Ramazân-ı şerîf ayının gelişi mü’minleri ne derece bahtiyar ediyorsa, vedası da aynı oranda teessüre sürükler. Yoğun ve boğucu hayat akışının karşısında bir nefes, bir soluk olan ve senenin sâir aylarında hissedilebilmesi mümkün olmayan sekinetin terki, Ramazân-ı şerîfin bir sonraki teşrifine dek ayrılık gamına gark eder gönülleri.
Senenin son terâvihi, son sahuru ve son iftarına şahidlik ederken hatta i‘tikâftan çıkmaya hazırlanırken, Ramazân-ı şerîfin vedası sebebiyle hüzünlenmek, îmân ve teslimiyetin bir sonucudur. Onun gidişi, inananlar nezdinde büyük bir musibettir. Zira cennet kapılarının açıldığı ve azılı şeytanların zincire vurulduğu mevsim bitmiş, Kur’ân-ı Kerîm tıpkı yeni nâzil oluyormuşçasına yaşanan heyecan iklimi son bulmuştur.
Câbir (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Ramazânın son gecesi olduğu zaman, gökler, yerler ve melekler ümmet-i Muhammed’in musibeti için ağlar.” O zaman: “Ey Allah’ın Rasulü! O hangi musibettir?” denilince, Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Ramazânın gidişidir, zira şüphesiz ki onda duâlar kabuldür, sadakalar makbuldür, sevaplar katlanmıştır, azap ise uzaklaştırılmıştır.” buyurdu.[1]
Kaydetmiş olduğumuz rivâyet bizlere, Ramazân-ı şerîf ayının gidişi sebebiyle, teklif sorumluluğu bulunmayan varlıkların büyük bir üzüntüye dûçâr olduklarını anlatmaktadır. Onların durumu bu olduğuna göre, Ramazân-ı şerîf ayında indirilen rahmet ve mağfirete muhtaç olan biz insanların duyacağı üzüntü, tarifi imkânsız bir üzüntü boyutunda olmalıdır. Bu noktada insanoğlu ne kadar üzülse ve ağlasa yeridir.
Amellerin Makbuliyetine Yönelik Endişeler
Korku ve ümit arasında bir algıya sahip olması gereken mü’minleri, Ramazân-ı şerîf ayının gidişiyle birlikte endişeye sürükleyen bir başka konu da, amellerin kabulüne dair bir garantinin söz konusu olmayışıdır. Şeriatın emrettiği şekilde gerçekleştirilecek olan amellerin fiili olarak yapılması bir başka konu, Allah Te‘âlâ katında makbul sayılması ise başka bir konudur. Sahâbe-i Kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în) de bu noktada endişe içerisinde olup amellerine güvenmemiş ve her dâim Mevlâ Te‘âlâ’nın rahmetini talep etmişlerdir.
Bu anlayışla, Hazreti Ali (Radıyallahu Anh)ın Ramazân-ı şerîf ayının son gecesinde: “Ah keşke bilseydim; kabul olunmuş kimse hangisidir ki onu tebrik edelim, red kimse hangisidir ki, ona taziyede bulunalım.”[2] şeklinde bir hissiyata büründüğü ve Abdullah ibnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)ın da: ”Ey Makbul kişi! Sana mübarek olsun! Senin de musibetini Allâh-uTe‘âlâ telafi etsin.”[3] ifadeleriyle aynı hissiyatı izhâr ettiği kaydedilmiştir.
Amellerin Kabulü İçin Duâya Devam Edilmelidir
Mübarek Ramazân-ı şerîf ayına vedâ ederken, bu ayda yapmış olduğumuz amellerin makbuliyeti için duâ etmenin lüzumu unutulmamalı ve bu düşünce zihinlerdeki canlılığını sene boyunca korumalıdır. Ramazân-ı şerîfin yeniden teşrifine altı aylık bir süre kaldığında, Ramazân-ı şerîfe olan özlemle duâlarımız, bu aya erişebilmek için büyük bir hasret ve özveriyle yapılan duâlara dönüşmelidir.
İsbahâni (Radıyallâhu Anh) Mu‘alla ibni Fadl (Radıyallâhu Anh)ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Selef-i Sâlihîn, kendilerini Ramazân-ı şerîf ayına ulaştırması için Allâh-u Te‘âlâ’ya altı ay duâ ederlerdi. Ona kavuştuktan sonra da, kendilerinden kabul buyurması için yine atı ay Allâh-u Te‘âlâ’ya duâda bulunurlardı.”[4]
Bu hassasiyet, bütün seneyi Ramazân-ı şerîf ayıyla ilgili duâlarla geçirmeye ve sene boyunca fenalıklardan uzak kalmaya vesile olan yüksek bir hassasiyettir. Mevlâ Te‘âlâ bizleri, eslâfımızın hassasiyetlerini taşıyabilen kullarından eylesin. Âmîn.
Dipnotlar
[1] Hayâtü’l-Kulûb, Osman el-Hobevî, Dürratü’n-Nâsihîn, sh:12.
[2] Yûsuf Hattâr Muhammed, en-Nefahâtü’n-Nûrâniyye, sh:197.
[3] Yûsuf Hattâr Muhammed, en-Nefahâtü’n-Nûrâniyye, sh:197.
[4] Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 2/228.