46. Mektûb-u Şerîf
Allah Subhânehû sizi, keremli babalarınızın yolu üzere sabit eylesin. Evvelki (ceddiniz) ve en faziletlisi üzerine evvela, diğerlerine de ikinci olarak salât ve selam olsun. Bil ki, Bârî Teâlâ ve Tekaddes’in varlığı, aynı şekilde Hakk Subhânehû’nun birliği, bilakis Muhammed Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in nübüvveti, bilakis onun Allah tarafından getirdiği her şeyin bedihî olup, (bunların anlaşılmasında) idrak hâssasının (aklın), alçak âfetler ve mânevî hastalıklardan sâlim olması takdirince, fikre ve delile ihtiyaç duyulmaz. Bunlarda düşünmek ve tefekkür etmek ancak, illetin mevcut olduğu zamana ve afet bulunduğu âna aittir. Ancak kalp marazından kurtulduktan ve göz kapalılığının kalkmasından sonra, bedâhetten başka bir şey yoktur. (Her şey açıkça bellidir.)
Bakmaz mısın ki mesela safralı olan, safra illeti ile mübtela oldukça onun yanında şekerin ve balın tatlı olduğunu ispat için delile ihtiyaç duyulur. Fakat bu illetten kurtulunca asla delile ihtiyaç duyulmaz. Âfetin bulunması sebebiyle delile ihtiyaç duymasına ihtiyacı ile haddi zâtında bedîhî olması arasında bir zıtlık yoktur. Bakmaz mısın ki şaşı kimse, biri iki görür, bir olmadığına hükmeder. O, bu hükümde mâzurdur. Kendisinde olan âfetten ortaya çıkan şu hükmü, şu “bir”in bir olmasını bedâhetten çıkartmaz ve nazarî olan şeyler hükmüne onu girdirmez. Kesin hükümlerdendir ki delil getirmek sahası cidden dardır. Delil, nazar ve fikir cihetinden yakînin hâsıl olması imkansızdır. İman-ı yakîniyi elde etmek için, kalbi hastalıkları izale etme düşüncesi zarûrîdir. Tıpkı safrayı izâle etmenin, şekerin tatlı olmasına yakînî bilginin hasıl olmasında, şekerin tatlı olduğuna dair delil getirmekten daha zarûrî olduğu gibi. Bu hususta yakîn, üzerine delil getirerek nasıl hâsıl olsun; hâlbuki kendinde bulunan safra illeti sebebiyle vicdânı onu acı bulmaktadır.
Konumuzda da hüküm böyledir. Zira nefs-i emmâre bizzat şeriatın hükümlerini inkâr etmektedir, tabiatıyla onların zıtlık içinde olduğuna hükmetmektedir.
Delil getirenin vicdanının inkâr etmesiyle birlikte şu sadık hükümlerin hak olduğuna dair yakini imani delil yolundan hasil etmek, cidden zordur. Nefsin tezkiyesi olmadan, gerekli olan yakînin hâsıl olması zor olduğundan, nefsin tezkiye edilmesi zarûrî oldu. “Gerçekten (her isteğine kavuşarak ve istenmedik her türlü şeyden kurtularak) felâha erdi o kimse ki (nefsini ıslâh edip bütün günahlardan uzak tutarak) onu arındırmıştır. Onu (câhillik içerisinde) iyice gizlemiş (ve nefsini fâsıklık bataklığına gömmüş) olan da / muhakkak (iki cihanda da zarar ve) ziyâna uğramıştır!”[1]
Kararlaştı ki şu açık şeriatı, parlak ve pak dini inkâr eden, şekerin tatlı olduğunu inkâr eden kimse gibi illetle hastalıklıdır. Fakat görüş sahibi olmayanın, onun ışığını görmemesi ufukta parladığı halde iken kuşluk güneşine zarar vermez!
Seyr-i sülûkten, nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesinden maksat, îmânın hakîkatinin gerçekleşmesi için, manevi âfetleri yok etmek ve kalbi hastalıkları gidermektir. Allah Teala’nın şu kavl-i şerîfi ile buna işaret olunmuştur: “Onların kalplerinde bir nevî hastalık vardır.”[2]
Eğer, şu âfetlerle birlikte îmân mevcut olsa, o sadece îmânın zâhiridir. Zira nefs-i emmârenin vicdanı, bunun hilâfına hükmedicidir. Nefis, küfrü üzere ısrar edicidir. Şu gibi sûretâ iman, safra hastasının vicdanının ve müşahedesinin, şekerin tatlılığının hilafına hükmetmesiyle birlikte, şekerin tatlı olmasına îmânı gibidir. Nasıl ki şekerin tatlılığına hakikî olarak yakînî îmân, safranın izâlesinden sonra hasıl olursa, aynı şekilde îmânın hakîkati yani şer‘î hükümlerin hak ve sâdık olduğuna iman da, nefsin tezkiyesi ve mutmainne olmasından sonra hâsıl olur. O vakitte îmân, vicdânî olur. Îmândan bu kısım, zevâlden korunmuştur. Allah Teâlâ’nın şu kavli şerifi: “Âgâh olun; şüphesiz Allâh’ın velîleri ki, (insanlar korkuya kapıldığı zaman) onlar üzerine hiçbir (tehlikeyle karşılaşma) korku(su) yoktur ve (insanlar umduklarını bulamadıkları için üzüldüklerinde) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.”[3] böyle îmân sahibi olanların durumunu beyân etmektedir.
Allah Subhânehû, bizi şu kâmil ve hakikî îmân şerefi ile şereflendirsin, Ümmî ve Kureyşli olan Nebîsi hürmetine. O’nun ve âlinin üzerine salâtların en faziletlisi, selâmların en mükemmeli olsun.
Dipnotlar
[1] Şems Sûresi, 9-10.
[2] Bakara Sûresi, 10.
[3] Yûnus Sûresi, 62.