aleyhisselâm)ı kuyuya atmıştır. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar, Ebû Cehiller hep nefislerinin peşinden koşmuş, vahyin rehberliğine sırt çevirmiş, kimi tahtına, kimi gücüne, kimi servetine, kimi de benliğine güvenmiş ve böylelikle hem dünyada zelîl hem de ahirette azaba düçâr olmuşlardır.
Bütün bunlarla beraber bize düşen vazife nefsimizi gece gündüz lanetlemek değil, bilakis onu terbiye etmeye çalışmak ve Allah Teâlâ’nın emrettiği doğrultuda güzel ahlâk ile bezenmesine gayret etmektir. Vazîfemiz Allah Teâlâ’nın çizdiği sınırlara, ahlâka ve vicdana aykırı olan her türlü istek ve heveslerine karşı, nefsini kontrol altında tutup dizginlemeye çalışmaktır.
Akıllı Kimse Nefsine Uymayandır
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”[4] O halde, akıllı kimse geçici dünyanın aldatıcı renklerine heves eden nefsimizin peşine düşmeyen kimsedir. Aklını ve irâdesini daima canlı tutan kimsedir. Hayatın bir imtihan olduğunu, ölümün ve hesabın ansızın gelebileceğini aklından bir an dahi olsun çıkarmayan kimsedir.
Allah Teâlâ’nın gizli-açık her halimizi gördüğü şuuruyla yaşamak elbette nefisle olan mücadelemizde en büyük destekçimiz olacaktır. Böylelikle küfrün karanlığından uzak, günahın yükünden kurtulmuş, huzurlu ve kâmil bir mümin olma yolunda adımlar atabiliriz. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunun farkında olarak şu duayı çokça yapmışlardır; “Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”[5]
Bu meyanda yine Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in veda haccı esnasında söylediği şu mübârek hadîs-i şerifide câlib-i dikkattir; “Mü’min kimdir size haber vereyim mi? İnsanların mallarını ve canlarını kendisine karşı emin hissettiği kimsedir. Müslüman ise insanların elinden ve dilinden sâlim olduğu kimsedir. Mücâhit ise Allah Teâlâ’ya itaat yolunda nefsiyle cihâd edendir. Muhâcir ise hata ve günahları terkeden kimsedir.”[6]
Nefisle Mücadelede Vesilelere Sarılmak Lazımdır
Şu da unutulmamalıdır ki nefisle mücadelede insana yardımcı olacak vesilelere başvurmak bir Müslümanın öncelikli görevlerindendir. Nefsimizi terbiye etmek istiyorsak evvelâ çevremizi kontrol edip değiştirmeliyiz. Çevremizdeki insanlar İslâm’ı yaşamayan kimseler ise hem onlarla beraber olup hem de nefsimizi terbiye etmemiz pek mümkün değildir. Bu konuda Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuşlardır; “Kişi arkadaşının dini üzeredir. Bu yüzden kimi arkadaş edindiğine dikkat etsin”.[7] Yine başka bir hadîs-i şerifte de “İyi arkadaşın hali misk kokularını satan insanın haline benzer. Sen onun yanına gittiğin zaman sana kokularından ikram eder; ikram etmese bile, onun yanında dura dura o kokular senin üzerine siner. Kötü arkadaş da deri tabaklayan insanın haline benzer. Onun yanına gittiğin zaman körüğünden sıçrayan kıvılcımlar senin üzerini yakar; yakmasa bile onun yanında o pis kokular senin üzerine siner.” buyurmuşlardır.
Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu ifadeleri insanın mensubu bulunduğu çevreden mutlaka, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, etkilendiğini ortaya koymaktadır. O yüzden Allah Teâlâ’nın “Ey iman edenler! Allâh’a karşı gelmekten sakının ve sâdık insanlarla beraber olun!”[8] emrini son derece dikkate almalı ve kâmil insanlarla, Allâh Teâlâ’nın dostlarıyla, aklı ve fikri İslâm derdiyle yoğrulmuş kimselerle beraber olmamız gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk kendimize ve neslimize bu minvalde kurulacak arkadaşlıkla nasip eylesin. Âmîn Yâ Mucîbe’s-Sâilîn…
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Yûsuf Sûresi, 53.
[2] Şems Sûresi, 7-10.
[3] Furkân Sûresi, 43.
[4] Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31.
[5] Müslim, Zikr, 73.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 39/381
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 14/142.
[8] Tevbe Sûresi, 119.