İlmin bir başka çeşidi de, insanın tecrübe yoluyla elde ettiği ve kendisinden faydalandığı ilimdir. Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ın buyurduğu gibi: “Tecrübe, faydayla beraber ilimdir.”
Böyle bir ilmin, yani zahirî ilmin elde edilmesi için Kur’ân ve Sünnet’in ışığında, kâinatın âyetlerinin tefekkür edilerek okunması gerekir. Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ilk inen vahiyde bile ‘oku’ emri ile hitap edilmiş olmasının mânâsı da budur.
Mekkeli müşriklerin bitmez tükenmez kötülükleri, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i oldukça yoruyor ve tevhidle bağdaşmayan inanç ve âdetleri de bir hayli üzüyordu.
Böylesi bir ortamda Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Hira’da ibâdet ve tefekkür sevdirilmişti. Bir gün yine Hira’dayken ona Cebrâil (Aleyhisselâm) geldi ve: “Oku” dedi. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi. Cebrâil (Aleyhisselâm) tekrar: “Oku” dedi. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) cevaben: “Ben okuma bilmem” dedi. Vahiy meleği üçüncü kez: “Oku” dedi ve Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i sardı ve sıktı. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yine “Ben okuma bilmem” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cebrâil (Aleyhisselâm), Peygamberimiz Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e Alâk Suresi’nin ilk beş ayetini bildirdi:
“(Habîbim!) O, Rabbinin ismiyle (başlayarak Kur’ân’ı) oku ki, (her şeyi) O yaratmıştır! İnsanları pıhtılaşmış kan parçalarından yaratmıştır! Oku! Zaten en fazla iyilik sahibi olan, ancak senin Rabbindir! (Çünkü O, karşılıksız verir ve hiçbir şeyden çekinmediği hâlde mühlet tanır.) O Zât ki (yazıyı) kalemle öğretmiştir! O, insana (işitme, görme ve anlama gibi birtakım kuvvetler vererek ve âyetler indirip deliller sunarak) bilmediği şeyleri öğretmiştir!” (Alâk Sûresi:1-5)
İnsanlığın ufkunu aydınlatan İslam medeniyeti, işte bu, “Oku” emriyle başlamıştır. Kerîm Kitabımızın vahyedilen bu ilk ayetlerinde Yüce Rabbimiz, insanlığa, nimetlerini haber vermiştir.
Bu nimetlerin ilki olarak, okumaya Rabbinizin adını anarak başlayın. Sonra O’nun sizi bir alâktan (kan parçasından) yarattığını, dolayısıyla Rabbinizin karşısındaki âcizliğinizi ve ona muhtaçlığınızı unutmayın. Sonra, Rabbinizin size ikramlarda bulunup bilmediklerinizi öğrettiğini ve ayrıca “Hafızayı beşer nisyan ile malûldur” hikmeti gereği, siz âcizsiniz, öğrendiklerinizi de unutursunuz diye, size yazmayı öğrettiğini de unutmayın.
Konunun Bâtınî Yönü
Bu âyet-i kerîmelerin ışığında hakikî ilmin tarifi de ortaya çıkıyor. Daha ilk vahyedilen âyet-i kerîmede her şeyden önce, “Yaratıcı olan (seni yoktan var etmiş olan) Rabbinin adıyla başla!” demek, “Rabbini bil” demektir. Velhâsıl hakikî ilim, öncelikle Rabbimizi bilmektir. Rabbimizi bilmenin yolu da kendimizi bilmekten geçer. Yûnus Emre Hazretlerinin de bir şiirinde belirttiği gibi;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
İnsanların, üzerine ciltler dolusu kitaplar yazıp tarif etmeye çalıştığı ilmin tarifini Yûnus Emre Hazretleri, bu şiirinin devamında ne de güzel yapmıştır.
Asıl felâketin, yani hakikî cehaletin ne olduğunu da şiirinin son kısmında, “Bir gönüle girememek” tabiriyle bizlere nazikçe ifade ediyor. Allah (Celle Celâluhû) dostuna bende olamayan insanın başına neler geleceğini de mısralarında şöyle anlatıyor;
Bülbül olup dost bağında ötegör,
İyi amellerle yükün tutagör,
Efendimin kervanına yetegör,
Göçtü kervan kaldık dağlar başında.
İlmin gerçek manada hakkını veremeyince dağlar başında kalmak, yani zulmette kalmak ne büyük belâdır. Velhasılıkelâm bu belâya düşmemenin yolu, hakikî ilim sahipleri olan Allah (Celle Celâluhû) dostlarına müracaat etmektir.