Hepimizin sevdiği, kıymet verdiği, diğerlerinden çok daha fazla kalbî bir muhabbet duyduğu insanlar, mekânlar ve zamanlar vardır. İşte tıpkı bunun gibi bu kıymeti ve muhabbeti yaratan Cenâb-ı Hakk’ın katında da diğerlerine nispeten daha fazla muhabbeti ve kıymeti hâiz birtakım insanlar, mekânlar ve zamanlar bulunmaktadır.
Zamanın Değerini Takdir Eden Cenâb-ı Hakk’tır
Bizler bir mü’min olarak biliriz ki zaman ve mekânın kıymeti, bizim ona atfettiğimiz değerle değil, zamanı ve mekânı yaratan Cenâb-ı Hakk’ın ona atfetmiş olduğu kıymetle bilinir. Cenâb-ı Hakk’ın katında en keremli, en kıymetli insanın “en takvâ”[1] olanımız olduğu îzâhtan vâreste bir hakikattir bizler için. Cenâb-ı Hakk nasıl ki kendisi katında en kıymetli insanı haber vermişse, ki -o kimse de gelmiş geçmiş tüm insanların en takvâsı olan Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)dir- en kıymetlisi ve habîbi vâsıtasıyla, kimi zaman âyet-i kerîmelerle kimi zaman da yine vahiyle teyid edilen Rasûlüllâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in mübârek hadîs-i şerifleriyle değer verdiği zaman ve mekânlardan bizleri haberdâr etmiştir.
Mekânlarda da Fazîlet Farkı Vardır
Rabbimiz Celle Celâlühû, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’yı diğer mescitlere göre daha faziletli kılmıştır. Nitekim bu hususta Kur’ân-ı Kerîm’de insanların ibadet etmesi için kurulan ilk mabedin Mekke’deki mübarek Kâbe olduğu[2], Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Medîne’de takvâ üzere tesis edilen mescidinin övüldüğü, Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ ve çevresinin mübarek kılındığı[3] beyân edilmiştir. Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu üç mescid hakkında Ebû Hureyre’den (Radıyallâhu Anh) rivâyetle şöyle buyurmaktadır; “(İbâdet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksâ…”[4]
Rahmet ve Bereket Ayları: Üç Aylar
Mânevî feyizlerin oluk oluk aktığı bu güzîde mekânlar gibi, Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti ve bereketinin âdetâ sağanak yağmurlar gibi yağdığı bazı zamanlar vardır. İşte bu zamanların en mühim olanları da bizlere mânevî bir iklim havası yaşatan üç aylardır. Bu mübârek aylar Receb, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Bu aylar Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve mağfiretinin seller gibi çağladığı aylardır. Her birinin fazileti hakkında Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den rivâyetler günümüze kadar ulaşmıştır. Bu aylar gafletten uyanma, hem de mânevî bir tedâvî mevsimidir. Kendilerinden önceki aylarda muhtelif sebeplerle mânevî olarak geri kalmış, günah yüklerini yüklenmiş ve dünyaya dalıp gafleti koyulaşmış olan insanlar için kendilerine yeniden bir çeki düzen vermesine vesile olan, dünya işlerinden çok daha mühim işler olduğunu hatırlatan, günahlarından arındıran çok feyizli bir teyakkuz mevsimidir.
Receb-i Şerîf Ayı
Receb ayı Hicrî ayların yedincisi ve Ramazan’dan iki ay önce gelen aydır. Fazileti bakımından ayrı bir yeri vardır. Regaib ve Mi’rac gibi mübarek geceleri içinde bulundurması, faziletini daha da arttırmaktadır. Receb ayı hakkında Hz. Peygamber Sallallâhu Aleyhi ve Sellem; “Zaman dönüp dolaşıp Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığı günkü durumuna kavuştu. Yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haramdır ki, üçü peş peşe gelir. Bunlar Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Dördüncüsü ise Receb’dir.[5] buyurmuşlardır. Receb ayının haram aylardan olması ona şüphesiz ki büyük bir fazîlet kazandırmaktadır. Bu dört haram ay, Kur’ân-ı Kerîm’de de zikredilmiş[6] ve bu ayların şerefinden ve büyüklüğünden dolayı bu aylarda zulüm özellikle yasaklanmıştır.[7] Enes b. Mâlik (Radıyallâhu Anh) Receb ayı girdiğinde Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir; “Allâh’ım! Receb ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır.”[8] Bu ayların feyiz ve bereketine ermek için nâfile ibadetlerle geçirmek çok mühimdir. Recep ayında yapılacak sevabı en bol ibadetlerden biri de nâfile oruçtur. Tutulursa büyük sevabı vardır. Bu ayın ilk cuması Regâib kandilidir. Bu gününde mutlaka varsa kazâ yoksa nâfile namaz ve sâir ibadetlerle geçirilmesi tavsiye edilmektedir.
