Dinimizi yaşamaktan utanmayalım. Kınayıcının kınamasından korkmayalım. Cehaletten Allah’a (Celle Celâluhû) sığınalım.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
“Yezdan” Allâh-u Teâlâ’nın ismidir. “Mir’ât-ı Yezdan” Allah’ın (Celle Celâluhû) aynası demektir. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Allah’ın (Celle Celâluhû) aynasıdır. Bu aynadan Allah’ın (Celle Celâluhû) cemali görülür, Rahmân’ın cemali görülür. Allâh-u Teâlâ’nın vechi (yüzü) görülür. Vechi var, şekli yok. Hiçbir şeye benzemez. Her ne çeşit düşünürsen onun gayrıdır Allah (Celle Celâluhû).
Evvelâ itikadı bilmek gerek. Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin görüşünü bilmek lazım. Diğerleri seni şaşırtır, insan boşu boşuna bir yola girer sonra… Allah korusun (âmîn).
Mevlâ Teâlâ buyuruyor ki: “Ben seni kör ve sağır mı yarattım. Ben seni peygambersiz, kitapsız mı bıraktım? Hakkı niye araştırmadın? Hakikati niye araştırmadın?”
Ya Rabbi, bizi kelime-i şehadeti dil ile ikrar, kalp ile tasdik edenlerden dünya ve âhirette ayırma (âmin).
Tasavvufla İlgili Soruları Ehline Sorun
Tasavvufla ilgili soruları ehline sorun. Öğrenin. Tarikat ehli var. “… Eğer bilmiyorsanız bilenden sorun” (Nahl Sûresi. 43). Biliyorsanız zaten biliyorsunuz. Ümmi kalmayın. Kalbinizi Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e çevirin ve ona rabıta yapın. Allah’ın (Celle Celâluhû) sırrını bulmak istiyorsan gönül tut. Ona sarıl, oraya gir. Kimin gönlüne? Gönül ehlinin gönlüne gireceksin. Mevlâ, gönül ehlini bulmak ve istifade etmek nasib etsin (âmîn).
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol (vesile) arayın…” (Mâide Sûresi, 35) Mürşid sana vesiledir. Vesileyi bulduktan sonra “…ve (Allah) yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide Sûresi, 35) Nefsinizi yenin.
İnsanoğlu Niçin İnkâr Eder?
Şimdi dersimize başlayalım. Mevlâ Teâlâ buyuruyor ki: “Kahrolası insan, ne inkârcıdır.” (Abese Sûresi. 17)
İnsanoğlu niçin inkâr eder, yoksa kulağı sağır mıdır, hak ve hakikati duymaz mı? Kendisini kuşatan bu kadar çok nimetin kıymetini nasıl bilmiyor?
Kur’ân-ı Kerîm akılsızlardan bahsediyor. Akıllı iken aklını kullanmayanlardan da. Yani Mevlâ buyuruyor ki: “Dinden utanan kullarım! Her şey güneş gibi parlarken kâfirlik yapmaktan utanmıyor musunuz?” Allah’ı (Celle Celâluhû) inkârdan sakınmak lazım. İnkârdan ne kadar korkmalı? İnsan kendini ateşe atmaktan ne kadar korkuyorsa o kadar korkmalı.
Anadolu’dan bir kadın telefon etti. Ağlayarak şunları söyledi: “Kocam dinini değiştirdi ortodoks oldu, kâfir oldu.” Misyonerler buralarda cirit atıyor. Bu tür dinden irtidatlarla alakalı bizim duymadığımız daha birçok hadise var. Kâfir olmayı iyi olarak gören cahiller var. Hayatında hiç İslâm ilimleriyle meşgul olmamış. İman nedir, inkâr nedir bilmiyor. Bu tür insanlar mutfakla hela arası mekik dokuyarak ölürler.
Bir kadın; hadis, akaid, tefsir okuyor. Bazı erkekler ise bunu yapmıyor. Ama ceza geldiğinde nasıl feryat ediyor, “Allah onu (insanı) hangi şeyden yarattı?” (Abese Sûresi, 18) bu âyet-i celilede. “Bir nutfeden (meniden, spermden) yarattı” (Abese Sûresi, 19). Böyle bir yaratılışa sahip herhangi bir insan nasıl oluyor da kendini beğeniyor ve nasıl kibir ediyor, küfrediyor. İmanımız vardır Elhamdülillah, onu kaçırmayalım.
