Kıssa:
Yahûdîlerin zalim bir hükümdarı vardı. Hazret-i Îsâ (Aleyhisselâm)a düşmandı. Hristiyanlara akıl almaz işkenceler yapardı. Onları ateşe, aslanlara atar, parçalatıp öldürürdü.
Hükümdarın, kendisinden daha gaddar ve vahşi ruhlu bir de veziri vardı. Hile ve tuzaklar kurmakta öyle usta idi ki, yaptığı hilelerde adeta suyu bile düğmelerdi. Bir gün, hükümdara şöyle dedi:
– Sultanım! Hıristiyanlar, gizlenerek ibadet ediyor ve kendilerini koruyorlar. Ne kadar işkence yapsan, öldürsen de onları temizleyemezsin. Kalplerindekini bilemezsin ya!
– Ey vezir! O zaman çare bul. Ne yapalım ki gizli, açık Hıristiyan olan kalmasın.
– Sultanım! Benim elimi ve kulaklarımı kestirin. Burnumu ve kulaklarımı da yardırın. İdam ettirmek üzere de darağacına gönderin. Tam idam edilecekken hatırı sayılır ve senin sevdiğin biri çıkıp affedilmemi senden istesin. Ancak bu işi, çok kalabalık bir halk huzurunda yapmak gerekir. Beni affederek uzak bir yere sürgün edin. Hıristiyanlar, benden şüphe etmezler. Aralarına girer, fitne ve fesadımı yayarım. Onlara derim ki:
– Ben gizlici Hristiyan olmuştum. Hükümdar bu sırrımı öğrendi ve bana bu zulmü yaptı. Şayet, İsa (Aleyhisselâm)ın manevi yardımı olmasaydı Yahudilik adına beni öldürecekti. Ben, Hazreti İsa uğruna başımı feda ederim. Ona verilen ilimden bana da verildi. Ancak, hristiyanlığın cahiller elinde kalması, bana büyük ıstırap ve acı veriyor. Ben, bu hak dinin yol göstericisiyim. Ey insanlar! Devir İsa (Aleyhisselâm)ın devridir. Onun emirlerini gönülden dinleyiniz, diye vaaz vermeye başlarım.
Hükümdar, vezirin bu hilesini akıllıca buldu. Sevindi. Onun isteklerini derhal yerine getirdi. Yapılan planlar büyük bir titizlikle uygulamaya konuldu.
Halk, bu işe çok şaşırmıştı. Vezirin etrafında halkalanmaya başladılar. O da insanları dine davet etmeye başladı. Görünüşte Hristiyanlığı anlatsa da onları tuzağa çekmek için mücadele veriyordu. Sözleri, sanki içine zehir akıtılmış şerbet gibiydi.
Basireti açık Hıristiyanlar, o güzel sözlerin altındaki acılığı hissediyor; ama tam olarak çözemiyorlardı.
Cahil ve kit akıllılar, kendilerini tamamen vezire kaptırmışlardı. Kısa zamanda, bir emirle ölüme gidecek kadar kendisine bağlı yüz binlerce Hıristiyan’ı kendisine bağladı.
Aradan altı yıl geçti. Hükümdar, Hıristiyanların derhal öldürülmelerini isterken; vezir, biraz daha sabır tavsiye ediyordu.
O dönemde, kabilelerin başında on emir (yönetici) vardı. Bunların hepsi de vezirin tuzağına düşmüştü. Samimiyetinden şüpheleri yoktu. Onun için ölebilirlerdi de…
Vezir, her yönetici için birer kitapçık hazırlattı. Dinî emir ve yasaklar, her kitapta değişikti, birbirini hiç tutmuyordu.
Bir kitapçıkta, riyâzet ve açlığın Allah’a dönme şartı olduğu anlatılırken; bir diğerinde, aç kalmanın, Allah’a şirk koşmak olduğu belirtiliyordu.
