Hac ibadeti Müslümanın hayatında farklı bir mevkii haizdir. Zahir itibarıyla bakıldığında maddesel şeylerle dolu olan hac, haddi zatında bünyesinde birçok mânâ ve hikmeti barındıran bir ibadettir. Fıkıh kitaplarımız haccı; belli şartlarda, muayyen bir zamanda, belirli bir şekilde, mahsus bir evi (Kâ’be’yi) kastetmek” şeklinde tarif etmektedirler. (Mahmud Abdurrahman AbdülMün’im, “Mu’cemu’l-Mustalahât”, s.550) Madde planında ele alındığında milyonlarca insanın bir mekânda toplanıp belli vazifeleri yerine getirmesinden ibaret gibi gözüken Hac ibadeti, bu vazifelerin arka planındaki hikmetleri ile mülahaza edildiğinde çok daha farklı güzellikleri kapsayan bir ibadet olarak görülebilecektir.
Haccın Farziyeti Kur’ân âyeti ile sâbittir. Allâh-u Te‘âlâ,“Yol bakımından ona güç bulmuş olan insanlar üzerine o beyti haccetmek Allah için bir haktır”(Âl-i İmrân Sûresi:97) buyurarak haccın beşeriyet üzerine ilahi bir hak olduğunu beyan etmiştir. Bu âyetteki yol bakımından güç yetirme tabirinden maksat azık ve binek teminidir.(Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, II/37) Bahsinde olduğumuz âyet-i kerime nazil olunca bir adam (Ekra’ ibni Habis) Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e “Her sene mi hac yapacağız?” diye sormuştu. Bu soruya mukabil Efendimiz: “Nefsim yedinde olan Allah’a yemin olsun ki; şayet “evet” diyecek olsam her sene hac yapmanız gerekecektir. Buna da güç yetiremezsiniz. Haccın bir kere yapılması farzdır. Ziyade yapan olursa bu tatavvu/nafiledir” buyurmuşlardır.( Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, II/259)
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Hac farizasını Allâh ve Resûlü’ne iman ve Allâh-u Te‘âlâ yolunda cihat etmekten sonra en faziletli amel addetmiştir. İmam Buhârî’nin Ebû Hureyre (RadıyallâhuAnh)’den rivayeti şöyledir: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e hangi amel efdaldir diye soruldu o da “Allâh ve Resul’üne imandır” buyurdu. Sonra hangisidir? diye soruldu. “Allâh yolunda cihattır” şeklinde cevap verdi. Sonra hangisidir diye sorulunca “Kabul olunmuş hactır” buyurdular. (Buhari, İman, No: 26) Başka bir rivayette “Her kim hac yapar da herhangi bir fâsıklık ve cima’da bulunmazsa annesinden doğduğu gibi (memleketine) döner” buyurmuştur. (Müslim, Hac, 1350) Bu rivayette belirtilen şart mahiyetindeki iki husus “Hac bilinen bir takım aylardır. O halde her kim onlarda haccı farz kılarsa artık hacda cima yapmak her hangi bir fâsıklık ve hiçbir çekişme yoktur” (Bakara Sûresi:197) şeklindeki âyet-i kerimeye de muvafıktır. Aslında belirtilen hususlar makbul haccın şartları mesabesindedirler. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Haccın faziletlerini beyan ederken “mebrûr/makbul” olan hactan bahseder. Ve bu şekildeki bir haccın sevabının cennetten başka hiçbir şey olmadığını ifade eder. (Tirmizi, Hac, 810)
Mânâ yüklü kalabalıklar
Senenin belirli aylarında mahşerî bir kalabalığın Hareme âdeta seller gibi aktığını görürsünüz. İnsanlar Allâh-u Azze ve Celle’nin İbrahim (Aleyhisselâm)’a “İnsanlar içerisinde Hacc’ı ilan et ki, yayalar olarak ve her uzak yoldan gelen zayıf düşmüş her bir deve üzerinde sana gelsinler”(Hacc Sûresi: 27) şeklindeki emrine istinaden Hac yapma gayesiyle Beytullah’a giderler. Ve orada âyetin devamında da belirtildiği üzere kendileri adına birçok değerli faydalara şahit olurlar. Zenginin fakirden, rütbelinin sıradan kesim insanlardan ayırt edilemeyeceği mânâ yüklü bir kalabalıktır bu. Mahşeri hatırlatır adeta. Üzerlerindeki kefeni andıran beyaz ihramlarıyla Rablerine ilticada bulunan hacıları gördüğünüzde Sırat’ı, Mizan’ı hatırlarsınız.
