Bugün (1 Ağustos) vefatının sene-i devriyesi vesilesiyle Efendi Babamız Ali Haydar Ahıshavî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini hayırla ve minnetle yâd ediyoruz.
Ali Haydar Efendinin (Kuddise Sirruhû) vazife yaptığı dönemde, Moğol istilası, Hülagü baskını, Haçlı seferleri gibi tarihte İslâmiyet’e, ilimden fikre ve medeniyet yıkımına kadar pek çok açıdan darbe vuran belalara bir yenisi olarak, I. Dünya savaşı gibi bir büyük bela daha eklenmiştir. Dönemin en güçlü medeniyeti olan Osmanlı, zulüm ve insanlık sınırlarını zorlayan ittifakların karşısında, yedi düvelin boy hedefi ve tarihin şahit olduğu en alçak paylaşımın muhatabı haline getirilmiş bir durumdadır.
Benzer durumlara düşmüş olan toprakların bu gibi dönemlerinde, maddeden manaya, yıkılan her unsurun küllerinden doğmasına vesile niteliğinde, buhrandan çıkışa rehberlik edecek mümtaz şahsiyetler, Allah Te’âlâ’nın birer lütfu olarak, lazım gelen vazifeyi üstlenmek suretiyle devletlerini düzlüğe çıkartmışlardır.
İnsan kıyımının ve yeryüzünde ayakta bulunan ne varsa hepsinin yıkıma uğradığı bir dönemde kimi âlimler izzetini, ilmî dirayetini kaybetmiş, kimileriyse ilmî çizgilerini muhafaza edebilmişseler de, siyasi meselelerde yaşamış oldukları fikrî bunalım sebebiyle önemli hatalara duçar olmuş, mümtaz devlet adamlarının hatta sultanların karşısında konuşlanma talihsizliğine uğramışlardır. İlmî kadrolardan askerî kadrolara hepsinin paramparça oluşu, ilmî kadroya mensup kimilerinin dış mihrakların ümmet içerisine sokmuş oldukları birtakım karanlık isimlerin fikirlerine meyletmeleri mevcut durumu, içinden çıkılması güç, daha da derin bir sorun sarmalına sürüklemiştir.
Çağın dirayetli olduğu düşünülen âlimlerinin modernist akımın sihrine kapılarak o yöne meylettikleri, âlim olarak bel bağlanılanların belki de gelmiş geçmiş en büyük padişahlardan birinin hal edilmesi yönünde fetva verecek kadar şuurlarını kaybettikleri, fikir adamı denilerek el üstünde tutulan ve rehber, önder kabul edilenlerin, Batı’nın figüranı haline gelmiş sözde fikir sahibi isimlere kapılıp sürüklendikleri ve en acısı da, hilafetin ve saltanatın kaldırılması yönünde en büyük rolü âlim olarak bilinen kimselerin yüklendiği feci bir dönem yaşanmıştır. Bu dramatik dönemde yine ümmetin kendi içerisinden, bu kutlu davanın müdavimi büyük isimler, vazifeyi devralma noktasında, kellelerini koltuk altına alarak canları pahasına mücadeleye atılma hususunda hiç tereddüt etmemişlerdir.
İşte Ali Haydar Ahıshavî (Kuddise Sirruhû) Hazretleri, böyle bir dönemde gerek ilmî alanda, gerek fikrî alanda, gerekse de siyasi alanda çizgisini izzetli bir şekilde muhafaza edebilmiş, bütün mücadelelerine rağmen engel olamadıkları değişimle ümmetin üzerine bir karabasan misali çöken yeni rejimin bütün baskılarına, hukuksuzluk ve adaletsizlik dolu dayatmalarına olanca gücüyle karşı koymuş, tarihteki eşsiz şahsiyetlerden birisidir.
Yetişmesi ve Aldığı Vazifeler
Buhranlı bir dönemde büyük işler başarmış rehberlerden olan Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirrûhû), tarihe mührünü vurmuş birçok şahsiyet gibi hem öksüz hem de yetim olarak büyümüş, Kafkasya Müslümanlarının hicret etmek zorunda bırakıldıkları dönemin şartları sebebiyle, Erzurum’a hicret etmiş ve böylece zirveye erişinceye kadar kesintisiz sürdürdüğü ilmî hayatının önemli kısmını Anadolu’da devam ettirmiştir.