Durum, her kitapçık için aynı idi. Birinde yapılması tavsiye edilen şeyler diğerinde yasaklanıyor, suç sayılıyordu.
Hilesi gereği vezir, vaaz ve nasihati bırakarak yalnızlığa çekildi. Kendisine bağlı olanlar ayrılık ateşi ile yanmaya başladılar. Ona yalvarmaya başladılar. Gözleri görmeyen bir âmâ gibi yapayalnız kaldıklarını anlattılar. Onlara şöyle dedi:
– Ruhum sizinle beraberdir; ama halvetten ve uzletten çıkmama izin verilmiyor. Bana inanıyor ve güveniyor, kemâlâtımı da kabul ediyorsanız neden ısrar ediyorsunuz? Hazret-i Îsâ (Aleyhisselâm)dan emir geldi:
– Bütün dost ve yakınlarından ayrıl ve yalnız kal! Vezir, yalvarmalara aldırmayarak yalnız kalmaya devam etti. Daha sonra, on iki emri (idareciyi) yanına çağırarak, ayrı ayrı her birine şu emri verdi:
– Benden sonra yerime sen geçecek, hristiyanlığı sen anlatacaksın. Senden başka temsilcim yoktur. Sen, hayatta olduğum sürece de bu sırrı kimseye açmayacaksın.
Kitapçıklar hususunda da şu tavsiyelerde bulunuyordu:
-Îsâ (Aleyhisselâm)ın getirdiği din, bu kitapçıkta yazılıdır. Bunun dışındakilerin hepsi yanlıştır.
Kırk gün sonra vezirin ölüm haberi geldi. Duyan koştu. Mezarının başı mahşer yerine döndü. Kabrinin başında bir ay oturdular. Matem acısı hafifleyip, insanlar sakinleşince dediler ki:
– Ey vekiller! Vezirin yerine kim geçecek? Bilelim de ona uyalım.
Bir idareci öne atılarak, emir benim, dedi. Bir başkası, gerçek emir benim, diye ortaya çıktı. On iki idareci de aynı iddia ile sahne aldılar. Her emirin bir elinde bir kitapçık, bir elinde de kılıç vardı. Birbirine girdiler. Taraftarları da kapıştı. Savaştılar, vuruştular, binlerce Hıristiyan öldü. Kesilmiş başlardan tepecikler oluştu. Vezirin ektiği fitne tohumları yeşerdi, meyvesini verdi. Bu fitne, yüzyıllarca devam etti… Vezir de muradına ermiş oldu.
Alınacak Hisse:
Basîret ve ferâset sahibi olmayanlar, parçalanıp yutulmaya mahkûmdur. Birbirine düşenler, önce zayıflar, sonra dağılır, güç ve kuvvetleri gider. Akılsız ümmetlerin durumu Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“O kimselerden (ilişkinizi kesin) ki (kendi kafalarına göre farklı tanrılar edinerek ve aynı puta tapsalar bile, değişik inanç yapılarına sâhip olarak) dinlerini tamâmen parçalamışlardır ve önderler eşliğinde birleşen fırkalar(a ayrılan kimseler) olmuşlardır. Her bir fırka (kendi doğruluğuna inandığı için) yanlarında bulunan (din ve inanç) ile sevinicidirler.”[1]
“(Habîbim!) Sen (o Yahûdî ve Hristiyanlara, özellikle Necrân Hristiyanlarıyla Medîne Yahûdîlerine): “Ey Ehl-i Kitap! (Kur’an’da ve sizin değiştirilmemiş gerçek kitaplarınızda) bizimle sizin aranızda eşit ol(duğu açıklan)an bir kelimeye (ve dâvâya) gelin (îmân edin)ki o da; Allâh’tan başkasına ibâdet etmememiz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamız ve Allâh’ı bırakıp da bir kısmımızın diğer bir kısmı rabler edinmemesi(nden ibâret)dir.”[2]
Dipnotlar
[1] Rûm Sûresi, 32.
[2] Âl-i İmrân Sûresi, 64.