Kâbe-i Muazzama ve etrafı Mevlâ Te‘âlâ tarafından harem kılınmış ve bununla ilgili olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de hac ibâdetini îfâ bağlamında şöyle buyurulmuştur:
اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّۜ﴿
﴾وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىۘ وَاتَّقُونِ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ
“Hac (ibâdeti) bilinen birtakım aylar(da yapılmalı)dır. O hâlde her kim (ihrama girerek,) onlarda haccı (kendine) farz kılarsa, artık hacda fuhşî kelâm (ve müstehcen sözler konuşmak), herhangi bir fâsıklık ve hiçbir çekişme yoktur. (Bu günahları terk edip, yerine) hayırdan her ne işlerseniz Allâh onu bilir. Böylece siz azık edinin (tevekkül ehli görüntüsü vermek için hac yoluna tedâriksiz çıkmayın)! İşte gerçekten azığın en hayırlısı takvâdır! Ey hâlis akıllara sahip olanlar! Ben(im azâbımı hak etmek)den hakkıyla sakının!”[1]
Âyet-i kerîmenin hac aylarıyla ilgili ihtivâ ettiği bilgi ve hükümlere buradan ulaşabilirsiniz. Âyet-i kerîmede yer alan, ﴾ فَمَنْ فَرَضَ ف۪يهِنَّ الْحَجَّ﴿ “Kim bu aylarda haccı farz kılar”, yani “hacca karar verir ve niyetlenip hac işine/hac ibadetine/hac yoluna koyulursa” ifadesinin ardından gelen
﴾فَلَا رَفَثَ﴿ “Artık rafes yoktur!” ikazı dikkat çekicidir. Bilhassa, yapılmasın ya da edilmesin gibi nehiy ifadelerinden ziyade tekitli bir ifade kullanılmış olması, üzerinde ayrıca durulması gereken bir husustur. Dikkatlere sunulan kelimenin mânâsı; kadın-erkek münasebeti gibi hususları, mahrem ve müstehcen noktaları kapsamaktadır. Âyet-i kerîmenin devamında; fısık, tartışma ve kavga anlamında mücadeleden sakınmak gibi uyarılar yer almaktadır.
Nezâhet ve Nezâket Müslümanın Temel Özelliklerindendir
Hiç şüphe yoktur ki, Müslümanın her daim nezâhet ve nezâket sahibi olması gerekir; fakat bir kimse gündelik hayatında kavgacı ve tahammülsüz olsa bile, hac veya umre niyetiyle mukaddes topraklarda bulunduğu süre içerisinde bu gibi davranış ve anlayışlardan uzak durma konusunda büyük bir hassasiyete bürünmelidir. Şeytan bizlere, sureti haktan görünerek haram işletmemelidir! Harem bölgesinin bu özelliği, Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın buradan doğmuş olmasıyla bağlantılı düşünülmelidir.
Konuyla ilgili olarak âyet-i kerîmede: ﴾وَمَنْ يُرِدْ ف۪يهِ بِاِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ۟﴿ “Kim Mescid-i Harâm’da bir günahı murâd ederse” buyurulmuştur. Burada, “günahı işlerse” değil de, “murâd ederse” denilmesinde câlib-i dikkat bir incelik ve devamında “ona elim bir azap tattırırız” tehdidinin gelmesinde mühim bir husus vardır.[2]
Hâlbuki normal zaman ve mekânlarda insan içinden günah olan bir düşünce ya da niyet geçirse, günahkâr olmaz. O günah, defterine yazılmaz ama ulemadan bazısının nakletmiş olduğumuz âyet-i kerîmeye getirdiği îzâh ve tefsire göre, Mescid-i Harâm’da günahı murâd etmek bile başlı başına bir günahtır! Bu sebeple, son derece hassas olmak ve tartışmalardan, kavgalardan uzak durmak lâzımdır.[3]
Hacdan Döndükten Sonra
İnsanlar hacca veya umreye giderken nispeten biraz daha hassas oluyor fakat döndükten sonra aynı hâli muhafaza etme konusunda gevşeklik gösteriyor. Neticede, gitmeden önceki duruma dönülüyor ve kavgaya, gürültüye kalınan yerden devam ediliyor. Oysaki ameli yapmak bir iştir ama muhafazası daha önemli bir iştir! Ameli muhafaza etme, zayi etmeme konusunda çok dikkatli olmak lâzımdır. Bunun esas yolu, içe dönük olmaktan geçer. İnsanların davranışları, kusurları veya hatalarıyla değil; kendi iç dünyamızla ilgilenmeliyiz.
Hac menâsikini îfâ edip ziyaretleri tamamlayıp memleketimize döndükten sonra bizlere hacı-hoca denilmesi insanların bir ikramıdır fakat unutulmamalıdır ki, unvan iş görmez! Allah (Celle Celâluhû) katında hacı olmak, âhiretin hacısı olmak gerekir. Bunda muvaffak olabilmek için; mukaddes topraklarda bulunduğumuz süre içerisinde, Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve cümle Enbiya-i Kirâm Hazerâtının, Sahâbe-i Kirâm’ın; ulema, suleha ve evliyânın ayak izlerinin olduğu yere ayak basıp adım attığımızı aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamalıyız. Orada kemâl-i edep ve üstün bir sabırla birbirimizin zahmet ve eziyetine tahammül etmeli, işin kolayına kaçmamalı, kısa yollara girmeye çalışmamalı ve gerektiğinde zoru, zahmeti seçmekten imtina etmemeliyiz. Zira haccın özünde zaten zahmet vardır! En baştan bunun bilincinde olmalı ve karşılaştığımız durumlara katlanmalıyız. Hac ve umrelerimizi kâmil bir şekilde îfâ etme hususunda gevşeklik göstermemeliyiz. İbâdetlerimizi usûlü ve âdâbına riayetle, büyüklerimizden tevârüs ettiğimiz, kendilerinden öğrendiğimiz şekilde yapmalıyız.
Cenneti Kazandıran İbâdet
Anlattığımız bu hususlar, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in: «اَلْحَجُّ المَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلَّا الْجَنَّةُ» “Hacc-ı mebrûrun, (yani tastamam, kaliteli bir haccın) mükâfatı hiç başka bir şey değil; ancak cennettir.” [4] buyurmak suretiyle beyân ettiği, haccımızın mebrûr olması için lâzım gelen hususlardır. Hadîs-i şerîfteki müjdeye nâil olabilmek için, vurgulamış olduğumuz hassasiyetleri elden bırakmayıp mukaddes topraklardan selâmetle dönmemiz ve sonraki yaşantımızda da çok dikkatli ve gayet hassas olmamız gerekiyor.
Cenneti kazandıracak kadar önemli, büyük ve ağır bir ibâdettir hac! Cennet bedava değildir; çok pahalıdır! Bu derece fazîleti büyük bir ibâdete, zahmet ve zorluklarını göz önüne alarak büyük bir özveriyle hazırlanmalı ve o hassasiyetle îfâ etmeli, döndüğümüzde de bu hasleti sürdürmeliyiz.
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi:197.
[2] Hâc Sûresi:25’ten.
[3] Bahis mevzuu edindiğimiz konuyla ilgili detaylı bilgi için: Mekke-i Mükerreme’de Günah İşlemeyi Düşünmek Bile Kötüdür
[4] Buhârî, “Umre”, 1; Müslim, “Hac”, 437.