Kıssa:
Avcının biri, kurduğu tuzakta bir kuş yakaladı. Kuş da dile gelerek ona yalvarmaya başladı.
-Ey şanlı avcı! Sen, nice büyük hayvanlar, geyikler, karacalar, tavşanlar avladın. Onlar bile senin mideni doyuramadı. Benim şu bir lokmacık etimle mi doyacaksın? Şayet beni azat edersen, sana üç öğüt veririm ki, bunları tatbik edersen önündeki bütün engelleri aşar, sıkıntılardan da kurtulursun. Birinci öğüdü elindeyken vereyim, beğenirsen beni bırakırsın. İkincisini şu dama konduğum zaman, üçüncüsünü de ilerideki ulu çınarın dalından söylerim.
Avcı, bu teklifi kabul ederek kuşa dedi ki:
1- Kim söylerse söylesin, olmayacak söze inanma. Bu söz üzerine adam, kuşu elinden bıraktı. Kuş, uçarak damın kenarına kondu ve ikinci öğüdünü verdi:
2- Kaçan fırsat, geçmiş bir menfaat için üzülüp de âh vâh etme. Kuş daha sonra biraz uzaktaki ulu çınarın dalına konarak son öğüdünü de verdi:
3- Benim karnımda on bir dirhem ağırlığında, paha biçilmez bir inci var. Eğer beni elinden kaçırmasaydın inci şimdi senin olacaktı.
Bu sözleri duyan adam, ağlamaya, saçını başını yolmaya başladı. Âh vâh etti. Bu duruma hayret eden kuş ona seslendi.
-Ben sana demedim mi? Kaçan fırsatlar için âh vâh etmeyeceksin. Ya beni anlamadın yahut da sağırsın. Ayrıca sana, olmayacak şeye inanma demiştim. Görüyorsun, benim ağırlığım üç dirhem. Nasıl olurda midemde on bir dirhem ağırlığında inci bulunabilir
Avcı kendini toparlayarak dedi ki:
-Evet, kendime geldim ve söylediklerini iyice kavradım. Haydi, şimdide bana son bir nasihatte bulun.
-Sen öğütlerimi tutun da yeni bir öğüt mü istiyorsun? Ahmak bir kişiye öğüt vermek, çorak toprağa tohum atmak gibidir. Aptallığın ve bilgisizliğin yırttığı yama, bir daha yerine dikilmez… diyerek uzaklaşıp göyün derinliklerinde kayboldu.
Alınacak Hisse:
İnsanoğlu, olağanüstü şeylere inansa da onlara fazla bel bağlamamalıdır. Makul bir ölçü içerisinde hareket etmelidir.
Şayet iş, düşünce ve hayallerinde aşırılığa kaçarsa; ayağı yere basmayan, hayal dünyasında gezinip duran ve gerçek dışı duygu ve düşüncelerden kurtulamayan garip bir görüntü ortaya çıkar.
İnanan insana düşen, sebep sonuç ilişkisini kabul etmektir. Allah Teâlâ’nın koyduğu kanunlara uymak ve inanmak zorundayız.
Örneğin; ateş yakar, su boğar, lakin ateşi, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ı yakamamış, su; Yûnus (Aleyhisselâm)ı boğamamıştır.
Yakma ve boğma özelliğini veren Allah Teâlâ, dilerse bu gücü onlardan alabilir.
Bir istediğimizin yerine gelmesi için gereken her türlü gayreti göstermeliyiz. Ama bilmeliyiz ki; her şeyi yapan ve yaptıran Allah Teâlâ’dır. Engel olan da yine O’dur.
Olup bitenden gafil ve şikâyetçi olmak, Cenâb-ı Hakk’ı hesaba katmamak anlamı taşır. Sonuç, bizim istemediğimiz şekilde de neticelenebilir. Bu sonucun hayırlı olup olmayacağını biz bilemeyiz.
Olgun insan, geçmişi veya geleceği değil, içinde bulunduğu anı, düşünür ve onu iyi değerlendirmeye çalışır. Geçen zaten geçmiştir. Geleceğin de bir garantisi yoktur.
Geçmişteki başarısızlıkları için aşırı derecede üzülen kimse, zamanının çoğunu boşa geçirmiş olur.
Akıllı insan, geçmişten ders alarak gelecek için hazırlık yapandır.[1]
Dipnotlar
[1] M. Şevket Ustaosmanoğlu, Mesnevî’den Kıssalar ve Hisseler, s. 128.