Ve Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı ve herkesi kendi kazandığı ile cezalandırılmak için yaratmıştır ve onlar zulme uğratılmazlar.’[1]
Talebe okutmanın da bir ustalığı vardır; bu ustalık olmazsa talebelerinizi güzel yetiştiremezsiniz. Talebelerinize İstidatlarına göre, anlayabilecekleri şekilde ders verin. Mesela:
Emsile dersine İlk kez başlayacak olan bir talebenize önce 24 sığanın ilk üçünü verirsiniz. Sonra ders miktarını ona yavaş yavaş artırırsınız. Soru sorma da talebenizin kolayca cevaplayabileceği basit sorulan tercih etmelisiniz. Zira talebeye bilemeyeceği zor sorular sormak onun ümidini kırar, çalışma azmine halel getirir. Hocalara hocalık öğretiyorum. İnşaallâh kızmazsınız?
‘Mevla Teâlâ yeri ve gökleri niçin yaratmıştır?’ sorusuna: ‘Varlığına, birliğine, kudretine delâlet etsin için.’ diye cevap veririz. Amma asıl mesele şudur: Yeni doğan iki bebek düşünün. Mevla Teâlâ her ikisinin de büyüyüp akıl baliğ olduklarında iyi veya kötü hangi yolu seçeceklerini bilir mi bilmez mi? Elbette bilir. Peki bu çocuklan annelerinden doğdukları gibi birini cehenneme diğerini de cennete girdirecek olsa cehenneme giren ’Ya Rabbi Onu cennete girdirdin de beni niçin cehenneme attın.’ der mi demez mi? Evet, tabi öyle der.
İşte bu niçinlere cevap olması hakkın ortaya çıkması için Mevlâ Teâlâ yeri göğü, yani kâinatı yarattı. Yüce Allâh insanoğlunu şeriat ile imtihan ediyor herkesi amellerine göre cezalandıracak. Buna hiç kimse karşı çıkamayacak. Namaz kılan, oruç tutan, zekatını veren bir kimse bu amelleri işlediğini kendisi bildiği gibi onu tanıyan herkes de bilir değil mi? Bunun gibi namaz kılmayan, oruç tutmayan, içki içen, kumar oynayan bir kimse de yapmış olduğu bu kötülüklerini kendisi bildiği gibi onu tanıyan herkes de bilir, ilk misalde gösterdiğimiz kimse işlemiş olduğu güzel amellerin sebebi ile cennete girdiğinde onu tanıyan kimseler arkadaşlarının cenneti hak ettiğine şahitlikte bulundukları gibi o kimse de kendisinin durumunu bilir. Misal gösterdiğimiz ikinci şahısta işlemiş olduğu kötü ameller sebebi ile cehenneme girdiğinde onu tanıyan kimseler onun cehenneme girmeye müstahak olduğunu bildikleri gibi, o kimse de kendisinin kötü durumunu bilir. İşte böyle biri, birinci şahıs için ’o niçin cennete giriyor da ben giremiyorum.’ diyemez.
Kâinat bir medresedir, bu medresenin kitabı Kuran-ı Kerim’dir. Ey İnsan! Kâinat medresesinde kitabın olan Kur’an-ı Kerim’i oku, onu öğren. Sonunda imtihan olacaksın. Kitabına çalışırsan imtihanı geçer cennete girersin. Kitabını okumaz, öğrenmezsen imtihanı geçemez, cehenneme girersin.
Allâh-u Teâlâ kâinatını medrese, cami, tekke olması için yarattı. Kur’an-ı Kerimi de okunulacak, öğrenilecek, emir ve nehiyleri tatbik edilecek kitap olarak tahsis etti. Peki millet ne okuyor? Yunan felsefesini! Eyvah! Eyvah!…
Mevlâ Teâlâ güzel amel işleyen kullarının amellerinden zerre miktarını mükafatsız bırakmaz. Kötü amel işleyen kullarının da amellerinden zerre miktarını cezasız bırakmaz.