“Allah Teâlâ’nın yedi (kudret eli) cemaat üzerindedir” buyuran Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) (Taberani, el-Evsat, 4852) toplu yapılan hareketlerin ferdi çalışmalardan çok daha faziletli olduğuna dikkat çekmiştir. Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi beş derece daha üstün olması da (Buhari,465) söylediğimizin bir diğer misalidir. Müslümanların bayram ilan ettiği Cuma da bir araya gelme anlamında önemli bir gündür. Kelime anlamı itibarıyla da ele alındığında kökeni itibarıyla “toplama” anlamına gelen Cumua, haftada bir de olsa müminlerin bir araya gelip hal hatır sormaları açısından birçok hikmetleri cem eden bir özelliğe sahiptir. İnananların birleşmeleri ve renkler, ırklar yahut lisanlar nazarı itibara alınmaksızın tek ve yekvücut halinde gözükmeleri için Hac da önemli bir ibadettir. Arafat’ta gördüğünüz kalabalık size dilleri, devletleri ve kültürleri farklı olsa da müşterek noktaları Âdem’in oğlu olmaları, aynı kıbleye yöneliyor, aynı Kur’an’ı okuyor, ritimleri aynı atan bir kalbe sahip olmaları olan milyonlarca insanın “İslâm” gibi muazzez bir çatı altında toplanabileceğini resmeder.
Kâl’deki Lebbeyk’den hâldeki Lebbeyk’e
Lebbeyk arap lisanında mânâ itibarıyla “Emret Allah’ım, emirlerine âmâdeyim” şeklinde bir anlama tekabül eder. Hacıların dillerinde sıkça tekrarladıkları bir cümledir bu. Cebrail (Aleyhisselâm) Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e gelmiş ve “Ashabına emret, Yüksek sesle telbiye getirsinler! Zira telbiye haccın şiarındandır” demiştir. (İbni Mace, 2923) Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulduğunda “Yüksek sesle getirilen telbiyedir” şeklinde cevap vermiştir.(Tirmizi, 827) Bu inançla telbiye getiren hacılar getirdikleri telbiyelerle aslında söz verirler bir nevi âlemlerin yaratıcısına. “Buyur Allah’ım” derler “emret, senin emirlerine amadeyiz. Namazı emreden, zekâtı farz eden, faizi haram kılan Allah’a Lebbeyk” derler lisanlarıyla. Asıl riayet edilmesi gereken nokta lisanla söylenen Lebbeykleri, eyleme sıra geldiğinde icraata dökebilmektir. Çektiği banka kredisiyle yerine getirdiği hac farizasında(!) Arafat’ta ellerini açan kimselere Peygamber Efendimizden’den cevap var: “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram. Bu(kişinin duası)na nasıl icabet edilsin ki?”. (Müslim, 1015) Başka bir rivayette Efendiler Efendisi şöyle izah buyururlar bu durumu: Kişi helâl parasıyla hac için yola çıkıp bineğine ayağını koyduğunda “Lebbeyk” deyince semâdan bir münâdî ona şöyle nida eder: Buyur, sana itaate son derece hazırım. Azığın helâl, bineğin helâldir. Ve haccın da makbuldür. Fakat kişi haram bir para ile Hac için yola çıkıp bineğine ayak bastığında “Lebbeyk” deyince ona da “Lebbeyk yok, sana itaat de yok. Azığın haram, bineğin haram, Haccın da makbul değildir” şeklinde nida eder. (Taberani, el-Evsat, 5228)
Güneş batıncaya dek getirdiğimiz lebbeyklerle, yeniden dünyaya gelmişçesine (İbni Mace, 2925) günahlardan arınabilmek için kal ile (dil ile) dillendirdiğimiz “lebbeyk”i halimize de yansıtmamız gerekiyor. Amelimizle, eğer namazı emreden sen isen aksatmadan kılmaya hazırım, zekâtımı eksik ve kusura mahal bırakmaksızın ehline vermeye hazırım” diyebilmemiz gerekiyor.