Hadîs-i şeriflerde Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in Ramazan ayı dışında, hicrî ayların 13, 14 ve 15’inde oruç tuttuğu belirtilir. Bu günlere de “beyaz günler” manasında “eyyâm-ı biyz” denir. Ayın en parlak olduğu dolunay günleri olduğu için bu şekilde isimlendirilmiştir. Hatta öyle ki, Peygamberimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu oruçları hiç ihmal etmez ve her ay tutardı. Her hafta nâfile olarak tuttuğu bir diğer oruç da pazartesi ve perşembe günleri tutulan nâfile oruçlardır. Bunun yanında kılınacak nâfile namazlarda bu ayın feyizini ve bereketini daha fazla idrâk ettirecek amellerdendir.
Şa‘bân-ı Şerîf Ayı
Şa‘bân ayı hakkında Sahâbe’den Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhu Anh) şöyle demektedir; Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Şaban ayında tuttuğu orucu hiçbir ayda tutmadı. Kendisine “Yâ Rasûlallah! Senin Şaban ayında tuttuğun orucu başka bir ayda tutmadığını gördüm.” dedim. Şöyle buyurdu; “Şaban, Receb ile Ramazan ayında insanların gâfil bulunduğu ve amellerin, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a yükseldiği aydır. Ben de amelimin oruçlu olduğum halde Allah Teâlâ’ya yükselmesini seviyorum”[9] Kur’ân-ı Kerîm’de bizler için güzel bir örnek olduğu beyan edilen Rasûlüllah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bu aya husûsî bir önem atfetmiş ve işlediği sâlih amellerin oruçla birlikte taçlanarak Cenâb-ı Hakk’a ulaşması için büyük gayret göstermiştir. Hazret-i Aişe (Radıyallâhu Anhâ) validemiz de Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Şaban ayında tuttuğu orucu Ramazan ayı hariç başka bir ayda tutmadığını haber vermiştir.[10] Şaban ayının 15. Gecesi olan Beraat gecesi hakkında Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem); “Muhakkak ki Allah, Şaban ayının ortasındaki gece dünya semâsına nüzul eder ve Benî Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri adedinden daha fazla sayıda insanın günahlarını bağışlar.” buyurmuşlardır.[11] Bu geceyi de Cenâb-ı Hakk’a inkisâr-ı kalb ile sene içersinde yapmış olduğumuz ne kadar günah varsa hepsinin afvını taleb etmekle, bolca istiğfara sarılmakla, varsa kazâ namazları, yoksa nâfile namaz, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle geçirmek bu gecenin ihyâ edilmesine vesiledir.
Ramazân-ı Şerîf Ayı
Üç ayların en kıymetlisi olan Ramazân-ı Şerîf ayı hakkında Şânı Yüce Olan Rabbimiz buyuruyor ki “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.[12] Ramazan ayının kıymet ve şerefi elbette ki orucun kendisinde farz kılınması hasebiyle ziyadeleşmiştir. Ancak bu ayın kıymeti sadece bu sebepten değildir. Bilakis Ramazan ayı zaman ve mekân var olduğundan beri her zaman başlı başına hayırlı ve mübarek bir aydır. Bu iki fazîlet bir araya gelince “Ramazan orucu” nur üstüne nur olmuş ve biz müminler için tarif edilemeyen bir lütuf ve ikram olmuştur.
Ramazan ayının hususiyetlerinden biri de Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda nâzil olması ve “bin aydan daha hayırlı” olan Kadir Gecesinin bu ayda bulunmuş olmasıdır. Nitekim Cenâb-ı Hakk “Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar. O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur.”[13] buyurmuştur. Kadir gecesi en başından beri bin aydan daha hayırlıdır ve Kur’ân-ı Hakîm bu hakikati bizlere bir kez daha izhâr etmiştir. Bu gece hakkında Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Kadir Gecesini, kim sevabına inanıp onu kazanmak ümidiyle ihya ederse, geçmiş günahları affedilir.”[14] buyurmak suretiyle bizleri bu geceyi ihyâ etmeye teşvik etmiştir. Bu gecede de bol bol duâ ve istiğfâr etmeli, kazâ varsa kazâ, yoksa nâfile ibadetlere sarılmalı, zikir ve Kur’ân tilâveti ile geçirilmelidir.