’Kim zerre miktarı bir hayır işlerse onun mükâfatını görecek, kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.’[2]
“Heva ve hevesini ilâh edinen ve Allah’ın (durumunu) bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan sonra kim doğru yola eriştirebilir? Halâ düşünmez misiniz.”[3]
Mevlâ Tealâ bu ayet-i celilede buyuruyor ki: “Ben, İlâh olarak kâinatı yaratıp kullarımı sayılamayacak kadar çok nimetlerle kuşatmış iken beni bırakıyor da nefsini İlâh ediniyor. Halbuki onların nefsi, değil kâinatı yaratmak, bir susam tanesi bile yaratmaya kâdir değildir.” Anlaşılıyor ki, nefsinin sevdiği şeyleri yapan nefsine ibadet etmiş oluyor. O zaman nefsini ne yapmış oluyor? Mevlâ Teâlâ’nın yerine koymuş, onu ilâh edinmiş oluyor.
Mevlâ Teâlâ’nın isteklerini yerine getiren ise Allah-u Teâlâ’ya ibadet etmiş, O nu İlâh edinmiş oluyor.
“Gördün mü o hevasını ilâh edineni artık sen mi onun üzerine bir vekil (onu zapt eden kimse) olacaksın.”[4]
Nefsinin arzusuna uyanı, kimse zapt edemez. Ders ayetimizde Mevlâ Teâlâ nefsini İlâh eden kimseyi kendi cemaline giden dosdoğru yoldan trenin yoldan çıktığı gibi çıkaracağını buyurmuştu. Peki hiç Mevla Teâlâ kulunu sebepsiz yere yoldan çıkarır mı, onu saptırır mı? ’Tabi ki hayır. Öyle ise ne zaman onu yoldan çıkarır?’ Kulu, ona verilen irade-i cüz’iyesini kötü yola kullanmak istediğinde, Mevlâ da iradesini onun kötülük yapmasına kullanır. Ona bu salahiyeti verir, onu saptırır. Mevlâ’nın bu sebeple dalâlete düşürmüş olduğu kulunu hidayet edecek, bozduğunu tamir edecek kimse var mıdır? Yoktur. İşte bunun için bizler irade-i cüz’iyemizi Mevlâ’nın sevdiği yola kullanalım. Ta ki Mevlâ Teâlâ da irade-i külliyesini bizim kârımıza, hayrımıza kullansın.
Ya Rabbi Bizlere irade-i cûz’iyyemizi sevdiğin yollara kullanma hususunda yardım et. Amin…
Bazı Müslüman kardeşlerimiz bulundukları İslâm dışı ortam sebebi ile şeriatı tam manası ile tatbik edemediklerini, sakal uzatıp cübbe-şalvar giyemediklerini, hanımlarına çarşaf giydiremediklerine söylüyorlar. Bende onlara şöyle diyorum;
Bir kimse şeriatın emirlerini, kabul etmiyor, onları hakir görüp alay konusu ediyorsa, siz onu insan olarak değil bir duvar gibi görün. Hatta öyle bir duvar ki taşlan çatlamış, kırılmış yıkıldı yıkılacak durumda. Hiç insan duvardan utanır mı? Beni beğenir mi beğenmez mi’ diye düşünür mü? Elbette düşünmez. İslâm-ı sevmeyenlerin sizlerin giyinişinizi yaşayış şeklinizi beğenip beğenmemeleri hiçbir şey ifade etmez. Allah-u Teâlâ’nın Onun Rasulünün sizleri beğenip beğenmemeleri bir şey ifade eder, önemli olan onların beğenmeleridir. “Dediler ki; “Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder. Bu hususta onların hiçbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zannederler.”[5]
Mevla Teâlâ bu ayeti celilede kâfirlerden olan dehriyyenin ve ahireti inkâr etmede onlara uyan Arap müşriklerinin sözlerini nakletmiştir. Onların bu sözlerinden asıl kasıtları şudur: Sadece bu dünya yurdu vardır. İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler, yani bir şekilde milletlerde belli bir zamanın geçip gitmesiyle müddetlerini tamamlar, tarihten silinir giderler. Oysa onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Sadece zannediyorlar, kuruntuya kapılıp hayal peşinde koşuyorlar.
