Silsile-i Aliyye’nin 35. altın halkası olan Mevlânâ Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri, 1870 senesinde Batum’un Ahıska kazasında doğdu. İki yaşındayken annesi, dört yaşındayken babası vefat etti. Memleketinde başladığı tahsil hayatını Erzurum’daki Bakırcı Medresesi’nde sürdürdü. Erzurum’dan sonraki durağı İstanbul oldu. Fatih Camii’nde devam ettiği derslerin nihayetinde 1901 senesinde Çarşambalı Hoca Ahmed Hamdi Efendi’den icâzet aldı.
*Doğumu ve yetişmesi hakkında detaylı malûmata buradan ulaşabilirsiniz.
*Şahsiyeti hakkındaki bilgilere ulaşmak için tıklayınız
Devrin kâdılarının yetiştiği Medresetü’l-Kuzât’tan mezun oldu. Fatih Camii’nde ders okuttu ve Fetvâhânede vazife aldı. Sahn-ı Semân Medreseleri fıkıh müderrisliği vazifesini üstlendi. Te’lîf-i Mesâil heyeti reisliği gibi önemli görevlerde bulunan Mevlânâ Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin tamamlanmasına yönelik çalışmalara önemli katkı sağladı.
*Osmanlı devrinde vazife üstlendiği kurumlar hakkında detaylı malûmat için tıklayınız.
Muhatap ve daha sonra Başmuhatap seviyesinde hazır bulunduğu Huzur Hocalığını 1923’e kadar sürdürdü. Devrinin padişahları tarafından hürmet gördü. İntisap ettiği Mevlânâ Ali Rıza el-Bezzâz Hazretlerinden hilâfetle müşerref oldu ve irşâd vazifesini Çarşamba’da İsmet Efendi Tekkesi’nde vefâtına dek sürdürdü. Emaneti Mahmud Efendi Hazretlerimize tevdi ederek 1960 senesinde âhirete irtihâl eyledi ve Sakızağacı kabristanına defnedildi. Mevlâ Te‘âlâ sırlarını âlî eylesin. Âmîn.
*Hayatı hakkında detaylı malûmata buradan erişebilirsiniz.
İbâdet Hayatı ve Hassasiyetleri
Nakşibendî büyüklerinin (Kaddesallâhu Esrârahum) en mühim hususiyeti, takvâ üzere bir hayat sürmekle beraber, azimetle amel ve nâfile ibâdetlerde süreklilik konusunda büyük hassasiyet sahibi olmalarıdır. Onların bu durumu, “Bir de gerçekleşmesi kesin olan o (ölüm denen) şey sana gelinceye kadar (bir an bile gevşeklik etmeksizin) Rabbine ibadet et(meye devam et)!” (Hicr Sûresi:99) âyet-i kerîmesinin hâl diliyle beyânı gibidir. Mevlânâ Ali Haydar Ahıshavî Hazretleri de bu hassasiyet ve gayrete sahip büyük bir zâhid ve büyük bir âbiddi.
Günün önemli bir bölümünü ibâdete ayırırdı. Farz namazları cemaatle kılmaya büyük önem verir, nafile oruçlara devam ederdi. Namazı ta‘dîl-i erkâna tam bir riayetle, manevî açıdan huşû üzere, ağır ağır kılardı. Huzura durduğunda bir daha çıkmayacakmış gibi bir ruh hâline bürünürdü.
İslâm ahkâmının tatbiki, yaşanması ve yaşatılması konusunda da son derece hassastı. Bu hükümleri samimiyet ve ihlâsla tasdik etmiş ve tatbiki için bütün imkânlarını hatta ömrünü seferber etmişti.
Sohbet ve nasihatlerinde ibâdetin öneminden çokça bahseder, insanları mükellef bulundukları ibadetleri îfâ etmenin yanı sıra, nâfile ibadetlere de yönelme konusunda teşvik ederdi.
Tevekkül ve Tefekkür
Daima tevekkül üzere olduğu gibi, Allah Te‘âlâ’nın mahlûkatını tefekkür vesilesi ittihaz ederdi. Nitekim evinin bahçesinde bulunan bitkilere önem verdiği, onların çeşitlilik ve güzelliklerini tefekkür sebebi olarak gördüğü nakledilmiştir.
Amellerini kâfi görmez, kulluk şuuruyla Allah Te‘âlâ’ya iltica eder, O’nun (Celle Celâluhû) rahmetine sığınırdı. Mevlânâ Mahmud Efendi Hazretleri, Mevlânâ Ali Haydar Ahıshavî Hazretlerinin bu hassasiyetlerini şöyle anlatmıştır: “O kadar çok ibâdet eder, namazda o derece uzun kalırdı ki, görenler namazı hiç bitmeyecek sanırdı. Mesela yatsı namazına çeyrek dakika kalıncaya kadar evvâbîn kılardı. Böyleyken her namazdan sonra ‘Ya rabbi! Sana layık bir rekât namaz kılamadım. Beceremedim’ diye gözyaşı dökerdi.”