Bu aya “Kur’ân ayı” denmesinin üç sebebi vardır. Birincisi; Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliğinden önce Hira dağında tefekkür ederken “Oku” emriyle başlayan Alak sûresinin ilk âyetlerinin Ramazan ayında nâzil olmasıdır. İkinci sebep ise Kur’ân Kerîm’in Levh-i Mahfûz’dan dünya semasındaki Beyt-i İzze’ye Ramazan ayında indirilmesidir. Üçüncü sebep ise Cibrîl-i Emîn’in her sene Ramazan ayında o zamana kadar nâzil olmuş âyetleri Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile mukâbele yaparak okumasıdır. Önce Cibrîl-i Emîn okur Rasûlullah dinlerdi, sonra da Rasûlullah okur Cibrîl Aleyhisselâm dinlerdi. Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in vefât edeceği sene bu mukâbele iki kez tekrar suretiyle yapılmış ve Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bundan vefatının yaklaştığı neticesini çıkarmıştır.
Yine Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in “Oruç bir bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve cahillik yapmasın. Eğer herhangi bir kimse kendisiyle dövüşmeye yâhut sövüşmeye girişirse, ona iki defa ‘Ben oruçluyum’ desin. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlu ağzın kokusu, Yüce Allah katında misk kokusundan daha temizdir. Yüce Allah: Oruçlu kimse benim için yemesini, içmesini, cinsî arzusunu terk eder. Oruç, yalnız benim içindir, doğrudan doğruya benim için yapılan bir ibâdettir. Onun ecrini de doğrudan doğruya ben veririm. Hâlbuki diğer güzel amellerin hepsi on misli ile ödenir.”[15] buyurduğu orucunda bu ayda farz kılınması da bu ayın faziletlerinden biridir. Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu ay girdiğinde cennet kapıları açılıp cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğunu[16], ufak bir hurma veya su ile dahi olsa bir oruçluya iftar ettirmenin diğerinden bir sevap kaybolmaksızın aynen iftar ettirene de yazılacağını[17], Cennette Reyyân denilen bir kapının sadece oruçlular için açılacağını[18], sahurun bereket olduğunu Allah Teâlâ’nın sahuru terk etmeyenlere rahmetiyle muamele edeceğini[19], en faziletli sadakanın bu ayda verilen sadaka olduğunu[20] ümmetine haber vermiştir. Son olarak şunu da hatırlatalım ki bu Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu günlerin kıymetini bilmemiz için “Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün. Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!”[21] buyurmuşlar ve bizden istiğfar etmemizi, anne babamıza hoş davranıp, sâlih bir evlat olmamızı ve kendisini bol bol salavât getirmemizi teşvik etmiş ve uyanık olmamızı tembihlemiştir.
Allah Teâlâ’dan niyâzımız o dur ki; bu ayların faziletini ve bereketini cümlemize idrâk ettirsin. Bu mânevî iklimlerin feyzini her birerlerimizin kalbine seller gibi akıtsın ve ihyâ edebilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Âmîn Yâ Muîn…
Dipnot
[1] Hucurât Sûresi, 13.
[2] Âl-i İmrân Sûresi, 96.
[3] İsrâ Sûresi, 1.
[4] Buhârî, Mescid-i Mekke, 1; Tirmizî, Salât, 126.
[5] Buhârî, Hacc, 46; Müslim, Kasâme, 9.
[6] Tevbe Sûresi, 36.
[7] Ebû Hayyân el-Endelüsî, el-Bahru’l-Muhît, 5/41.
[8] Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 5/167.
[9] Nesâî, Sıyâm, 70; Ahmed b. Hanbel, 36/85.
[10] Buhârî, Savm, 51; Müslim, Sıyâm, 34; Tirmizî, Savm, 37.
[11] Tirmizî, Savm, 40; Ahmed b. Hanbel, 43/146.
[12] Bakara Sûresi, 185.
[13] Kadr Sûresi, 1-5.
[14] Müslim, Müsâfirin, 174; Ebû Dâvûd, Salat, 318; Tirmizî, Savm, 83.
[15] Buharî, Savm, 2.
[16] Müslim, Sıyam, 2.
[17] Tirmizi, Savm, 82.
[18] Tirmizi, Savm 5
[19] Ahmed b. Hanbel, 3/44
[20] Tirmizi, Zekat, 28.
[21] Tirmizi, Daavat, 110.