9 Nisan tarihi, eserleriyle hepimizin yakından tanıyıp hayranlık beslediği Osmanlı Devrinin Mimarbaşısı Mimar Sinan’ın vefâtının sene-i devriyesi. Bu vesileyle kendisini hizmetleriyle beraber minnet ve şükranla hatırlıyor, hayırla ve rahmetle yâd ediyoruz.
Mimar Sinan’ın hangi kimliğe mensup olduğu konusu öteden beridir tartışılan bir konudur. Bu konuyla ilgili tartışmalar günümüzde de hangi amaç uğrunadır bilinmez, ısıtılarak gündeme getirilmektedir. Hakkında birçok iddia ortaya atılmışsa da, yapılan tahkik ve tetkiklere göre, Kayseri bölgesinde yaşayan Türk-Ortodoks bir aileye mensup olduğu yönündeki görüş doğruya daha yakın bulunmuştur. Sinan, böyle bir ailenin mensubuyken yörede gerçekleştirilen ‘devşirme’ seçiminde dikkatleri çekmiş ve köyde kaybolup gitmesine rıza gösterilmeyerek saraya kazandırılmıştır.
Devşirme usûlü, bulûğ, yani teklif çağına erişmemiş olan gayr-ı müslim tebaadan çocukların İslâmiyet’le tanıştırılarak bu dine ve millete hizmet etmesine yönelik bir tür çalışmayı ifade eder. Bunu dönmelikle karıştırmamak lazımdır. Dönmelikte kişi, bulûğ çağını geçmiş ve iradesiyle bir din tercihinde bulunmuş ve çeşitli vesilelerle İslâmiyet’i tanıdıktan sonra hür iradesiyle İslâm’ı seçip ihtidâ etmiştir.
‘Devşirme’ müessesesinin meşrûiyeti konusunda İslâm âlimleri: “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan veya Mecûsî yapar.” [1] hadîs-i şerîfiyle istidlâl etmişlerdir. Osmanlı devrinde bu usûlle yetiştirilerek vezirlik ve sadrazamlığa varıncaya kadar devletin üst kademelerinde görev yapmış ve bu görevlerinde son derece başarılı olmuş pek çok isim zikredilebilmektedir.[2]
Mimar Sinan’ın hayatı hakkında sağlıklı bilgilere, dostlarından olan Sâî Mustafa Çelebi’nin Tezkiretü’l-Bünyân ve Tezkiretü’l-Ebniye adlı eserleriyle Cafer Ağa’nın Risâle-i Mimâriyye adlı eserinden ulaşılabilmektedir. Mimar Sinan İstanbul’a getirildiğinde saraya (Topkapı) ve Ayasofya’ya yakın, at meydanı yönüne bakan bir medresede öğrenim görmüş ve bulunduğu mevki vesilesiyle İstanbul’un güzelliklerini temâşâ ederek yetişme imkânı bulmuştur.
Mimar Sinan da o çağda yetiştirilmiş olan mimarlar gibi, hendese (matematik) ve geometriyi iyi derecede öğrenmiştir. Onların teknik anlamda gösterdikleri başarılar, Allah Te‘âlâ’nın lütfu olan kabiliyetleriyle beraber, almış oldukları üst düzey eğitime bağlıdır.
Yetişmesi ve Mimarî Birikimi
İstanbul’da yetişen ve tarihi çok eskilere kadar giden kadim şehrin mimarî zenginliklerini inceleme imkânı bulan Mimar Sinan, Yeniçeri olarak orduya girip başarılı bir şekilde yükseldikten sonra çeşitli seferlere katılmıştır. Bu seferler esnasında batıdan doğuya, güneyden kuzeye tarihî anlamda pek çok özellik ve güzelliğe sahip eserleri araştırma fırsatı bulmuştur. Selçuklu dönemi eserlerini yakından incelemiş, Safevî eserlerine de vâkıf olmuştur.
Mısır seferi vesilesiyle Bâbil topraklarında bulunan antik kentleri gözden geçirmiş, sefer boyunca Emevî ve Abbâsî devrinin muhteşem eserlerini temâşâ etmiştir. Memlük mimarisinin müstesna örneklerini müşâhede eden Mimar Sinan, Mısır’a vâsıl olduğunda Piramitler başta olmak üzere bölgedeki mühim eserlerle tanışmıştır. Kânûnî devrinde katıldığı Belgrad ve Rodos seferleri vesilesiyle de başta Balkanlar olmak üzere Batı’daki diğer şaheserlerle, eski Yunan’ın ve Roma’nın eserleriyle buluşma imkânına kavuşmuştur.