“Kâfirlerin çoğu sırf kuru bir zan ardında gider. Fakat zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Muhakkak Allâh onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.”[6] Mevlâ Teâlâ dehriyye fırkasının ve müşrik Arapların ahireti inkâr etmeleri hakkındaki i’tikadlarını beyan ettikten sonra onların Kur’ân-ı Kerim’in ayetlerini inkâr etmelerini ve bu inkârın sebeplerini beyan buyuruyor;
“Ve kendilerine karşı ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman onların delilleri, “eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı getiriniz” demekten başka bir şey olmadı.”[7]
“Deki Allah sizi diriltir, sonra sizi öldürür, sonra da sizi hakkında hiçbir şüphe bulunmayan o kıyamet gününde toplar velakin insanların çoğu bilmezler.”[8]
Ayet-i celilede buyrulduğu üzere Allâh Teâlâ hazretleri, ahireti inkâr edenleri muhasebe için toplayacak. Üniversitelilerin çoğu bu ayeti celilelerden habersizlerdir. Zira üniversitede böyle ahiret ile alâkalı mevzulardan bahsetmezler.
Üniversitede okuyan gençlerimize belki beş paralık dünyalarını kazandırıyorlar amma ebedi olan ahiretlerini kaybettiriyorlar. Bu onlara yapılan ne büyük bir hainliktir. Bir insanın ebedi hayatı ile oynamak büyük hatadır. Allah-u Teâlâ bir kulunun dünya hayatı ile oynayana büyük cezalar veriyor, onu kahrediyor da ya ahiret hayatı ile oynayanı ne yapar acaba?
Eğer Osmanlı’nın kurmuş olduğu medreseler günümüze kadar devam etse idi, orada okuyanlara da kadro verilse idi, herkes medreselere rağbet ederdi. Belki ilk zamanlar gelişleri dünya için olurdu amma sonra niyetleri ahireti kazanmaya dönerdi.
Alimlerden biri buyurdu ki: İslâmî ilimleri öğrenmeye maddiyat için başladım sonra niyetim ahiretimi kazanmaya döndü. Geçen hafta Isparta’da idim. Vaaz-u nasihatte bulunduğum cemaate biraz sitem ettim. Onlara dedim ki; Ey Müslüman kardeşlerim! Sizlerden bir doktor veya bir mühendis bulmanızı rica etsem tahmin ediyorum ki hepiniz bu meslek ile meşgul bir değil bir çok kimseyi bulup getirebilirsiniz. Fakat sizlerden Kur’an-ı Kerim’in hükmü ile hüküm verecek İslâmî ilimlere son derece vâkıf Allah’tan korkan bir âlim getirmenizi rica etsem zannetmiyorum ki böyle bir kimseyi kolaylıkla bulabilesiniz.
Bakınız! güya bir de derler ki: ‘Türkiye’de âlim çok.’ Kaç kişi var. Yeterli mi? Eğer böyle âlimler çok olsa idi hiç millet bu kadar cahil kalır mıydı?..
Meselâ: Şeriatta efendisi vefat eden hanımların uygulaması gereken bir muamele vardır. Fakat birçok hanım onu duymamıştır bile. Şöyle ki: ‘Ve sizlerden vefat edip de geriye zevceler bırakanların zevceleri, nefisleri hakkında dört ay on gün intizarda bulunurlar.”[9]
Ayet-i celileden çıkarılan hükme göre efendisi vefat etmiş bir hanımın nafakası temin ediliyorsa 4 ay on gün evinden dışarıya çıkamaz. Amma eğer nafakası temin edilmiyor kendisinin temin etmesi gerekiyorsa gündüz dışarıya çıkabilir. Efendisi vefat etmiş olan hanımların acaba kaç tanesi bu hükmü biliyor, bununla amel ediyor? Ben size devamlı söylüyorum. Çok okuyalım, çok okuyalım ve bildiklerimizle önce amel edelim sonra anlatalım.
Dipnotlar
[1] Câsiye Sûresi, 22.
[2] Zilzal Sûresi, 7-8.
[3] Câsiye Sûresi, 23.
[4] Furkan Sûresi, 43.
[5] Câsiye Sûresi, 24.
[6] Yusuf Sûresi, 36.
[7] Câsiye Sûresi, 25.
[8] Câsiye Sûresi, 26.
[9] Bakara Sûresi, 234.