Kutsallığın ve kutsal mekân anlayışının temeli olan Hac ibadetinin tarihteki izi sürüldüğü takdirde, insanlık tarihinin başlangıcına kadar gidebilmek mümkündür. Bu kutlu ibadet, yalnızca ziyaret amacı taşıyan, turistik bir ziyâret olmayıp, ahlâkî, manevî ve maddî birtakım faydaları haiz, önemli bir menâsiktir. Onun ahkâmının ‘’menâsik’’[1] olarak ifade edilmesi, tavaf, vakfe… gibi birden çok ibâdeti cem etmiş, şemsiye bir kavram olması sebebiyledir. Haccın ahkâmında bulunan ibâdetlerin, sair zamanlarda da söz konusu ibadetlerden olmasına karşın -Hacca mahsus- farklı şekillerde adlandırılması da bu sebepledir.
Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm)’a gelindiğinde, özellikle Kur’ân-ı Azîmüşşân’daki Hac ibadetine dair vurgular daha da belirginleşmektedir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in bi’setinden evvel Mekke müşriklerinin yaptıkları Hac ibadetinin de Hazreti İbrahim (Aleyhisselâm)’ın dönemindeki ibadetin tahrife uğramış şekli olduğu ilgili âyet-i kerîmelerden anlaşılmaktadır.[2]
Evvela Meleklerin tavaf ettiği, sonra Hazreti Âdem (Aleyhisselâm)’dan Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelinceye dek ziyaretgâh olan Beytullâh, Hicretin 9. Senesinde farz olan ve câhiliyye dönemindeki durumu ıslah edilen Hac ibâdeti, bu seneden sonra, nesî[3] uygulamasına da son verilerek Allah Te’âlâ’nın takdir ettiği günlerde sabitlenmiş ve o günden bugünlere gelinceye dek bu şekilde îfa edilegelmiştir.
Hac – Bayram Münasebeti
Hac ibadetinin muhtevasında yer alan bayram havası, gerek gide(bile)nleri gerekse de onların ardında kalan ve gitmek isteyip de muhtelif maniler sebebiyle gidemeyenleri de içine almakta ve Hac mevsimi, bu manaya da uygun olarak bütün Mü’minler için bayram havasında geçirilmektedir. Mahşer yerinin yeryüzündeki pratiği olması sebebiyle, Kâbe-i Muazzama’da, Arafat’ta, Mina’da, Mescid-i Nebevî ve Ravza’da yaşanmasına vesile olduğu bayram havası; uğurlamalar, dönüldüğünde gerçekleştirilen ziyaret ve hediyeleşmelerle hacı yakınları ve komşularıyla birlikte bütün Müslümanlara şamil olmaktadır.
Hüzün ve Ümit Bir Arada
Geride kalanların hüznünü, günün birinde gidebilme ümidi dağıtmakta; gelecekteki senelerin varlığı, çıkmayan kuraların hayal kırıklığını kaldırıp umutları yeşertmekte; kutsal toprakların heyecan ve özlemi dört mevsim boyunca istisnasız her Mü’mini böylece kuşatmaktadır. Hayallerde ve düşlerde Kâbe-i Muazzama ve yeşil kubbe bulunmakla birlikte, kutsal ziyaret mekânlarının tamamı ve dahi Mescîd-i Aksâ, şiirlerin, yazıların ve düzenlenen müstakil programların konusu olmakta, gönüllerde her daim diri tutulmaktadır.
Hacca gidip gelenler için de her şey bitmemekte, esasında büyük bir sorumlulukla dönmektedirler. Bu kutlu ibâdetle arınmayı ümit edenler, dönüş yolundan itibaren son nefeslerine kadar bu arınışı muhafaza etmek için, önceki yaşantılarına oranla çok daha dikkatli, çok daha özenli olmak zorundadırlar…
Hac mevsiminin girişi vesilesiyle hâlihazırda Hac seferinde bulunanlarımıza hayırlı yolculuklar, kutsal topraklara varmış olanlara; vecîbelerini yerine getirmeleri noktasında sıhhat, selâmet ve âfiyetler diler, -tıpkı bizler gibi- geride kalanların da, kutsal topraklara en kısa süre içerisinde vâsıl olmalarını temenni ederiz.
Kaynakça
[1] Hac farizası kapsamında gerçekleştirilen her bir ibâdete: ‘’nüsük/mensek’’ denir. ‘’Menâsik’’ de bunun çoğulu olmaktadır. Kurbanın; Hac özelinde: ‘’Hedy’’, ceza sebebiyle kurban edilecek koyunun; ‘’dem’’, şeklinde adlandırılması gibi, Hacca mahsus birtakım farklı ıstılahlar kullanılmaktadır.
[2] Hazreti İbrahim ve İsmail (Aleyhimesselâm) Efendilerimiz Hac ibadetini ahkâmıyla birlikte bizzat ifa edip kavimlerine tebliğ buyurdular; fakat onlardan bir süre sonra bu ibadet tahrife uğradı ve çıplak vaziyette, ıslıklı ve el çırpmalı tuhaf bir tavaf şekline dönüştürüldü. Efendimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm)’ın bi’setinden evvel müşrikler bu şekilde haccetmekteydiler. Bu durum âyet-i kerîme’de şu şekilde beyan olunmuştur: ‘’O (müşrik ola)nların o Beyt(-i şerîf)in yanındaki duaları namazları, bir ıslık çalma ve bir el çırpmadan başka bir şey değildir…’’ (Enfal, 35) Mezkûr tatbikatın çıplak bir şekilde gerçekleştirildiğine dair İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)’dan şöyle rivâyet edilmiştir: ‘’Kureyş müşrikleri Beytullâh’ı çıplak vaziyette tavaf ederlerken parmaklarıyla ıslık çalarlar ve alkış tutarlardı. Bazen de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaz kılarken onun kıraatini karıştırmak için özellikle ona doğru yönelerek bu hareketleri yaparlardı.’’ İşte bu âyet-i kerîm’ede onların bu davranışları kınanmaktadır. (Beyzâvî, Nesef î, Hâzin/Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlisi’nden naklen.) Sahîh-i Müslim’de kayıtlı bulunan bir hadîs-i şerîf’te kadınların da kâbeyi tıpkı erkekler gibi çıplak bir vaziyette tavaf ettikleri belirtilmiştir. (Müslim, Sahih, II, 894)
[3] Lügatte ‘’geciktirmek; çoğaltmak, arttırmak, ilâve etmek’’ anlamına, ıstılahta ise Câhiliye döneminde kamerî takvimin şemsî takvime uyarlanabilmesi vaktiyle yapılan takvim müdahalelerini ifade etmekte kullanılmaktadır. Detaylar için bkz. Mustafa Fayda, ‘’Nesî’’, DİA, C.XXXII, s.578-579
Bu müdahale bugün, Hac mevsiminin ve Ramazan-ı Şerif’in güneş takvimine göre sabitlenmesini savunan bazı kimselerin de farkında olarak veya olmadan savunmuş oldukları bir şeydir. et-Tevbe Sûresi’nin 37. Âyet-i kerimesinde, aylara ve günlere fazîlet ya da bir özellik atfedecek olanın yalnızca şâri’ Allâh Te’âlâ olduğu, kulların bunlar üzerinde oynama ya da değiştirme yönünde bir tasarrufta bulunamayacakları, buna kalkışmanın zulümden başka bir şey olmayacağı açıkça ifade edilmiştir.