Yetiştiği vetirede askerliğe hazırlığın yanı sıra meslek olarak marangozluğu seçmiş ve bu alanda da ciddî bir mesafe kat etmiştir. Tatvan’da bulunduğu sıralarda ahşaptan kadırga inşa etmiş ve ahşap işçiliğindeki ustalığıyla kadırgaları en ince ayrıntısına kadar döşemeyi başarmıştır. Mohaç muharebesinde de bulunmuş olan Mimar Sinan’ın ahşap işçiliğindeki ustalığı ve mimarlığa olan istidadı bütünlük oluşturarak ortaya çıkmış ve Prut nehri üzerine 13 gün gibi kısa bir sürede inşa etmeyi başardığı köprü dillere destan olmuştur. Mimar Sinan’ın bu başarıları aynı zamanda kendisinden evvelki Mimarbaşının vefâtına tekabül etesi üzerine 48 yaşında Mimarbaşılığa (Reîs-i Mi‘mârân) getirilmiş ve bu görevi vefâtına kadar sürdürmüştür.
Dillere Destan Eserleri ve Okula Dönüşen Ekolü
Ciddî eserleri arasında ilk eseri 1520’de Diyarbakır’da inşa ettiği Fatih Paşa Camii olan Mimar Sinan’ın 450’nin üzerinde eseri olduğu belirtilmektedir. Bu sayı dikkatli düşünüldüğü takdirde, bunun kişisel bir gayretin ürünü olmaktan ziyade, bir ekip hatta bir okul çalışması olduğu anlaşılacaktır. Bu okuldan; Mehmed Subaşı, Davud Ağa, Dalgıç Ahmed Ağa ve Sultanahmet Camii’nin de mimarı olan Sedefkâr Mehmed Ağa gibi, eşine tarihte ender rastlanır ustalıkta büyük mimarlar çıkmıştır.
Çıraklık eseri olarak ifade ettiği Şehzâdebaşı Külliyesi; kalfalık eseri olarak tanımladığı Süleymaniye Külliyesi; 83 yaşında bitirdiği ve ustalık eseri olarak tanımladığı Selimiye Külliyesi, ziyaret edenlerin, etkisinden kurtulamadığı önemli şaheserlerdir.
Onun eserleri İslâm dünyasının sınırlarını da aşmış, dünya çapında bir şöhrete kavuşmuştur. O, bu yönüyle, dünya mimarisine yön veren, geçmişten gelen mimarî miras üzerine çok şey katan ve sonrakilere ışık tutacak muazzam bir ekol oluşturan, büyük bir sanat insanıdır.
Mimar Sinan’ın izleri Üsküdar ve Edirnekapı’da inşa edilmiş olan Mihrimah Sultan Camiileri, Kadırga Sokullu, Rüstem Paşa, Üsküdar Atik Valide, Şemsi Paşa, Kılıç Ali Paşa külliye ve camileriyle sınırlı olmayıp; su tesisleri, bendler, kemerler, Rumeli ve Arabistan’da Payas Sokullu, Halep Hüsreviye, Şam Süleymaniye külliyeleri gibi eserlerle muhtelif coğrafyalarda da görülebilmektedir.
Koca Sinan yaşadığı dönemde Bizans başta olmak üzere, birçok medeniyetin mimarî birikimi üzerine, özellikle revaklarla yaptığı süslemelerle büyük bir katkı sağlamıştır. Minareleri külliye veya camilerle müthiş bir uyum sağlayacak şekilde yerleştirmesi, kendisinden önceki Osmanlı ve daha evvelki Selçukî birikimini ciddî biçimde geliştirdiğini göstermektedir. Bizans’ın kubbe ve ana kütle yönünden bağımsız tarzı yerine, bu anlamda da bütünlük getiren farklı bir tarz oluşturmuştur.
Mimar Sinan ve Tasavvuf
Mimar Sinan’ın tarihteki başarılarının temelinde, almış olduğu eğitimin yanı sıra tasavvufî terbiyesi yatmaktadır. Yeniçeriler arasına katılıp Hacı Bektâş-ı Velî’nin ocağında pişmiştir. Yetiştiği ve eserlerini ortaya koyduğu devir, tasavvufun manevî havasının her alanda hissedilir olduğu bir devirdir. Dolayısıyla Mimar Sinan’ın üslûbunu ve eserlerinin farklı özelliklerini değerlendirirken bu manevî cihetin farkında olmak, onu anlayabilme açısından son derece önemlidir.
100 yaşlarında vefât ettiği kaydedilen ve kendisiyle ilgili kitap türü yerli ve yabancı çalışmaların bir kütüphaneyi dolduracak kadar çok olduğu belirtilen Osmanlı’nın en büyük Mimarbaşısı Koca Sinan, 996 (M.1588) senesinde vefât etmiş ve günümüzde de adını taşıyan türbesine defnedilmiştir. Allah Te‘âlâ rahmetiyle muamele eylesin ve İslâmiyet’e büyük hizmetlerde bulunacak îmânlı ve şuurlu mimarlar nasip eylesin.
Dipnotlar
[1] Buhârî, Tefsir (Rûm):2
[2] Abdülkadir Özcan, “Devşirme”, DİA, c. 9, s. 256; Selçuk Mülayim, Sinan ve Çağı, İstanbul, 1989, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları s. 55.