2. Cild 15. Mektûb-u Şerîf
Hâkim ve vâlileri başta olmak üzere Samane şehri halkına yazılmıştır. Bayram hutbesinde Hulefa-i Raşidin’in adlarını anmayan hatibin yerilmesi ve onu tepkisizce dinleyen Samane halkının kınanması hakkındadır.
Allah’a hamd, peygamberlerine selam olsun.
Şehrin saygıdeğer hakimleri ve idari yetkilileri başta olmak üzere değerli Samane halkının başını ağrıtmamın sebebi şudur: Bize ulaşan haberlere göre bu şehrin hatibi Kurban Bayramı namazının hutbesinde Hulefâ-i Râşîdîn’in isimlerini zikretmemiş, kendisini uyaranlara karşı, hatasını itiraf edip özür dilemek yerine, ”bunu terk etmenin ne sakıncası var” diyerek pervasız bir tavır sergilemiştir. Ayrıca işittiğimize göre yörenizin ileri gelenleri de bu konuda gevşek davranarak bu insafsız hatibe ciddi tepki göstermemişlerdir.
Bir değil bin defa ah olsun!
Hutbede Hulefâ-i Râşîdîn’in isimlerini zikretmek her ne kadar hutbenin şartlarından değilse de ehl-i sünnetin şiarındandır. Buna ancak içini pislik kaplamış, kalbi hastalık dolu kimseler yapar. Diyelim ki bu hatip onların ismini inat edip bile bile terk etti. Fakat bu kimse “Her kim bir kavme benzerse o onlardandır”[1] tehdidine ne diyecektir? Bu konuda töhmetten nasıl kurtulacaklar? Oysa Hazret-i Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den “Töhmet altında kalacak işlerden kaçının”[2] şeklinde bir uyan gelmiştir.
Eğer bu hatip Hazret-i Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) ve Hazret-i Ömer’in (Radıyallâhu Anh) üstünlüğü konusunda şüphe içindeyse bu onun ehl-i sünnet yolunu terk ettiğini gösterir. Eğer Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’ye (Radıyallâhu Anh) sevgi besleme konusunda tereddütlü ise bu durumda da ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Keşmirli olan bu sözde hatib, söz konusu çirkin görüşünü Keşmir bidatçilerinden almış olabilir. Ona büyük din imamlarından nakledildiği üzere Hazret-i Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) ve Hazret-i Ömer’in (Radıyallâhu Anh) üstünlüğünün sahabe ve tabiinin icmâsıyla sabit olduğunu anlatmak gerekir. Bu imamlardan birisi İmam Şâfiî (Rahimehullah)tır.
Aynca Ebu’l-Hasen el-Eş‘arî (Rahimehullah), önce Hazret-i Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın sonra Hz. Ömer’in ümmetin diğer bütün fertleri üzerine üstünlüğü konusunun kesin olduğunu söylemiştir. Ha1ifeliği sırasında Hazret-i Ali (Rahimehullah), memleketinin kürsüsünden kendi taraftarlarından büyük bir kalabalığa karşı “Ebu Bekir ve Ömer bu ümmetin en üstün kimseleridir” dediği tevatüre varan senetlerle rivayet edilmiştir. İmam Zehebî (Rahimehullah) bu sözün Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)dan seksen küsur kişi tarafından nakledildiğini bildirerek bu kimselerden bir grubun ismini saymıştır.
Daha sonra İmam Zehebî (Rahimehullah) “Allah Rafızîlerin belasını versin! Ne kadar da dar kafalılar!” diyerek Râfızîlere olan tepkisini dile getirmiştir. Kur’an’dan sonra en güvenilir kitap olan Sahîh-i Buhâri müellifi İmam Buhârî (Rahimehullah) Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)dan şu sözü nakletmektedir: “Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra insanların en hayırlısı Ebû Bekir, sonra Ömer, sonra da bir başka adamdır” Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh) bu sözü söylediğinde oğlu Muhammed b. Hanefiyye “Sonra sensin değil mi?” diye sorduğunda Hazret-i Ali “ben sadece Müslümanlardan biriyim” demiştir.[3]
Sonuç olarak diyebiliriz ki Şeyhayn’ın[4] üstünlüğüyle alakalı haberlerde yer alan güvenilir ravilerin sayısı tevatür derecesine varmıştır. Bu sebeple bu hususu inkâra kalkışmak cehalet veya taassuptan başka bir şeyle açıklanamaz.
Nitekim Şia’nın ileri gelenlerinden biri olan Abdurrezzak bu rivâyetleri inkâr edemeyince Şeyhayn’ın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu konuda Abdurrezzak şöyle der: “Madem Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh) Şeyhayn’ı kendisinden üstün görmüştür, o halde ben de Şeyhayn’ı ondan üstün görüyorum. Eğer Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh) onları kendisinden üstün görmeseydi ben de onları Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh)dan üstün görmeyecektim. Bir yandan Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh)ı sevdiğimi iddia edip diğer yandan ona muhalefet etmem büyük bir vebaldir.”[5]
Hateneyn[6] döneminde fitneler zuhur edip devlet işlerinde aksaklık baş gösterince insanların gönüllerinde bir bulanıklık meydana geldi ve toplumda düşmanlık rüzgarları esmeye başladı. Bunun üzerine Hateneyn’e sevgi beslemek de ehl-i sünnet esaslarından sayılarak cahil kimselerin sahabe hakkında kötü düşünmesi ve Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vekilleri olan bu kimselere karşı içten içe bir kin beslemesinin önüne geçilmek istendi.
Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh)a sevgi beslemek de ehl-i sünnet olmanın şartlarındandır. Ona sevgi beslemeyen ehl-i sünnetten olamaz ve “hâricî” adını alır. Hazret- Ali (Radıyallâhu Anh)a sevgi besleme konusunda ifrat tarafını seçip bu konuda haddi aşarak Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ashâbına dil uzatan ve sahabe, tabiin ve selef-i sâlihînin yolundan ayrılan kimse de Râfizî ismini alır.
Devam edecek…
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, no: 5114; Ebû Dâvûd, no: 4031.
[2] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/44.
[3] Buhârî, Fedailü’s-Sahâbe, 4.
[4] Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)
[5] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, 3/446.
[6] Hazret-i Osmân ve Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anhümâ)