Fatih Camii Derslerinden Dersiamlığa
Bayezid dersiamlarından Çarşambalı Hoca Ahmed Efendi’nin (Rahmetullâhi Aleyh) Fatih Camiindeki derslerini tamamlayıp icazet aldıktan sonra, Fatih dersiamı oldu. Medresetu’l-Kudât’a devam ederek dördüncü sınıf şehadetnamesi almak suretiyle, fetvahanede önce ikinci, daha sonra birinci sınıf müsevvidliğine[1] yükseldi. İbtida-i Haric medresesi fıkıh müderrisliğine getirildikten bir sene kadar sonra fetvahanede teşf-i mesail heyet reisliğine tayin edildi; bu vazife esnasında Mecelle-i Ahkâm-ı Şer’iyye’nin bir bölümünün tamamlanmasında önemli emekleri geçti. Sonraları muhatap olarak katıldığı huzur derslerine[2] başmuhatap olarak katılmak suretiyle ilmî surette gelinebilecek en üst noktalara kadar vazifeler üstlenerek bir âlimin yükselebileceği en yüksek makamlara erişmiş oldu.
İstiklâl Mahkemesi Vetiresi
Şahsiyeti ve duruşu, illegalitenin karşısındaki asaletiyle yeni sistemin önemli hedeflerinden biriydi. Adaletin tamamen devre dışı bırakılarak başlatılmış olan cadı avı içerisine son derece haksız sebeplerle dâhil edildi. Dava arkadaşlarının bir kısmı idam edilirken, Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû), ileride yapacakları işlerin hikmetiyle olacak ki, beraat ettiler.[3]
Maruz Kalınan İki Üzücü Hak Gaspı
Ali Haydar Efendi Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû) birçok haksızlığa maruz kalmışsalar da bunlardan ikisi aradan geçen yıllara rağmen bugün bizleri dahi teessüre sürükleyici daha üzücü haksızlıklar olarak öne çıkmaktadır. Bunlardan birincisi: hakkı olduğu halde İsmet Efendi Tekkesi postnişinliğine başkasının atanmış olmasıdır ki, bu haksızlık sonradan yapılan itirazların netice vermesi sayesinde giderilmiştir. İkincisi: Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû), Fatih Dersiamlığı vazifesiyle müşerref olduğundan Fatih Camii haziresine defnedilmeye layık en önemli şahsiyetlerdendi. Vefat ettiği vetire 27 Mayıs 1960 darbecilerinin yönetimde bulundukları vetire olması sebebiyle kendilerinin cenaze namazının Fatih Camiinde kılınması ve bu hazireye defni engellenmiştir. Bu sebeple cenaze namazı Mahmud Sami Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) tarafından Yavuz Sultan Selim camiinde kıldırılmış ve defin işlemi Edirnekapı Sakızacağı şehitliğinde gerçekleştirilmiştir.
İsmet Efendi Tekkesi ve İsmailağa Camii
Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri (Kuddise Sirruhû), pek çok medrese ve kurumda vazife almışsalar da, kendilerinin ismi anıldığında Fatih Camii ile birlikte daha çok İsmet Efendi Tekkesi ve İsmailağa camii akla gelir. Osmanlı medeniyetinde irfânî yönden önemli tesiri olan İsmet Efendi tekkesinin son postnişini olması hasebiyle Ali Haydar Ahıshavî hazretleriyle (Kuddise Sirruhû) İsmet Efendi tekkesi arasında farklı bir manevi münasebet söz konusudur.
Günümüzün önemli bir irşâd merkezi olarak hâlen faaliyetteki İsmailağa Camiinin bu hüviyeti, caminin ihyası ve irşad merkezine dönüşmesi açısından Ali Haydar Efendi Hazretleriyle (Kuddise Sirruhû) direkt ilişkilidir. Zira caminin ihyasına vesile olan rüyayı gören Ali Haydar Efendi Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) büyük oğlu Şerif ağabeydir ve bunun üzerine camiyi masrafların da önemli bir kısmını üstlenmek suretiyle tamir ettirerek hizmete açılmasına vesile olan da, silsile-i aliyemizin günümüzdeki son halkası Hacı Mahmud el-Ûfî Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)’in bu camide vazifeye başlamasına vesile olan da Ali Haydar Ahıshavî Hazretleridir (Kuddise Sirruhû).
Ali Haydar Efendi Babamız ve Hacı Mahmud Efendi Hazretlerimiz
Ali Haydar Efendi babamız ile Efendi hazretlerimizin (Kuddise Sirruhumâ) tanışmasına, Ali Rıza Bezzâz Hazretlerinin kerâmeti vesile olmuştur. İsmet Efendi Tekkesinde bulunan Ali Haydar Efendi babamız zuhuratta Ali Rıza Bezzâz Hazretleri’nin (Kuddise Sirruhû) işaretiyle Bandırma’da askerlik vazifesini yerine getirmekte olan Efendi Hazretlerimizi (Kuddise Sirruhû) arar ve bugünkü gibi adres ve sair bilgilerin kullanımı yaygın olmadığından bir zorluk söz konusu olur. Çocukluğundan beri evliyaya yüksek muhabbetle bağlı olan Efendi Hazretlerimizin, Ali Rıza Bezzâz hazretlerinin (Kuddise Sirruhumâ) kabrini ziyaret etmesi ve halifelerini sorması, Ali Haydar Efendi Babamız (Kuddise Sirruhû) hakkında bilgi almasını sağladı. Ve manevi işaretle başlayan münasebet, Bandırma’da bir Cuma namazı sonrası gerçekleşti.
