Kusem ibni el-Abbas ibni Abdilmüttalib el-Hâşimî (Radıyallâhu Anhum), Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in amcası Hazreti Abbas (Radıyallâhu Anh)ın oğludur. Annesi Ümmü’l-Fazl Lübâbe (Radıyallâhu Anhâ), İslâmiyet’i kabul eden ilk hanım sahâbîlerden olmakla beraber, Ezvâc-ı Tâhirattân Hazreti Meymûne (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin de kız kardeşidir.
Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh), babası ve kardeşleriyle birlikte bulundukları bir sırada Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in, üzerlerine bir örtü örttükten sonra: “Ya Rab, bu benim amcam ve babamın öz kardeşi, bunlar da onun çocuklarıdır. Onları bu perdeyle örttüğüm gibi, sen de onları cehennemden öylece koru!” şeklindeki duâsına mazhâr oldu. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onun kendisine olan benzerliğini: “Üstünlük ve seçkinliğin yüce sahibi Peygamber’e benzeyen Kusem” şeklinde iltifatta bulunarak beyan etmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Dokunan Son Sahâbî
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) vefât ettiğinde teçhiz ve defin işlerini usûl gereği akrabaları üstlenmişti. Bu vazifeyi îfâ edenlerin arasında Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh) da bulunuyordu. Mübârek beden kabre bırakılırken çevirme işlemini Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh) gerçekleştirme şerefine nâil olmakla kabri en son terk eden kişi oldu. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e dokunan en son kişi olma faziletine de Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh) erişmişti. Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh)ı Kûfe’de şehid ettikten sonra İbnü Mülcem’i yakalayanın da Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) olduğu rivâyet edilmektedir. Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh) ayrıca Hazreti Hüseyin (Radıyallâhu Anh)ın da sütkardeşiydi. Hadis musannefâtımızda kendisinin bazı rivâyetleri kayıtlı bulunmaktadır.
Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) hayatı boyunca; Mekke, Medine valilikleri, hac emirliği gibi vazifeleri îfâ etti. Fetva veren sahâbîlerden olduğu belirtilen Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) mücahid kimliğiyle de ön plana çıkmıştır. Pek çok fetih hareketinde yer alan büyük sahâbî, Türkistan coğrafyasına İslâm’ı ilk tebliğ eden kimselerden olup bölgenin İslâmiyet’i kabulü konusunda önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Dostluğa çok önem vermiş ve bu hassasiyetini: “Mükâfatını veremeyeceğim hiçbir kimse düşünemiyorum. Ancak evinden çıkıp pek çok engeli aşarak bana ulaşan ve bana ihtiyacını arz eden ya da meclisime katılan kimsenin mükâfatını vermeye gücüm yetmez” sözleriyle ifade etmiştir. Cömertliğiyle temayüz etmiş bir şahsiyettir Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ): “Cömert, kendisinden bir şey istendiği zaman büyüklük yaparak onu veren ve şahsiyetini ortaya koyan kimseden daha üstün olduğunu bilen kimsedir” şeklindeki sözüyle cömertliğin önemini vurgulamıştır.
Ahlâkı ve Zühd Hayatı
Dünya malına değer vermeyip zühd hayatı ve cihâdı benimsemiş olan Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh), gerçekleşen fetihleri müteakip ganimet dağıtımı söz konusu olduğunda dünya malının kendisi için bir değer ifade etmeyişi ve kanaatkârlığına bağlı olarak son derece isteksiz davranmıştır. Kumandasında seferlere katıldığı Said ibni Osman tarafından son derece hürmet gören, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in ahlâkıyla ahlâklanmış olan fazîlet sahibi Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) katıldığı seferlerden biri olan Semerkand seferi sırasında 57/676 senesinde bölgede şehid düşmüş ve buraya defnedilmiştir.
Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ) özellikle Semerkand ve çevresindeki coğrafya için çok şey ifade etmektedir. Onun bölge için konumu; fetih için geldiği İstanbul’da şehid düşüp de buraya defnedilen ve kabri önemli bir ziyaretgâh hâline gelen Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh)ın İstanbul için konumu gibidir.
Şâh-ı Zinde
Kusem ibni Abbas (Radıyallâhu Anhumâ)nın Semerkand’da bulunan kabrinin etrafına türbenin yanı sıra cami ve medrese de inşa edilmiştir. Günümüze gelinceye dek bölgeye hâkim olan bütün devletler tarafından hatta bölgeyi istilâ eden Moğollar tarafından dahi türbesi hürmet görmüş olan Hazreti Kusem (Radıyallâhu Anh)ın pek çok kerâmeti zuhûr ettiğinden kendisi “Şâh-ı Zinde” (yaşayan sultan) olarak anılagelmiştir. Allah Te‘âlâ şefaatlerine nâil eylesin. Âmîn.