Kıssa:
Bir adam koşarak Hazret-i Süleyman (Aleyhisselâm)ın huzuruna girer. Yüzü sararmış, korkudan titriyordu. Hazret-i Süleyman (Aleyhisselâm) sorar:
Ne oldu sana? Seni bu kadar korkutan şey nedir? Nefes nefese kalmış olan adam dedi ki:
Azrâil (Aleyhisselâm) bana öyle öfke ile baktı ki, canımı alacağından ürktüm. İşte, koşarak sana sığındım.
-Ey adam! Benden ne istiyorsun?
-Ey canları koruyan, adâletli padişah! Senin hükmün her şeye geçer. Rüzgâra emret de beni Hindistan’a götürsün. Belki o zaman canımı kurtarırım.
Süleyman (Aleyhisselâm), rüzgâra emretti. O da adamı Hindistan’ın iç kesimlerinden bir yere götürüp bıraktı. Ertesi gün, Hazret-i Süleyman (Aleyhisselâm), halkı kabule başlayınca Azrâil (Aleyhisselâm) çıka geldi. O adamı hatırlayarak Azrail (Aleyhisselâm)a sordu:
-Dün bana bir adam gelerek, kendisine hışımla baktığını söyledi. Bunun sebebi nedir ey Azrâil?
-Sultanım! Ben ona hışımla değil, hayretle baktım. Çünkü Cenâb-ı Hakk bana şöyle buyurdu:
Falan kulumun canını, git Hindistan’da al. Adamı burada görünce şaşırdım. Yüz tane kanadı olsa da yine, Hindistan’a gidemez, diye düşündüm. Onun için şaşkınlıkla kendisine baktım.
Hindistan’a gidip adamı görünce daha da şaşırdım.
Alınacak Hisse:
İnsanoğlu ihtiras ve nefsî arzularına kapılarak yoksulluktan ve ölümden korkar. Ondan kaçabileceklerini zannederler.
İnsana yakışan odur ki, dünyaya ait bütün işlerde, ölüm denen kaçınılmaz gerçeği göz önünde bulundursun. Nerede ve nasıl olursan ol, vakti saati geldiğinde ondan kaçış yoktur. Bu, mantık kuralları ile de açıklanamaz.
İnsan, kimden neyi kaçırıyor? Ecelden, Azrâil (Aleyhisselâm)dan, özellikle Cenab-ı Hakk’tan kaçabileceğini zanneden, ancak kendini aldatmış olur. Büyük bir cahillikten başka bir şey değildir.[1]
Dipnotlar
[1] M. Şevket Ustaosmanoğlu, Mesnevî’den Kıssalar ve Hisseler, s.29-30.