Îmânını Yitirdiğinin Farkında Olmayanlar
Kayserili bir tüccar, İstanbul’daki yankesicilerle alakalı yaşanmış olaylara güler geçerdi. Yani beni soyamazlar iddiasında idi ve İstanbul’a gitmeye karar verdi. Bir kese içine altınları doldurarak onu yeleğin iç cebine koydu. Yeme içmede harcamak için de bozuk paraları dış cebine koydu. Yeme, içme, gezme esnasında altınların yerinde olup olmadığını kontrol için cebine eliyle yeleğinin üstünden bir iki hafiften vuruyor. İçeriden gelen sesler ile “Tamam altınlar yerinde” diyerek keyifle, gururla dolaşmasına devam ediyordu.
Bu arada bir yankesici iç cebini kesiyor, altınları alıp cebine başka kese koyuyor. Tüccar arada bir mutad yoklamalarına devam ediyor, içeriden gelen sesler “Buradayım, buradayım” diyor. İstanbul’da epeyi dolaştı, yedi içti. Nihayet cebindeki bozuk paralar bitti. Altınları almak için cebine bakınca eşek nalı var. Sonra başlıyor dövünmeye, ağlamaya, sızlanmaya.
Muhterem cemaat, yeryüzünde bazı insanlar imanının yerinde olduğunu sanıyor ama öyle çanaklar kırmış ki ne din kalmış ne iman. Allah muhafaza eylesin (âmin).
Kâfirlerle Dostluk Kuranda Îmân Kalmaz
Kâfirlerle dostluk kurmak, oturup kalkmak, insanda iman bırakmaz. Onların arasında namaz kılamaz, sakal bırakamaz, çarşaf zaten giyemez. Ah cemaati müslimin! Kâfirlerden utanıyorsun da kâfirleri ve kâinatı yaratandan utanmıyorsun!.. Bu olacak iş mi?
Allah (Celle Celâluhû) dostlarıyla oturalım, onlarla hemhâl olalım. Mevlâ Teâla buyuruyor: “Kim Rahman’ın Kur’ân’ından yüz çevirirse ona, bir şeytanı arkadaş veririz ve o şeytan artık onun ayrılmaz dostudur.” (Zuhruf Sûresi, 36)
Şeytan, insana arkadaş olunca ondan hayır gelir mi? Bir insan kâfirlerle dost olursa hiç mü’min kalır mı? Kâfirlerle dost olup onların modasına uymayın. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ben cahiliyet âdetlerini yıkmak için gönderildim” buyuruyor. Buna rağmen kimileri bu âdetleri mamur ediyor. “Allah onu neden yarattı? Bir damla nutfeden (meniden) onu yarattı, ona ölçü ve biçim verdi. Sonra yolu ona kolaylaştırdı. Rahatça doğar ve yaşar.” (Abese Sûresi, 18-20)
İşte insan… ve dünyaya geliş yeri… o halde insan kendisini nasıl beğenir, kibirlenir. Evet cahil cesurdur. Kâfirlerin sanatına, teknolojisine kanmayalım, aldanmayalım. Müslümanlar daha iyisini becerir: Hakiki müslümanlar sanatta da onlardan iyidir.
Kimde ne varsa Allah Teâlâ’dandır. İyi düşünelim. Bu nasihatler bizedir. Hoca efendi vaaz ederken cemaat birbirinin yüzüne bakıyor. Yani ben bu vaazlardan müstağniyim dercesine.
Utanmayalım vaaz hepimize, unutmayalım. Bazılarına diyorlar ki: “Sen niye sohbetlere gelmiyorsun?” O da diyor ki: “Hep aynı şeyleri söylüyor, niye gideyim?” Doğru; bizim söylediklerimiz aynı: Kur’ân…
Kur’ân’da öyle ilimler var ki bin kere okunsa hiç eskimez. Mevlâ onu öyle indirdi. Bazılarına tarikata gir denildiğinde, “Ben ne yapacağım tarikata girip. Ben zaten Allah diyorum” der. Bin yıl Allah (Celle Celâluhû) dese insan, muradı Allah değilse, hiçbir değeri yok. En iyisi ustasından öğrenmektir. Kibirleri, gururları bırakalım, “Ben bilirim”, “Ben yaparım” tavırları bırakalım. İnsanın kâfir olması akıllara sığmayacak kadar acayiptir.
