Hazreti Îsâ’nın kıyametten önce nüzûl etmek üzere ref’inin ardından vahiy kesildi. Kelâm âlimlerimizin beyânı veçhile “fetret” olarak ifade edilen bir devir başladı. İnsanlık, her geçen gün ilâhî nizamdan biraz daha uzaklaştı. Her yeri karanlıklar kapladı. İnsanlık âlemine yeni bir şafak lâzımdı; bir seherde doğup karanlıkları yırtacak ve âlemi nûra gark edecek bir şafak!
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), “Senin Rabbin dilediğini yaratır ve (istediğini) seçer!”[1] âyet-i kerimesinin hakikatince seçkin bir şahsiyet olarak yaratılmıştır. Allah Te‘âlâ insanlar arasından 224 bin kulunu seçip nebî kılmış, onlar arasından rasuller seçmiş, [2] onlar arasından Ulü’l-Azm rasulleri seçmiş ve hepsinin arasından da Muhammed Mustafa (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i seçip üstün kılmıştır. Peygamberlerden, onun fazîletini tasdik konusunda söz almıştır.[3]
Dünyada Allah Te‘âlâ’nın rızâsına uygun, lütfettiği nimetlere yönelik şükür mahiyetinde bir yaşam sürebilmek ve âkıbette necât bulabilmek, peygamber tebliğini zorunlu kılan bir durumdur. İnsanlığa (ve dahî cinnîlere) peygamberler gönderilmesinin temel hikmeti de budur.
Doğum Esnasında Husûle Gelen Harikulâde Hâdiseler
Hakkında, “(Habîbim!) Biz seni bütün âlemler için ancak büyük bir rahmet olarak gönderdik.”[4] buyrulmuş olan Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğumundan evvel ve doğumu esnasında birtakım harikulâde hâdiseler zuhûr etmiştir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğduğu gece Kisrâ’nın sarayının sarsıldığı, sarayın on dört balkonunun bu sarsıntı sebebiyle yıkılıp düştüğü, Mecûsîlerin bin senedir hiç sönmeksizin yanmakta olan ateşinin söndüğü, Taberiyye gölünün suyunun çekildiği (ya da kaynadığı) ve daha birçok hâdisenin vuku bulduğu, ilgili kitaplarımızda kaydedilmiştir.
İran’daki kral ve önemli bazı adamlarla Yemen kralının ve adamlarının da tahtlarının yıkılacağı ve saltanatlarının son bulacağı şeklinde tabir edilen muhtelif rüyalar gördükleri yine ilgili kaynaklarımızda yer almıştır.[5] Mukaddes doğum esnasında meydana gelen harikulâde olaylar hakkında detaylar için tıklayınız.
Hazreti Âmine vâlidemizin, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hamilelik dönemiyle ilgili şöyle dediği nakledilmiştir: “Ona hamile kaldığım günden itibaren hamilelikle ilgili bir sıkıntı çekmedim. Onu doğurduğum zaman, beraberinde bir de nûr çıktı. O nûr, ona doğuyla batı arasını baştan başa aydınlatıp gösterdi. Sonra ellerine dayanarak yere düştü. Yerden bir avuç toprak aldı ve başını semaya kaldırdı.”[6]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahyin gelişiyle birlikte fetretin karanlıkları yırtıldı. İnsanlık, vahyin nûruyla yeniden buluştu. Bu hakikat Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyruldu: “Muhakkak ki Allâh’tan size (karanlıkları aydınlatan) büyük bir nûr (sahibi Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) ve (gizli gerçekleri) açıklayıcı pek yüce bir kitap (olan Kur’ân-ı Kerîm) gelmiştir.”[7]
Müfessirlerimiz, âyet-i kerîmede yer alan “nûr” ifadesini “İslâm” ve Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) olarak tefsir edip şu gerekçeyi sunmuşlardır: “Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e nûr denilmesi; karanlıklarda nûrla hidayet olunduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın onunla halkı hidâyet etmesinden ileri gelmektedir.”
Hidâyetin Aydınlığına Tâbî Olmak
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hidâyet kandili oluşu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklanmıştır: “(Ey Nebîyy-i zîşân! Şüphesiz Biz seni) Kendisinin (emri ve) izniyle Allâh’a (inanmaya) bir davetçi ve nur saça(rak cehâlet ve dalâlet karanlıklarını aydınlata)n büyük bir kandil olarak (gönderdik)!”[8]
Bâtınî ahvâli nûr olarak tavsîf edilen Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), zâhirî, yani fizikî görünümü itibarıyla da nûr gibiydi. Şemâil-i Şerîfini rivâyet eden sahâbîler onun yüzünün parlaklığını anlatmış, nûru sebebiyle yüzüne bakamadıklarını ifade etmişlerdir.[9]
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in risâletiyle karanlıktan kurtulan âlemler, kıyamete dek kararmayacak büyük bir aydınlığa kavuşmuşlardır. Bu aydınlığa tâbî olup itikaddan amele bu doğrultuda bir hayat sürmek, ebedî âleme hüsn-ü hâtime ile göçmek şerefine nâiliyet noktasında tutulabilecek yegâne yoldur.
Dipnotlar
[1] Kasas Sûresi:68’den.
[2] Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, 5/266; el-Heysemî, el-Mecme‘u’z-Zevâid, 3/210; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 10/4.
[3] Bkz. Âl-i İmrân Sûresi:81
[4] Enbiyâ Sûresi:107
[5] İmam et-Taberî Târihu’r-Rüsul ve’l-Mülûk’ünde, Ebû Nu‘aym el-İsfehânî Delâilu’n-Nübüvve’sinde, İmam el-Beyhakî Delâlü’n-Nübüvve’sinde, el-Kastallânî el-Mevâhibu’l-Ledüniyye’sinde, İbn Kesîr el-Bidâye ve’n-Nihâye’sinde ve İmam es-Süyûtî el-Hasâisu’l-Kübrâ’sında bu rivâyete yer vermişlerdir. Sonra gelen birçok müellif de bu bilgileri onlar kanalıyla eserlerine kaydetmişlerdir.
[6] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/414-415.
[7] Mâide Sûresi:15’den.
[8] Ahzâb Sûresi:46.
[9] Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şemâil-i şerîfine dair konular için tıklayınız.