Sûfî ve Hâin Hizmetçi
Sûfîlerden biri seyahate çıktı. Yolculuk esnasında yolu bir tekkeye düştü. Oraya misafir oldu. Hayvanını ahıra bağladıktan sonra içeri girerek tekkenin başköşesine oturdu. Zikir ve sohbet bittikten sonra, sûfîye sofra kuruldu. Sûfî yemeği görünce, ahırdaki hayvanı aklına geldi. Hizmetçiye seslendi.
-Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver. Hizmetçi de ona cevâben dedi ki:
-Bu zaten benim görevim. Sizin endişelenmenize gerek yok.
Sûfî sözlerine devam etti:
-Hayvanım yaşlıdır, dişleri kesmez. Arpayı ıslat da ver.
Hizmetçi “Lâ havle…” çektikten sonra ona dedi ki:
Gereksiz konuşuyorsun. Bu anlattığın şeyleri zaten herkes benden öğrenir.
Sûfî, hâlâ anlatıyordu…
Önce sırtından semeri al, yaralarına da merhem sür. Hizmetçi:
-Allah aşkına! İşimi bana öğretme diyerek bir “Lâ havle” daha çekti.
Velhâsıl sûfînin eşek hakkındaki isteklerinin ardı arkası kesilmedi. Hizmetçi de “lâ havle” diyerek sabrının taşmaması için mücadele ediyordu.
Hizmetçi, Sûfîyi yatırdıktan sonra ne ahıra baktı ne de eşeğe. Ortalıkta âvâre dolaşan arkadaşlarının yanına gitti. Sûfînin eşeği hakkında deyip gülüştüler. Sûfîyle de bolca alay ettiler.
Uykuya dalan sûfî, eşeği için kötü rüyalar gördü. Bazen eşeğe kurtlar saldırıyor, bazen de eşek bir kuyuya veya çukura yuvarlanıyordu. Sıkıntı içinde uyandığında eşeğini görmek için yatağından doğruldu. Ancak her taraf kapalı olduğu için eşeğinin yanına gidemedi. Kendini rahatlatmak ve teselli etmek için şöyle düşündü.
-Bu hizmetçi bizimle aynı sofrada oturup yemek yedi. Aynı sofraya oturanlar, birbirini aldatmaz.
Bu sırada, eşeğin durumu çok kötüydü. Hem yorgun hem de bütün geceyi aç geçirmişti. Semeri ters dönmüş, taş ve toprak içinde çok ıstırap çekmekteydi. Sabahleyin, insafsız hizmetçi ahıra geldi. Eşeğin semerini düzeltti, ucu sivri bir sopayla, birkaç kere dürterek onu yerinden kaldırdı.
Sûfî eşeğine binerek kafile ile yola koyuldu. Bütün gücünü kaybeden eşek, birkaç kere yere kapaklandı. Onu, hasta zannediyorlardı. Biri kulağına baktı, biri damağında yara var mı diye kontrol etti. Bir başkası da gözünde bir arıza var mı diye araştırdı. Bir şey bulamayınca sûfîye sordular:
-Ey sûfî hani eşeğin sağlamlığı ile övünüyordun. Ne oldu bu hayvana?
Sûfî şöyle cevap verdi:
-Eşek, bütün gece “lâ havle” yediği için bu duruma düştü. Geceki yiyeceği “lâ havle” olursa, o tesbihin secdesini herhalde gündüz yapacaktır.
Alınacak Hisse:
Tasavvuf dilinde sûfî; Cenâb-ı Hakk’ın yolunu takip eden, ona tâlip olan kişidir. Eşek ise, hak yolunu arayanın nefsidir. Hizmetçi isei sûfîlik yolunu tercih edenlerin nefislerini terbiye edecek olan şeyh veya mürşittir.
Yeterli olgunluğa ulaşmamış, şeriatı tam olarak yaşamayan, sünnete, İslâm büyüklerine karşı muhalefet eden, insanları aldatan sahte şeyhlerden uzak durmak gerekir.
Bu hikâyeden anlıyoruz ki, sahte şeyhlerin peşinden gidenler eşek gibi, ilahi feyizden ve gıdadan yana aç ve susuz kalırlar. Tasavvuf yolunda mesafe almak bir yana, eşek misali gibi, her adımda tökezleyip yere yığılırlar.[1]
Dipnotlar
[1] M. Şevket Ustaosmanoğlu, Mesnevî’den Kıssalar ve Hisseler, s.66.