Âlî Cenap Mirza Hüsameddin Ahmed’e yazılmıştır.
- Peygamberlere tabi olan kâmil kişilerin, bu tabi oluşla onların tüm kemâlâtından paylarının olduğunu,
- Hiçbir velinin peygamberlerden birinin derecesine ulaşamayacağını,
- Ayrıca “tecelli-i zatî Peygamber Efendimiz (Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem)’e mahsustur” sözünün manasını ve başka şeyleri beyana dairdir.
“…Hamd, bizi buna eriştiren Allah’a mahsustur. Eğer Allah’ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler” derler…”[1]
Noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah Teâlâ’nın salâtları ve selâmı peygamberlerin, onlara tabi olanların, yardımcılarının ve sırlarına hazinedar olanların üzerine olsun.
Bilesin ki; selâm üzerlerine olsun peygamberlere tabi olan kâmil kişiler, tam tabi olmaları ve taşkın sevgileri sebebiyle, işin özünde sırf Allah’ın yardımı ve hibesiyle tabi oldukları peygamberlerin tüm kemâlâtını kendilerine çekerler. Tümüyle onların boyasıyla boyanırlar. Tabi olanla tabi olunan arasında birinin asıl diğerinin tabi, birinin önce diğerinin sonra olması dışında bir şey kalmaz. Bununla birlikte peygambere tabi olan hiçbir kimse, isterse en üstün olanına tabi olmuş olsun peygamberlerden en alt derecede olan bir peygamberin derecesine ulaşamaz. Bundan dolayı selâm üzerlerine olsun peygamberlerden sonra beşerin en üstünü olan Ebubekir Sıddık (Radıyallâhu Anh)ın başı, daima tüm peygamberlerin ayağının altındadır. Bu sebeple peygamberlerin mebde-i taayyünleri ve mürebbîleri olan isimler asıl makamından olurken, ümmetlerin en üstünleri ya da en aşağıda olanlarının mebde-i taayyünleri ve rableri farklı derecelerine göre aslın zılleri makamındandırlar. Şu hâlde asıl ile zıll arasında nasıl bir eşitlik düşünülebilir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ant olsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: Onlara mutlaka yardım edilecektir. Şüphesiz ordularımız galip gelecektir.”[2]
Efendimize ve tüm peygamberlere salât ve selâm olsun. Tecelli-i zatî peygamberler arasından son peygambere mahsustur. O’na tabi olan kâmil kimseler için de bu tecelliden pay vardır sözünün manası; diğer peygamberlerin bundan nasibi yoktur ama Efendimize kemâl manada ittibâ edenlerin nasibi vardır, anlamında değildir. Böyle düşünmekten Allah muhafaza eylesin! Böyle bir düşünce velilerin peygamberlerden daha üstün olduğunu ispat eder. Bu sözden anlaşılması gereken mana şudur: Peygamberimizin dışındakilerde bu tecellinin meydana gelmesi onun aracılığı ve ona tabi olmaları sebebiyledir. Bu tecellinin diğer peygamberlerde meydana gelmesi onun aracılığı iledir. Peygamberimize kâmil bir şekilde tabi olanlarda meydana gelmesi ise, ona tabi olmaları sebebiyledir. Peygamberler, Efendimizin tufeyli olmaları vasıtasıyla O’nun bu büyük nimet sofrasında meclis arkadaşlarıdırlar. Veliler ise, o büyük nimetten paya nail olan hizmetçilerdir. Tufeyl olan meclis arkadaşlarıyla paya nail olan hizmetçiler arasında ne büyük fark vardır! Bu nokta tasavvuf yolcularının ayaklarının kaydığı yerdir. Mektuplarımda ve risalelerimde, bu şüpheyi değişik yönleriyle ele alıp sıkıntıları gidermek için incelediğimi zikretmiştim. Doğrusu, noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah Teâlâ’nın ihsânı ve ikrâmıyla bu müsveddede yazmış olduğudur.
Bilesin ki; sair peygamberlerin Efendimize tufeyl olmaları sebebiyle bu tecellîden tam nasipleri olsa da zahir durum, velâyet-i hâssa’nın onların velîlerine sirayet etmediğidir. Bu tecellîden tam bir payları yoktur. Bu bahtiyarlık asılları için tufeyl olma ve aksetme yoluyla hâsıl olunca aksin aksi yoluyla onlar için ne hâsıl olacak. Bu mananın göstergesi, aklî istidlal değil açık keşiftir.
Yukarıda zikredilen “kâmil tabiler, tabi oldukları kişinin kemâlâtlarını tamamıyla kendilerine çekerler” ifadesiyle kastedilen, tabi olunanın öz kemâlâtıdır. Mutlak kemâlât değildir ki; bir çelişki söz konusu olsun. Bilakis onlar, tabi olmaları sebebiyle peygamberlerine mahsus olan velâyetten pay alırlar. Bu ümmet, tabi olmaları sebebiyle ümmetler arasından bu velâyetle seçilmiş bir ümmettir. Bu büyük bahtiyarlıkla şereflenmişlerdir. Bundan dolayı en hayırlı ümmet olmuşlardır. Âlimleri de İsrail oğullarının peygamberleri gibidir. “İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[3]
Bu velâyet-i hâssa’nın faziletleri ve özelliklerinden bir nebze yazmak istedim. Ancak vakit dar olduğundan yazamadım. Kâğıt da yetmedi. Noksan sıfatlardan münezzeh kemâl sıfatlarla muttasıf olan Allah Teâlâ’nın yardımıyla ilimler ve marifetler ilkbahar yağmuru gibi akmakta, acayip ve garip sırlar anlaşılmaktadır. Kıymetli evlatlarım kabiliyetleri miktarınca bu sırlara mahremdirler.
Diğer dervişler, birkaç gün huzurda birkaç gün gaybet halindedirler. Bundan dolayı veli de olsa veli, sahabenin mertebesine ulaşamaz denilmiştir.
Size kavuşma arzumuz haddinden fazladır. Bu hakire göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzun ulaşmasıyla şerefyap oldum.
Bilesin ki; amellerdeki eksikliği görmek, nimetlerin en büyüklerindendir. Tüm hallerde orta yolu tutmak, tüm işlerde ve fiillerde övgüye layıktır. Aşırıya kaçmak, çok geri kalmak gibi orta yoldan çıkmaktır.
Selâm olsun size ve hidayete tabi olanlara ve de (salât selâm O’nun ve ailesinin üzerine olsun) Muhammed Mustafa’ya tabi olmayı vazife edinenlere.[4]
Dipnotlar
[1] A‘râf Sûresi, 43.
[2] Saffat Sûresi, 171-172-173.
[3] Cuma Sûresi, 4
[4] Mektûbât-ı Rabbânî, 248. Mektup.