Teslimiyetin simgesi: Hacer-i Esved
İşin arka planında mânâ olunca taşlar dahi farklı anlamlar ifade eder. Dağların dahi emre amade olduğunu (Sad Sûresi: 18) ve hattâ kâinatta var olan her şeyin tesbih ettiğini belirten Kur’ân’ın muhatapları değil miyiz? (İsra Sûresi: 44) Esasında hac, rivayetlerde okuduğumuz olayların yeniden yaşanması yahut yaşanır gibi olmasından ibarettir. Safa ile Merve arasında yaptığınız sa’y ile asırlar öncesine gider ve İsmail’lerine su bulmak amacıyla öteye beriye koşuşturan Hacer olursunuz? Kâbe etrafında beyaz ihramınızla sağ pazunuz açık bir şekilde ıstıba’ yaparken Mekke müşriklerinin ortaya attıkları “Muhammed’in adamları Medine’de zayıfladılar” şeklindeki yaygaraya vakur bir şekilde yaptığınız remellerle cevap verirsiniz. İmam Buhari rivayet eder: Hazreti Ömer(RadıyallâhuAnh) “Biz neden remel yapıyoruz? Hâlbuki biz onu Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)zamanında müşriklerin dedikodularına cevaben yapıyorduk. Şimdi ise Allah onların güçlerini ellerinden aldı?” şeklinde sorduğu soruyu yine kendisi cevaplayarak “Remel Resulullah’ın yaptığı bir şeydir. Biz onu terketmeyi güzel karşılamayız” buyurmuştur.(Buhari, 1605) Allah ve Resulüne kayıtsız bağlı olmanın, dini pazarlıksız yaşamanın nidüğünü ortaya koymak açısından enfes bir örnektir bu.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hacer-i Esved’in Cennet’ten indiği sırada kardan daha beyaz olduğunu fakat daha sonraları insanların işledikleri günahlar sebebiyle siyahlandığını ifade buyurmaktadır. (İbni Huzeyme, 2733) Yine Fahr-i Kâinat Efendimizin ifade buyurduğuna göre Hacer-i Esved kıyamette iki göz ve bir lisan ile beraber getirilecek ve kendisini istilam edenlere şehadette bulunacaktır.(İbni Huzeyme, 2735) Bu açılardan baktığımız zaman Hacer-i Esved’in yeryüzünde bulunan sair taşlardan farklı meziyetlere sahip olduğu görülecektir. Her şeyden öte Hacer-i Esved teslimiyetin sembolüdür. Zahir itibarıyla çok daha yüksek ve albenili yapıtlara değil de sırf Rabbimiz emrettiği için Kâbe’ye yönelerek namaz kılmamız nasıl ki teslimiyetimizi resmediyorsa, görünüşü itibarıyla sıradan bir taş gibi gözüken Hacer-i Esved’i öpmemiz, istilam etmemiz de aynı şekilde Allah ve Resulüne olan bağlılığımızı yansıtmaktadır. Hazreti Ömer (RadıyallâhuAnh) Hacer-i Esvedi öptükten sonra ona hitaben şöyle demiştir: “Senin ne fayda ve ne de zarar veremeyecek bir taş olduğunu çok iyi biliyorum. Şayet Rasûlüllâh’ı seni öperken görmeseydim seni öpmezdim.”(Ebu Avane, Müstahrec, 3444)
Ayrı bedenlerdeki kalplerin aynı duyguylaattığı yer: Arafat
Tenler, renkler, ırklar, kavimler ve kabileler farklıdır Arafat’ta. Bir olan tek şey göğüs hizasına kaldırılıp açılan ellerin merciidir. Bedenler farklı olsa da ümmet için çırpınan ve “Lebbeyk”lerin bünyesinde barındırdığı duygularla atan kalpler hep aynı ritmi tutar. “Allah’ım” şeklindeki nidalarla başlayan dua cümleleri, “ne olur”larla devam eden istekler aynı Allah’a ibadet etmenin insanlar arasında ne denli bir kardeşlik manzarası oluşturabileceğini anlatır sizlere lisan- heyetiyle. Asr-ı saadetteki Evs’i ,Hazrec’i ve onlar gibi nicelerini hatırlarsınız. Yeryüzü dolusu dünyalıkların infak edilmesiyle dahi kalpleri bağdaştırılamayacak olanların (Enfal Sûresi: 63) Allah tarafından nasıl kardeş kılındıklarını düşünürsünüz. Evvel zamanda kanına şerbet niyetiyle baktığı kimselerin İslâm’dan sonra nasıl aynı safta omuz omuza namaz kılan, bir safta fi-sebilillah cihat eden kan kardeşlerine dönüştüklerini tefekkür edersiniz. Uzak diyarlardan olsanız da, nesebiniz tanınmasa da “babanız kim?” diye sorulunca “Babam İslâm’dır, ondan gayrı babam yok. Varsın insanlar Kays ve Temim kabilesinden olmakla iftihar etsinler” diyen Selman-ı Farisi(RadıyallâhuAnh)’ı daha iyi tanımanızı sağlar Arafat.
Resûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin “Allah’a kasem etse onu tasdik eder” (Hâkim, Müstedrek,7932) buyurarak tavsif ettiği zahiri köhne, kalbi yanıkları görürsünüz Arafat’ta. Filanca yerin valisiyle aynı mevkide kaldırır ellerini yegâne Melik’e. Rütbe sökmez artık o dakikadan sonra. Tek geçer akçe “ Allah korkusuyla dökülen gözyaşlarıdır”o anlarda. Manevi atmosfer yükselir dakikalar geçtikçe. İnsanlar Rabbu’l-Âlemin indinden gelecek rahmeti, mağfireti beklerler adeta Cebelu’r-Rahme’de… Hakkıyla ibadetini yapanlar alırlar beraetlerini. Samimiyetten yoksun olanlar ise mahrum olurlar nazar-ı ilahiden. Yanlarında kâr olarak kalan sadece yorgunlukları olur saatlerce beklemelerinden arda kalan.