Askerlik vazifesini tamamlayan Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû), İstanbul’a teşrif etmelerinin ardından aralıksız on sene boyunca Ali Haydar Efendi babamızın (Kuddise Sirruhû) derslerine devam ettiler. Ali Haydar Efendi babamızın (Kuddise Sirruhû) daimi talebelerini okuttuktan sonra Efendi hazretlerimizle (Kuddise Sirruhû) özel olarak ilgilendiği ve kendisini manevi vazifeye hazırlamaya yönelik feyiz ve bereket dolu bir eğitime tabi tuttuğu, irşad vazifesini Efendi hazretlerimize (Kuddise Sirruhû) tevcih ettikleri, ihvandan ve talebelerden o dönemin şahidi olan kimselerin şahitliğiyle sabittir.
Yeniden Medeniyet İnşası ve Ali Haydar Efendi
İslâm yeniden yükseliyor… İman-küfür galebe nöbetleşmesi ya da tebeddülât artık İslâm’dan yana görünüyor. İslâm Medeniyeti, tarihte hiç olmadığı kadar daha güçlü bir şekilde, küllerinden doğacak; baştan inşa edilecektir. Bunun gerçekleştirilebilmesi, İslâmi ilimlerin her alanında otorite olan, Osmanlı’nın son, Cumhuriyet döneminin ilk döneminde irşad faaliyetini sürdüren, moderniteye karşı duruşun mühim timsali olan Ali Haydar Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) ve beraberindekilerin davasını anlamaktan geçmektedir. Bu sebeple, Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerini (Kuddise Sirruhû), Hatm-i Hâcelerde, sohbetlerde, sene-i devriyesi vd. vesilelerle tertip edilmiş olan meclislerde her dem hatırlayıp andığımız ve yâd ettiğimiz gibi, onu ve ilmî alandan tasavvufî ve siyasi alana kadar gerçekleştirmiş olduğu önemli işleri insanların umumuna dönük olarak, uygun olan her fırsat ve her ortamda anlatmak bizler için önemli vazifelerden sayılmalıdır.
Kaynakça
[1] Müsevvid: Müsveddeye çeken ya da müsveddeleri, kurallı ve tutarlı hale getiren kâtip manasındadır. Fetvahanede müsevvid olarak görev yapanlar, bu kuruma ulaşmış bulunan soruları, fetvaya uygun soru formuna getirerek ilgili vazifelilere ve en son Şeyhülislam’a arz etmekle ve daha sonra cevapları da yine uygun bir formda kaleme almakla görevli olan kimselerdi. (Katip maddesi, DİA, s.54)
[2] Huzur Dersleri: Ramazan ayının ilk gününden başlamak üzere ve toplam sekiz derste sona ermek üzere sarayda padişahın huzurunda “mukarrir” adı verilen zamanın tanınmış âlimleri tarafından verilen derslerin adıdır. Bunlara “Huzur-ı Hümayun Dersleri” de denirdi. Tümüyle tefsirden oluşan bu derslerin kökeninin Osman Gaziye kadar uzandığı ve Osmanlı Devletinin yıkılışına kadar sürdürüldüğü görülmektedir. Dersler saray salonlarından birinde öğle ile ikindi arasında gerçekleştirilirdi. Huzur dersleri son dönemlerde sekiz dersten oluşuyordu ve Ramazanın ilk on gününde tamamlanıyordu. Her ders bir mukarrir ve on beş muhataptan oluşurdu.
Dersler genellikle iki saat kadar sürerdi. Mukarrirlerin cüppeleri siyah, muhatapların mavi renkte olurdu. Mukarrir dersini bitirdikten sonra muhataplardan rütbesi en yüksek olandan başlamak üzere kendisine sorular sorulurdu. Bu sorular, konuşulan konuya ilişkin olur ve mukarriri zor duruma düşürecek cinsten, konu dışı sorular olmazdı. Daha sonra mukarririn duâsıyla derslere son verilirdi. Huzur dersleri padişah huzurunda yapılması sebebiyle “huzur” adını almıştır. Fakat aynı zamanda ikinci anlamı da huzur vermesidir. (Mehmet Zeki Pakalın, s.708-709)
[3] Şenocak, s. 120