Allah (Celle Celâluhû), insanı ölçerek, biçerek annesinin karnında yaratıyor. Çıkmasına imkân yok. Allah (Celle Celâluhû) yolları genişletiyor. Ben evde doğdum. Şimdi genelde evde doğum yapılmıyor. Mevlâ’nın iyiliği olmasa insanın ana rahminden boğulmadan çıkmasına imkân yoktur. “Sonra yolunu kolaylaştırdı. Sonra (yaşadı, mal, mülk sahibi oldu ve) onu öldürdü ve kabirde yaşattı.” (Abese Sûresi, 20-21)
Kabre Gömülmek Büyük Bir Nimettir
Kabre gömülmek de büyük bir nimettir. Yoksa insan, meydanlarda kurtlanır, leş gibi kokar. Kabirde ruh bedenden ayrılıyor. “Kitap ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. ‘Vay halimize!’ derler. ‘Bu nasıl kitapmış, küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.’ Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf Sûresi, 49)
Amel-i salih işleyen mû’min olalım ve kimsenin hakkını yemeyelim.
“Ondan (öldükten) sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltir.” (Abese Sûresi, 22) Çünkü hesap soracak. “Hayır! İnsan henüz Allah’ın emrettiğini yapmadı.” (Abese Sûresi, 25)
İnsan nasıl Mevlâ’nın emrini yerine getirmez, nasıl namaz kılmaz. Sakın borçlu kalmayalım, hukuku çiğnemeyelim. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir cenazenin yanına geldi, namazını kıldıracaktı sordu: “Borcu var mı?” “Var” dediler. Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de: “O halde ben bu namazı kıldırmıyorum” buyurdu. Onun kıldırmadığı namazı biz nasıl kıldıralım. İnsan kendini alçak etmemeli.
Namazı inanmayarak kılan kişinin ne kestiği yenir ne nikâhı makbul olur ne de müslüman kalır. Mevlâ’m cümlemizi inançsızlıktan muhafaza etsin (âmin).
Yemeği Tefekkürle Yemeli
“İşte insan, yediği yemeğe baksın! Biz nasıl gökten bolca su İndiririz. Sonra yeri onunla açarız. Onda hububat bitiririz. Üzüm ve yeşillikler. Zeytin ve hurma ve gür bahçeler ve yemişler ve çimler bitiririz. Sizin ve hayvanlarınızın yaşamı için.” (Abese Sûresi, 24-32)
Yağmur yağıyor ve bitkiler hayat buluyor. Bütün bu yemekler nasıl oluştu. Sofraya gelene kadar hangi merhaleden geçti. Yemek yerken düşünelim: Önümüzde yemek var; patates, domates, fasulye… Mevlâ yağmur yağdırmasa tavuk da olmaz, yumurta da… Bunları çok iyi düşünelim…
Efendi Babam (Kuddise Sirruhû) yemek yerken dört şeyi düşünürdü, meyve yahut sebzenin;
1- Şekli
2- Rengi
3- Tadı
4- Kokusu.
Mevla Teâlâ bunları nasıl yarattı ve sofraya gelmeden neler olup bitti, düşünmeli ve bu tefekkür içinde yemeliyiz. “Ve (Allah Celle Celâluhû) gür bahçeler yarattı.” (Abese Sûresi, 30)
Kâfirler lüks hayat ve israf içerisinde şımarıkça bir hayat yaşamaktadırlar. Mevlâ Teâlâ: “…Onlar hayvan gibidirler, belki hayvandan da aşağıdırlar.” (A’raf Sûresi, 179) buyuruyor.
Kâfirler necistir, pistirler… Hayvandan daha habistirler…
Pantolonlu bir kadın sohbet dinlemeye gitti. Sohbetten sonra: “Bana çarşaf verir misiniz, giymek istiyorum” dedi. Kendisine: “Aileniz kızmaz mı?” dediklerinde: “Siz bana çarşaf veririn!” dedi. Onlar da verdiler. Bir sonraki sohbete çarşafla geldi.
Utanmayalım, dinimizi yaşayalım, kınayıcının kınamasından korkmayalım. Cehaletten Allah’a sığınalım.
İnsan yemeklere şükretmeli, hayran olmalı. Ya Rab, bizi şükreden kullarından eyle (âmin). Bize eşyayı olduğu gibi göster (âmin).