Arefe gününden daha çok cehennemliklerin âzâd edildiği her hangi bir gün yoktur. (Müslim, 1348) Allâh-u Te‘âlâ Arafat’daki kullarıyla Meleklerine karşı övünür. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Arefe gününde ümmetinin bağışlanması için duada bulunmuştu. Duasına kul haklarının dışında icabette bulunulmuş ve kendisine kul hakları haricindeki ümmetinin günahlarının bağışlandığı bildirilmişti. Efendimiz “Ya Rabbi! Sen dilesen mazluma Cennet’i verir ve zalim olanı da böylece bağışlarsın” deyince o gece kendisine icabet edilmedi. Müzdelife’de vakfe yapıldığı sabah duası kabul buyrulunca Fahr-i Kâinat tebessüm buyurmuşlardı. Ebu Bekir ve Ömer (Radıyallâhu Anhümâ) tebessüm etmelerinin sebebini sorunca Allah Resulü “İblis benim duamın kabul edildiğini görünce yerden aldığı toprakları yüzüne saçarak helak olmayı istedi. Görmüş olduğum ıstırabı beni güldürdü” buyurmuşlardır. (İbniMace, 3013, İbni Hacer, Kûtu’l-Huccâc, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan,1988, B.I)
Haccın terki neye denk gelir?
Haccın insanlara farz kılındığını ifade eden âyet-i kerime “Her kim kâfir olursa şüphesiz ki Allah tüm âlemlerden (müstağni olan bir) Ğaniydir” (Âl-i İmrân Sûresi:97) şeklinde sona ermektedir. Âyetin bu kısmı farklı tevillerle yorumlanmıştır. Kimi âlimlere göre âyetin mânâsı “Her kim haccın farziyetini inkâr ederse” şeklindedir. (İbnu’l-Mülakkin, Hadaiku’l-Evliya, s. 140) Bazıları ise âyeti “her kim haccı terk etmekle beraber bu amelinin akıbetinden çekinmezse yahut hac edip bu amelinin sevabını ummazsa” şeklinde anlamışlardır. Bir kısım âlimler ise bu âyetin mânâsının “hac yapmaya imkân bulup da hac farizasını yerine getirmezse” şeklinde olduğunu söylemişlerdir. (Taberi, Camiu’l-Beyan, III/ 343 vd.) Her ne kadar Cumhur ulemanın görüşü “farz olmasından sonra hac vazifesini yerine getirmemenin büyük bir vebal ve günah olduğu” şeklindeyse de bu meyandason olarak zikrettiğimiz görüş de önemsenmelidir.
Haccın terk edilmesiyle ilgili ciddi anlamda tehdit ifade eden rivayetler vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan Şeytan’ın Allah Teâlâ’ya söylediği “Elbette onlar için senin dosdoğru yolunda mutlaka oturacağım” (A’raf Sûresi: 16) şeklindeki âyet-i kerimeyi tefsir eden bazı ulema bahsi yapılan yolun Şeytan’ın hacıları engelleme gayesiyle oturduğu “Mekke yolu” olduğunu söylemişlerdir. (Ğazâlî, Esrâru’l-Hac, s. 109) Şu halde hac ibadetini yerine getirmeyenler Şeytan’ın tuzağına kapılan ve onları dosdoğru yoldan engelleme hususunda muvaffak olduğu kişiler olmaktadırlar.
Fahr-i Kâinat Efendimiz“Her kim kendisini Beytullah’a ulaştıracak kadar azık ve bineğe sahip olur da haccetmezse, Yahudi veya Hristiyan olarak ölmesinde bir farklılık yoktur” buyurmuştur. (Tirmizi, 812) Bu rivayet üzerinde iyice düşünüldüğünde Hac farizasının İslâm’da neye tekabül ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Bir diğer rivayette Allah Resulü “İslâm’da Sarûret yoktur” buyurmaktadır. (Ebu Davud, 1729) Sarûretbir anlamıyla “İmkân bulup da hiç Hac yapmayana” söylenmektedir. (İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, s. 687,Müessesetu’r-Risâle) Öyleyse, İslâm’ın şartlarından addedilen Hac vazifesini terk edenler büyük bir günaha dûçâr olmuşlardır. Bu vebalden kurtulabilmek için yapmamız gereken şey hâl-i hayatta iken ve sıhhatimiz elveriyorken bir an önce haccımızı ifa etmektir.